|
|
Şehrin suretindeki yara izi: ANİ...Kategori: Kültür/Sanat | 0 Yorum | Yazan: Hatice Deniz | 02 Nisan 2011 23:29:42 Kökleri ve çekirdeği vardı Ani'nin. Yaşayan ve bağrında yaşatan bir canlı gibi... O kökler miladdan önce 5 binli yıllara uzanıyor; o çekirdek Ermeni, Gürcü, Selçuklu ve Bizans kültürlerinden oluşuyordu. Sınır kentleri garip hisler oluşturur ziyaretçilerinde. Buralar, hiç düşünmediğiniz ihtimallerin aklınıza geldiği yerlerdir. Benimseyenleri "Serhat şehrim" derler. "Serhat şehrimden haber var mı?" diye sorarlar mesela.
Sınırlara vardığınızda, bir sınır kapısı ya da yabancı bir bayrak gördüğünüzde tuhaf olursunuz. Çünkü anlarsınız; üzerinde yürüdüğünüz, pervasızca dolaştığınız toprakların bir “sınırı”, yolunuzun bir “sonu” vardır. İnsan en iyi serhatta anlar bunu. Dikenli telleri, gözcü kuleleri, yabancı bayrakları gördüğünde anlar… Arpaçay kaderine akmıştır, İki ülkeyi kesen bıçak gibi… Serhat şehri olan Kars’a yolunuz düştüğünde, Ani’ye uğradığınızda, Harabeleri ziyaret ettiğinizde; yüreği ikiye bölen bir bıçak gibi akan ırmağı görürsünüz. Arpaçay, Türkiye ile Ermenistan arasında doğal bir sınırdır. Sanırsınız ki kaderine akmıştır. Bir zamanlar, iki millet koyun koyuna yaşarken bilirler miydiler ki bu Arpaçay iki ülke arasında doğal sınır olacak! Bir medeniyet kapısı olan: Aslanlı Kapı… Köylerden, karlı dağlardan geçen yolun ardından, yıkıntı diyebileceğiniz harabe kent çıkar karşınıza. Selçuklulardan kalma bir kale kapısı görünür ilk. Aslanlı Kapı’dır burası. Adını, gücü ve iktidarı simgeleyen kapıdaki aslan motifinden alır. Tipik kalelerden farklıdır. Kaleden çok bir medeniyet kapısı gibidir. Bu kapıdan geçerken çok farklı medeniyetlerin ortak bir coğrafyada yaşadıkları tarihe tanık olacaksınız demektir. Aslanlı Kapı önündeki patikadan ilerleyince sekizgen kubbeli Aziz Krikor Şapeli’ni görürsünüz. Onun üzerindeki güneş saati dikkatinizi çeker. Tam Arpaçay’ın yamacındadır. Ani, baharı düşününce daha da güzel geliyor gözünüzün önüne… Bizim gibi 30 cm karın içindeyseniz, harabeler arasındaki gidiş geliş zor olur, ama sanırsınız ki kar Türkiye’nin en çok bu coğrafyasına yakışır. En çok bu kente aittir kar, eriyip ıslatmaz postallarınızı. Sonra harabeler arasında gidip gelirken kuşların ve çeşitli hayvanların ayak izlerini bıraktığı o karlı bembeyaz örtünün altında neler olduğunu düşünmek gerek. Çünkü anadolunun doğasının bin bir halini hayal edince daha da güzel geliyor gözünüzün önüne Ani… Yerlilerinden baharda ve yazda buranın türlü çiçeklerle donandığını duyarsınız. Ah nasıl da görünürdü acaba gelincikler arasındaki Büyük Katedral? Burası da Selçukluların fethi sonrası Fethiye Camii’ne dönüştürülmüş ve ilk namaz burada kılınmış. Neye benzediğini tahmin edemediğiniz bir milletin, tüm heybetiyle ayakta duran kiliseden dönme camiide fethin heyecanı ve sevinciyle secdeye eğildiği canlanır gözünüzde. Ermenistan ile bir tarihi yapının ortak sahibiyiz: İpekyolu Köprüsü… Bir menderesin büklümlerini andıran Arpaçay… İki ülkeyi bıçak gibi kesen, yılan gibi kıvrılmış, üzerinde çalı çırpının yansımalarının aksettiği boz renkli nehir… 10. Yüzyıldan kalma, Bağratlı Krallığı zamanında yapılmış, şu anda yıkıntı olan İpekyolu Köprüsü’nün bir ayağı Ermenistan’da, bir ayağı Türkiye’dedir. Yani Ermenistan ile bir tarihi yapının ortak sahibiyiz. Yarısı yıkılmış haliyle bile güzel olan… Selçuklulardan kalma Aslanlı Kapı, Anadolu’daki ilk Türk camisi olan 1072 yılında Ebu Süca Manucehr tarafından yaptırılan Manucehr Camiisi, ve İpekyolu Köprüsü… Burada çok kültürlü bir tarihi geçmiş var. Ani’li bir tüccar olan Tigran Honents tarafından 1215’te yaptırılan kilisenin de yarısı yıkık. Dış cephede ejderha, gergedan, aslan figürleri; iç tarafında Hz. İsa’nın doğumundan ölümüne kadar ki yaşamını anlatan freskler var. Bu yarısı yok olarak ayakta durmaya çalışan tarihi yapı, o durumuyla bir şeyler anlatıyor bize. Görünce “ Bu haliyle bile güzel” diyesiniz geliyor. Dünya değişirken bir şeyler kalmış, yer yüzünde unutulmuşlardı… Gezintimiz sırasında karşımıza çıkan Bakireler Manastırı, Kız Kale, Kral Gagik Kilisesi, çarşı olu ve hamamlar… Bu gördüklerimiz; Tanrı zamanları değiştirmiş, çağlar aşılmış fakat o yüzyıllardan bir şeyler yeryüzünde unutulmuş hissi veriyordu. Dünya değişirken bir şeyler kalmış, yer yüzünde unutulmuşlardı. Ve onlar ilk oluştuğu günlerdeki gibi dimdik ayakta, pırıl pırıl, tekparça olamasa bile kendi yaşanmışlığına ve varlığına tanık gösterebiliyorlardı. Kader inancının tesadüflerden uzak olduğu gibi, bu yapıların kentte yanyana olması da tesadüf değildi. Ama birbirinden çok farklı zamanları yaşamış, aynı coğrafyada farklı yerlere serpisilmiş gibi duran bu yapılar hiç de birbirinden bariz ayrımlarla yapılandırılmamış. Hepsi sanki aynı ananın doğurduğu çocuk! Birbirinden kişilik olarak farklı ama aynı simayı taşıyan kardeştir bu harabeler... Kader inancının tesadüflerden uzak olduğu gibi bu yapıların kentte yanyana olması da tesadüf değildi. İki ülkenin bu günlerde yaşayamadığı kardeşliği şimdi bu yapılar yaşıyorlar… Ani girişindeki Aslanlı Kapı, Aziz Krikor Şapeli, Büyük Katedral, Katedtalin ilerisideki Menucehr Camiisi, camiinin alt tarafındali İpekyolu Köprü’sü ve Tigran Honents Kilisesi… İki ülkenin bu günlerde yaşayamadığı kardeşliği şimdi bu yapılar yaşıyorlar. İki ülkenin paylaşamadığı coğrafyayı bu harabeler paylaşıyor. Hem de kimseleri dinlemeden, kimselere kulak asmadan… İki milletin dünyaya duyuramadığı, duyursa da inandıramadığı, inandırsa da yankısını duyamadığı hikayesine bu harabeler tanıktır! Başınızı soğuk taşlara dayadığınızda Ani’nin fısıltısını duyarsınız : “Ey insanlık, bir zamanlar bu topraklarda kardeşçe yaşadık!” Pek çok millet burada yaşamış, burada yıkılmış, yerine yenileri kurulmuştu. Hepsinden bir şeyler kalmıştı işte. Yıkıntıydı hepsi, yaşanmışlıkları vardı, kolları kanatları kırılmıştı ama ayaktalardı bizim gibi. Ya onlar için… Ani ne anlam ifade ediyordu? Sınırlar arasında bir kartal uçar. Bir Ermenistan topraklarına gider bir Ani’ye gelir. Bir o topraklardadır bir bu coğrafyada… Öylesine, kararsız kalmış, ne yapacağını bilemezmiş gibi bir o yana gider bir bu yana gelir. Sonunda gözden uzaklaşır kararsız kartal…Uçsuz bucaksız bu başka diyara bakarken, sana bir o kadar tanıdık gelen, adeta ciğerden kopmuş parçaya benzeyen yabancı ve bir parçasını yitirmiş beden gibi bizi eksik yaşatan o diyara bakarken; vatanın da bir sonu sınırı yarası olduğunu görürken… Bir de sınır ötesinden bakmak gerek buraya. Nasıl görüyorlardı Büyük Katedrali, o heybetli Aslanlı Kapı’yı, bu çağ ötesi şehrini… Ne düşünüyorlardı, ne hissediyorlardı, acaba özlüyorlar mıydı? Gözyaşı döküyorlar mıydı? Baharda açan çiçeklerimizi, kanayan gelinciklerimizi görüyorlar mıydı? Sınır ötesinde topraklarını gözleyen kule, konacağı yer konusunda kararsız, bir o yana bir bu yana giden kartal için ne düşünüyordu? Ani ne anlam ifade ediyordu onlar için? Gördüğümüz medeniyet yaşanmışlıklardan eser kalmıştı. Tarihi yapıların hepsine bir dokunun, okşayın o taşları, toprakları eğilip öpün… Milletlerin yaşanmışlıklarını göreceksiniz, çığlıklarını duyacaksınız. Candan can alan, ciğeri söken hikayeler yaşanmıştı Ani’de. İşgaller, savaşlar, bölünüp parçalanmışlıklar, yıkılışlar inşaalar… Ve bu yaşanmışlıklardan eser kalmıştı gördüğümüz medeniyet. Ani, yalnız bir kentti… Yaşanmışlıkları, anıları nedeniyle kararsız kalmış, arada sıkışmış, aidiyeti belirsiz, herkesin farklı bir isimle andığı bir yerdi. Şimdilerde onun ne düşündüğünü kimse bilmiyor, nereye ait olduğunu sınırları belirlemiyor, kendine özgü bir şekilde tarihini bağrında yaşatıyordu. Buraya “Anı” demelerinin sebepleri vardı elbette. Ani, yalnız bir kentti, Kars’ın güzel suretinde yara iziydi…
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|