|
|
Yaşıyorsan sık sık dönüp bakacaksın arkayaKategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: Gültekin Emre | 20 Mart 2011 23:15:44 Süha da gurbeti, göçü yaşayanlardandı, Duisburg'ta. Bir kez birlikte olduk, hatta onda bir gece kaldım, sonra bir daha görüşemedik. O aramızdan ayrıldı, kanser alıp götürdü onu. Toplu şiirlerini okuyorum ve ondaki özgünlüğün bir kez daha farkına varıyorum. Yürekli bir dili olduğunu biliyordum ama bu kez bir kez daha saptadım bunu. Ülkemizdeki kötü gidişten kaygılanışını da açıkça dile getirmiş. "Yaşıyorsan/ Sık sık dönüp bakacaksın arkaya/ Yol bilip yürüdüğüne/ Dost bilip sokulduğuna"
7 - 15 Mart 2011 7 Mart, Pazartesi Ankara’da hava bozmaya başlasaydı. Kar havası yaz geldi diyenleri şaşırtsaydı. Trafik kardan allak bullak olsaydı; kilitlenseydi Kızılay’da, Çankaya yokuşunda trafik. Öğlen Ataç Elalmış’la hamsi tava yeseydik henüz bitiremediği zeytin ağacı resminin önünde. Sonra kitapçıları dolaşmaya devam etseydim bir tanıdığa rastlarım umudunu da yanıma alıp. Akşama ödül töreninde tanıdıklarımı, dostlarımı, şair arkadaşlarımı görseydim. Behçet Aysan’ını kızı Eren Aysan’la, Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok’la, Uğur Mumcu’nun kızıyla... tanışsaydım. Ödül töreninde Eşber Yağmurdereli de enfes bir konuşma yapsaydı şiire, şaire ve Behçet Aysan’a ilişkin. Ödül konuşmamda Behçet Aysan ve Arif Damar’la şiirimin akrabalığından söz etseydim. Muammer Ketencioğlu’nun enfes konseriyle ödül töreni bitseydi. Sonra da Mülkiyelilere gitseydik yemeğe. Orada , sigara dumanları içinde tanıdığım ve tanımadığım dostlarla şiirden, kitaptan, sanattan, siyasetten... konuşsaydık... Ne olurdu? 8 Mart, Salı Kadınlar Günü’nde Ankara kara boğulsaydı. Trafik yine tıkanıp dursaydı tüm yollarda. Ankara’da bugün son günüm olsaydı ve ben kuzu ıspanağı, bakla, tere, roka, Antep fıstığı, kuru üzüm... alsaydım Berlin için. Otele gelip akşamın olmasını bekleseydim havaalanına gitmek için. Yollarda kayıp da ayağımı falan kırmamak için otelde kalmayı yeğleseydim ve kitap okusaydım. Muzaffer İlhan Erdost’un Şiirin U Dönüşü’ndeki İkinci Yeni üzerine yazıların yanı sıra İlhan Berk’in ölümünden sonra Gonca Özmen’in yayına hazırladığı Çiğnenmiş Gül’deki şiirlerine dalıp gitseydim. Bacanağım gelseydi beni havaalanına götürmek için.Yolda kar, sis ve buzlanma bizi korkutsaydı, tedirgin olsaydık. Havaalanına zar zor ulaşsaydık ve bacanağım eve varamadan yolda arabasını bir benzinliğe bırakıp otobüse binmiş olsaydı. Havaalanında İstanbul’a iki saat geç hareket etseydi uçağım. Hareketinden önce buzlanmaya karşı uçak ilaçlansaydı. Havalandıktan sonra sallanıp duran uçak tedirginlik ve korku yaratsaydı. Berlin uçağını kaçırmadan binebilseydim İstanbul’da. İstanbul’a da kar yağıyor olsaydı. 9 Mart, Çarşamba Berlin’in nüfusu 3, 4 milyonmuş. Bu sayının 467 bini yabancılardan oluşuyormuş. Toplam 180 ülkeden yabancı yaşıyormuş Berlin’de. Berlin’de 1700 köprü varmış ve bu sayı Venedik’teki köprülerden daha fazlaymış. Almanya’nın en yeşil kenti Berlin’miş. Kentin toplam alanının yüzde 30’u park ve ormanmış. Berlin’de 4 üniversite, 4 sanat akademisi, 10 yüksekokul olduğunu biliyordum ama kentte 140 bin öğrenci olduğunu bilmiyordum. Berlin’de 400 galeri olduğunu, kentte 6 bin sanatçının yaşadığını da bilmiyordum. 10 Mart, Perşembe Belinda’nın doğum günü. Gittiğimiz balık lokantasında 8 kiloluk bir somon balığı on kilo tuzla sıvanıp fırına verildi. Fırından alevler içinde çıkarılan balığı tabaklarımıza servis yaptılar. Hem balık, hem de ondan önce yediğimiz mezeler lezzetliydi. Berlin’deki Türkler böyle balık lokantalarıyla ünlenmeye başladılar. Dirim’in doğum gününde de kentin bir başka semtinde aynı lokantanın sabah kahvaltısına katılmıştık. Kentten kopamayacak hale geldik hep birlikte, ülkeden de elbette. Artık burası da bizim, biz de buralıyız. Bunun öyle çok kantı var ki. 11 Mart, Cuma “önce saçlarını çözdü ev savurdu dört bir yana fesleğen kokulu bahçe kadar dilsiz duvar dibine diktiğin akasya” (Aydan Yalçın, Dilsiz Ev) 12 Mart, Cumartesi 12 Mart 1971’i nasıl unuturum? Öğrenciydim. Annemle tek bir odada kalıyorduk. Ev kiramız 150 lira, benim bursum 340 liraydı. Annem pazara akşamüstleri giderdi, her şeyin ucuzladığı saatlerde. Ben durmadan kitap okur, geleceğimi düşünürdüm. Geleceğimden endişeliydim. Ortalık toz dumandı. Ölmeden eve gelmek imkânsızlaşıyordu giderek. 12 Mart Askeri Darbesi, ne çok kitap yaktırdı halkımıza. Beni karşı komşumuz kurtardı. Evde oturmayan, daha çok başka yerde kalan, tek başına yaşayan komşumuz hanım kurtardı kitaplarımı. Aradan ne çok yıl geçti ve ne değişti toplumumuzda? Kitaplar yine yakılıyor ve suç unsuru sayılıyor. Düşünce özgürlüğü yine yok. Gazeteciler içerde ve uyduruk davalarla toplum iyice sindirildi. Halkımız gün yüzü görecek mi günün birinde? O günleri yaşamak istemezdim bir daha, o sıkıntıları ve korkuları. “yarım kalmış bir şiire ağlıyorum şimdi” (Aydan Yalçın) 13 Mart, Pazar Süha Tuğtepe’nin ayaklarının çok küçük olduğunu toplu şiirleri Zerre’nin başındaki Haydar Ergülen’in yazısından öğreniyorum. Süha da gurbeti, göçü yaşayanlardandı, Duisburg’ta. Bir kez birlikte olduk, hatta onda bir gece kaldım, sonra bir daha görüşemedik. O aramızdan ayrıldı, kanser alıp götürdü onu. Toplu şiirlerini okuyorum ve ondaki özgünlüğün bir kez daha farkına varıyorum. Yürekli bir dili olduğunu biliyordum ama bu kez bir kez daha saptadım bunu. Ülkemizdeki kötü gidişten kaygılanışını da açıkça dile getirmiş. “Yaşıyorsan Sık sık dönüp bakacaksın arkaya Yol bilip yürüdüğüne Dost bilip sokulduğuna ..... Yaşıyorsan Kesecekler yolunu Gölgene bile pusu kuracaklar Karanlık odalarda Kül gibi yağacak üstüne hüzün Durmayacaksın Yaşıyorsan Kanayacaksın Kapılarda olacak kulağın her gece Kitaplarını kaplayıp bembeyaz Koyacaksın önüne” 14 Mart, Pazartesi Japongülü’nün anavatanına ne oldu böyle? Felaketlere boğuldu tsunaminin saldırısıyla. Deprem, korkulu düşü bazı ülkelerin. Berlin, deprem bölgesi değil, bu rahatlatıcı ama Türkiye Japonya kadar depremlerle boğuşan bir ülke. Her yazın deprem korkusunu yaşıyoruz havalar biraz daha fazla sıcak olsa, köpekler geceleri uzun uzun havlasa. Bir de nükleer santral patlarsa, nükleer sızıntılar olursa, ne yapar Japonlar, ne yapar dünya? Tsunaminin sürüklediği evleri, ağaçları, arabaları, eşyaları görünce çok korktum.Ölen insanlara mı, geride kalanlara mı yanacağımı şaşırdım. Japonlar bu felaketin altından kalkarlar, kakarlar ama ya sonra ne olacak? 15 Mart, Salı Japon Şiiri seçkisini L. Sami Akalın 1962’de hazırlamış (Varlık Yayınları). Japon şiiri hakkında bilinebilecek her şey var bu seçkin seçkide.Japon şiirinin geçirdiği evreler, belli başlı özellikler, haikular... ayrıntılı ele alınmış. Ayrıca şiirlerdeki yer alan “insan”, “çocuk”, “kadın”, “din”, “savaş”, “evren”, “zaman”... üstünde de durulmuş genişçe. Modern Japon Şiiri’ne de oldukça geniş yer verilmiş. Biri çıksa da 1962’den sonraki Japon şiirini de ele alsa, ne iyi olur. Dikkat ettim, onca deprem yaşamış bir toplumun şairlerinin bir deprem şiirine rastlamadım bu seçkide. Buna şaşırıp kaldım. “Mavi Denizde”ki pek çok tekneyi tsunami önüne katıp götürdü bir yerlere. “Mavi denizin kıyısında Yatıp duruyordu öyle Kaza artığı demir bir tekne Paslı mı paslı, esi mi eski ama. İstiridyenin biri Yapışıp kalmış böğrüne. Tepesinde martının biri Dönüp duruyordu İkide bir Göz atıp atıp tekneye” Şiir böyle uzayıp gidiyor. Ben bu şiiri okurken bir yandan da kıyısından koparılan tekneleri, evlerinden olan insanları, yakınlarını kaybedenleri düşündüm. “Hey gidi koca dünya işleri Yüzüne bakılmaz etti üç günde O cânım kiraz çiçeklerini...”
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|