|
|
Devrimci tıp üzerine - Che GuevaraKategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: A.Ulak | 16 Mart 2011 06:00:46 AKP'li Sağlık Bakanı Recep Akdağ, 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle düzenlenen bir toplantıda, önceki gün on binlerce sağlık emekçisinin katıldığı mitingde taşınan "Doktor Che'nin Yolundayız" yazılı dövize çattı. Akdağ "Birtakım örgütler Dr. Che Guevera'nın izinde olabilir. Ama biz onun izinde değiliz" dedi. Akdağ farkı ortaya koymakta haklı; mesela, Che'nin Küba'sında doktor başına 170 kişi düşerken Akdağ'ın Türkiye'sinde 640 kişi düşüyor. Küba'da sağlık parasız, Türkiye'de fazlasıyla paralı.
Recep Akdağ’ın “Bugün Sağlık Bakanlığına ve ilgili organizasyonlara düşen görev kamu sağlık hizmetlerini mümkün olan en yüksek sayıdaki insana ulaşmak için geliştirmek, önleyici bir tıp programı geliştirmek ve halkı sağlıklı yaşam konusunda yönlendirmektir. (…) Sıradan bir insanın hayatı dünyanın en zengin adamının bütün mülkiyetinden milyon kez daha değerlidir” diyen Che ile arasında bir ayrım koymasından daha doğal bir şey var mı. Bu farkı ve Türkiyeli sağlık emekçilerinin örnek aldığı “Che’nin yolu”nu daha iyi anlamak için Guevara’nın devrimci tıp üzerine yaptığı konuşmaya kulak verelim Che Guevara’nın 19 Ağustos 1960’ta Kübalı Milislere hitaben yaptığı konuşma: Küba halkının, devrimci kanunların sağladığı ilerlemeleri, tam bağımsızlık yolundaki yürüyüşünü ve özgürlüğünü kutladığı yüzlerce kamusal etkinlikten bir diğeri olan bu sade tören beni özel olarak ilgilendiriyor. Hemen hemen herkes, yıllar önce kariyerime bir doktor olarak başladığımı biliyor. Ve ben bir doktor olarak yola çıktığımda, tıp okumaya başladığımda, ideallerim arasında şu an bir devrimci olarak sahip olduğum fikirlerin çoğu yoktu. Herkes gibi başarmak istedim. Ünlü bir tıp bilimcisi olmanın hayalini kurdum; insanlığa yardımı dokunabilecek bir şeyler -fakat, bana kişisel zaferler kazandıracak şeyler- keşfetmek için durmaksızın çalışmanın hayalini kurdum. Ben de, tüm hepimiz gibi, içinde bulunduğum ortamın çocuğuydum. Mezuniyetten sonra, özel sebeplere ve belki de karakterime bağlı olarak, Amerika’yı baştanbaşa gezmeye başladım ve Amerika’nın tamamıyla tanıştım. Haiti ve Santa Domingo dışında, diğer tüm Latin Amerika ülkelerini bir şekilde ziyaret ettim. Seyahat ettiğim koşullar sayesinde, önce bir öğrenci sonra da bir doktor olarak, yoksullukla, açlıkla ve hastalıkla yakından tanıştım; parasızlık yüzünden bir çocuğu tedavi ettirememekle; sürekli açlığın ve eziyetin kışkırttığı ve bir babayı oğlunun ölümünü önemsiz bir kazadan saymasına vardıran şaşkınlıkla tanıştım. Ki bu durumlara kıtamızın ezilen sınıfları arasında sıklıkla rastlanıyor. Ve o anda, benim için, ünlü olmak ya da tıp bilimine çok önemli katkılarda bulunmak kadar önemli şeyler olduğunu fark etmeye başladım: o insanlara yardım etmek istiyordum. Ama ben, her zaman hepimiz için geçerli olduğu gibi, yine içinde bulunduğum koşulların çocuğuydum ve o insanlara kişisel çabalarımla yardım etmek istedim. Epeyce seyahat etmiştim -o zamanda Guatemala’daydım, Arbenz’in Guatemala’sı- ve devrimci doktorun yönünü tayin edecek bazı notlar almaya başlamıştım. Devrimci bir doktor olmak için ne gerektiğini araştırmaya başlamıştım. Ama saldırı (darbe) patlak verdi, saldırının arkasında United Fruit Company, ABD Dışişleri Bakanlığı, [CIA şefi] John Foster Dulles -gerçekte ikisi aynı şey- ve Castillo Armas adlı kuklaları vardı. Saldırı başarılı oldu, çünkü halk Küba halkının bugün bulunduğu gelişim seviyesine ulaşmamıştı. Herhangi başka bir gün gibi güzel bir gün, iltica yoluna çıktım, ya da en sonunda, Guatemala’dan uçuş yoluna çıktım, çünkü orası benim ülkem değildi. Devrimci bir doktor olmak için… Sonra önemli bir şey fark ettim: Devrimci bir doktor olmak için ya da sadece bir devrimci olmak için, öncelikle ortada bir devrim olması lazım. Yalıtık bireysel çaba, tüm saf ve temiz amaçlarına karşın yararsızdır ve en yüksek idealler için bütün bir hayatı adama isteği eğer biri yalnız başına çalışıyorsa -Amerikanın herhangi bir köşesinde, yalnız başına- ilerlemeyi engelleyen kötü hükümetlere ve toplumsal koşullara karşı mücadele açısından anlamsızdır. Bir devrim yaratmak için, şu an Küba’da olan şeye sahip olmak gerekir –kolların ve birliğin değerini anlamak için kollarını kullanarak ve militan birliği uygulayarak öğrenen, bütün bir halkın seferberliği. Ve şimdi, şu anda önümüzde duran sorunun çekirdeğine inmek zorundayız. Nihayet, bugün bir insan, her şeyden önce, devrimci bir doktor yani kendi mesleki teknik bilgisini devrimin ve halkın hizmetinde kullanan biri olma hakkına ve görevine sahiptir. Fakat şimdi eski sorun yeniden açığa çıkıyor: Toplumsal refah işi gerçekte nasıl hayata geçirilebilir? Kişisel çabayla toplumun gereksinimleri nasıl birleştirilebilir? Hepimiz tek tek kendi yaşamlarımızı gözden geçirmeliyiz, doktorlar olarak ya da herhangi bir kamu sağlığı görevinde ne yaptık ve ne düşündük. Bunu son derece eleştirel bir istekle yapmalı ve sonuç olarak geçmiş dönemde düşündüğümüz ve hissettiğimiz her şeyin raflara kaldırılmakta ve yeni bir insan tipinin yaratılmakta olduğu bir karara varmalıyız. Eğer her birimiz bu yeni insan tipinin oluşumu için maksimum enerjimizle çabalarsak, halk için onu yaratmak ve yeni Küba’nın örneği olmasını sağlamak çok daha kolay olacaktır. Yeni insanı yaratmak Şu an burada bulunan Havana sakinlerine vurgulamaktan mutluluk duyarım ki, Küba’da, burada başkentte yeterince değerlendiremediğimiz ama ülkenin dört bir köşesinde bulunabilecek yeni bir insan yaratılıyor. 26 Temmuz’da Sierra Maestra’ya gidenleriniz hiç bilinmeyen iki şeyi görmüş olmalı. Birincisi, çapalı kazmalı bir ordu; en büyük gururu, Oriente’deki yurtsever festivallerde, asker yoldaşları tüfeklerle yürürken çapalarını ve kazmalarını kaldırarak yürümek olan bir ordu. Fakat daha da önemli bir şeyi görmüş olmalısınız. Çoğu 13-14 yaşlarında olmasına rağmen bedensel gelişimleri 8-9’unda gösteren çocukları görmüş olmalısınız. Onlar Sierra Maestra’nın en gerçek çocukları, açlığın ve sefaletin en gerçek evlatlarıdır. Onlar yetersiz beslenmenin yarattıklarıdır. Dört ya da beş televizyon kanalı ve yüzlerce radyo istasyonuyla, modern bilimin bütün ilerlemeleriyle bu küçücük Küba’da, bu çocuklar ilk olarak gece vakti okula vardıklarında ve yanan ampullerini gördüklerinde o gece yıldızların çok alçakta olduğunu haykırdılar. Ve o çocuklar, bazılarınız görmüş olmalısınız, kolektif okullarda okumaktan ticarete kadar çeşitli hünerler ve elbette devrimci olmanın zorlu bilimini öğreniyorlar. Onlar Küba’da doğmakta olan yeni insanlar. Onlar izbe alanlarda, Sierra Maestra’nın değişik bölgelerinde ve de kooperatiflerde ve iş merkezlerinde doğuyorlar. Bütün bunlar bugün üzerine konuştuğumuz şeyle, yani doktorların ya da diğer sağlık işçilerinin devrimci hareketle bütünleşmesiyle çok yakından ilgili. Çocukların eğitimi ve beslenmesi görevi, ordunun eğitilmesi görevi, -bir zamanların- büyük toprak sahiplerine ait olan arazilerin aynı topraklar üzerinde ondan faydalanamadan her gün çalışan insanlara dağıtılması görevi, Küba’da hayata geçirdiğimiz toplumsal tıbbın başarılarıdır. Hastalığa karşı mücadelenin temel ilkesi sağlıklı bir beden yaratmaktır; fakat sağlıklı bir bedeni bir doktorun zayıf bir organizma üzerindeki çalışmasıyla değil; daha çok, sağlıklı bir bedeni toplumun/kolektivitenin tamamının bütün toplumsal kolektivite üzerinde çalışması yoluyla yaratmaktır. Bir gün, bu yüzden, tıp kendini hastalıkları önleyen ve halkı tıbbi görevlerini yapması konusunda yönlendiren bir bilime dönüştürmek zorunda kalacak. Tıp sadece, yaratmakta olduğumuz yeni toplumun becerileri dışında kalan çok uç, kritik durumlarda ameliyat yapmak ya da benzeri bir şey için müdahale etmelidir. Sağlık Bakanlığına düşen… Bugün Sağlık Bakanlığına ve ilgili organizasyonlara düşen görev kamu sağlık hizmetlerini mümkün olan en yüksek sayıdaki insana ulaşmak için geliştirmek, önleyici bir tıp programı geliştirmek ve halkı sağlıklı yaşam konusunda yönlendirmektir. Fakat, tüm devrimci görevler için olduğu gibi bu görev için de esasında ihtiyaç duyulan şey bireyseldir. Devrim kolektif istek ve kolektif girişimi standartlaştırmaz. Tersine, kişinin bireysel becerisini özgürleştirir. Ve bizim görevimiz tüm sağlık uzmanlarının yaratıcı yeteneklerini toplumsal tıbbın görevlerine yönlendirmektir. Biz bir çağın sonundayız ve sadece Küba’da da değil. Tersine ne söylenirse ya da umut edilirse boşuna; içinde büyüdüğümüz, altında ezildiğimiz, bildiğimiz kapitalizm tüm dünyada mağlup edilmektedir. Tekeller devriliyor, kolektif bilim her gün yeni ve önemli zaferlere imza atıyor. Uzun zaman önce diğer zapt edilmiş kıtalarda, Asya ve Afrika’da başlayan bir özgürlük hareketinin Amerika’daki öncüleri olma görevi ve gururuna sahibiz. Böylesi büyük bir toplumsal değişim, halkın zihniyetinde de aynı büyüklükte bir değişim gerektirir. ‘Bir sosyal çevrede tek başına bir insanın bireysel eylemi’ şeklinde bir bireycilik Küba’da yok olmalıdır. Bireycilik, gelecekte, bireyin tamamının kolektivitenin mutlak yararı için etkin kullanımı olmalıdır. Hepiniz ne söylediğimi anlıyorsunuz ve bugünün, geçmişin ve geleceğin nasıl olması gerektiği konusunda biraz düşünmeye hazırsınız; bu da bu fikrin bugün anlaşılması için yeterli. Bir düşünme biçimini değiştirmek için, büyük içsel değişimlere uğramak ve büyük dış değişimlere şahit olmak gereklidir, özellikle de topluma karşı sorumluluklarımız ve ödevlerimizi yerine getirirken. O dış değişimler Küba’da her gün meydana geliyor. Devrim’i tanımanın ve halkın içinde uzun süredir uyumakta olan birikmiş enerjinin farkına varmanın bir yolu, tüm Küba’yı gezerek şu an yaratılmakta olan kooperatif ve iş merkezlerini görmektir. Sağlık sorununun kalbine inmenin bir yolu ise sadece Küba’yı gezip bu kooperatifleri ve iş merkezlerini yapan insanları tanımak değil, bu insanların hastalıklarını, çektikleri acıları, yıllardır süren kronik sefaletlerini, baskı ve boyun eğme altında geçen yüzyılların mirasını bulup çıkarmaktır. Doktor, sağlık işçisi yeni görevinin çekirdeğine gitmelidir; bu da kitlenin içindeki insan, kolektivitenin içindeki insandır. Her zaman, dünyada ne olursa olsun, doktor hastasına çok yakındır ve onun ruhunu derinliklerine kadar bilir. Çünkü o acıya/ıstıraba müdahale eden ve onu dindirendir, toplum için paha biçilmez bir emek sarf eder. Birkaç ay önce, Havana’da, burada, yeni mezun bir grup doktor ülkenin kırsal bölgelerine gitmek istemedi ve gitmek için daha fazla ücret talep ettiler. Geçmişin bakış açısına göre böyle bir şeyin yaşanması dünyadaki en mantıklı şeydir; en azından bana öyle geliyor, ben bunu gayet iyi anlayabilirim. Bu durum, bana birkaç yıl önce ne olduğumu ve ne düşündüğümü hatırlattı. Benimkisi isyancı gladyatörün yeni baştan başlayan hikâyesi, daha iyi bir gelecek ve daha iyi koşulları güvence altına almak ve insanların ona ihtiyacı olduğunu göstermek isteyen dayanışma savaşçısının hikâyesi. Peki, aileleri tarafından okul masrafları yıllar boyu karşılanabilen bu çocuklar değil de daha az şanslı, sıradan çocuklar okullarını bitirmiş ve mesleklerini icra etmeye başlamış olsalardı ne olacaktı? Üniversite koridorlarında, iki-üç yüz köylü belirseydi, farz edelim öyle olsaydı ne olacaktı? Ne mi olacaktı, bu köylüler kendi kardeşlerine yardım etmek için hemen ve içten bir heyecanla koşacaklardı. Yıllar boyu aldıkları eğitimin boşuna olmadığını göstermek için en zor ve en büyük sorumlulukları gerektiren işleri isteyeceklerdi. Ne mi olacaktı, önümüzdeki altı ya da yedi yıl içinde her meslek dalında yeni öğrenciler, işçilerin ve köylülerin çocukları mezun olduklarında ne olacaksa o olacaktı. Fakat geleceğe kaderci bir gözle bakmamalı ve insanları işçilerin-köylülerin çocukları ve karşı devrimcilerin çocukları diye ayırmamalıyız, çünkü bu basite indirgemektir, çünkü doğru değildir, çünkü onurlu bir insan yetiştirmesi için bir devrim içinde yaşamaktan daha iyisi yoktur. Hiçbirimiz, Granma’ya ulaşıp Sierra Maestra’ya yerleşen ve birlikte yaşayarak köylüye ve işçiye saygı duymayı öğrenen ilk gruptan hiçbirimiz köylü ya da işçi sınıfı kökenli değildik. İçimizde çalışmak zorunda kalmış olanlar, çocukluğunda kimi yoksunluklar çekmiş olanlarımız doğallığında vardı; ama açlık, gerçek açlık denen şey hiçbirimizin daha önceden tattığı bir şey değildi. Fakat Sierra Maestra’daki iki uzun yıl boyunca bunu öğrenmeye başladık. Ve ardından çoğu şey oldukça netleşti. Sıradan bir insanın hayatı ne kadar değerlidir? Zengin bir köylünün ya da toprak sahibinin dahi mülkiyetine dokunulduğunda şiddetle cezalandıran biz, bir gün Sierra’ya on bin baş sığır getirdik ve köylülere basitçe şöyle dedik, “Yiyin.” Ve köylüler, yıllar ve yıllar boyu ilk kez olmak üzere, bazıları da hayatlarında ilk kez sığır eti yediler. O on bin baş sığır için kutsal özel mülkiyet hakkına duyduğumuz saygıyı silahlı mücadele kursunda yitirdik ve şunu gayet iyi anladık ki sıradan bir insanın hayatı dünyanın en zengin adamının bütün mülkiyetinden milyon kez daha değerlidir. Ve biz, ne işçi sınıfından ne de köylü sınıfından olan biz bunu öğrendik. Peki, biz ayrıcalıklılar, dört rüzgara Küba’nın geri kalanının bunu öğrenemeyeceğini mi anlatacağız? Öğrenebilirler, hatta devrim bugün onların öğrenmesini istiyor, birinin komşusuna hizmet edilmesinin gururunun iyi bir maaştan çok daha önemli olduğunun iyice anlaşılmasını istiyor; birisinin biriktirebileceği tüm altınlardan daha nihai ve daha kalıcı olan şey bir halkın minnettarlığıdır. Ve her doktor, kendi faaliyeti çerçevesinde o kıymetli hazineyi, halkının minnetini toplayabilmeli ve toplamalıdır. Sonra, tüm eski kavramlarımızı silmeli ve halka daha da yakınlaştırmalı ve gittikçe bilinçlenmeliyiz. Onlara eskisi gibi yaklaşmamalıyız. Hepiniz diyeceksiniz ki, “Hayır. Ben halkı severim. İşçilerle ve köylülerle konuşmaktan hoşlanırım ve Pazar günleri onları görmeye oraya buraya giderim, falan.” Bunu herkes yaptı. Ama bunu hayırseverlik için yaptık ve bugün hayata geçirmemiz gereken şey dayanışmadır. İnsanlara gidip şunu söylememeliyiz, “İşte buradayız. Size kendi varlığımızın hayrını sunmaya, size bizim bildiklerimizi öğretme, hatalarınızı, kültürsüzlüğünüzü, cahilliğinizi göstermeye geldik.” Bunun yerine araştırıcı bir zihin ve alçakgönüllü bir ruhla halkın devasa bilgelik kaynağında öğrenmeye gitmeliyiz. Sonra, çok defa, bizim bir parçamız haline gelecek ve düşüncemizin otomatik bir parçası olacak kadar alıştığımız kavramlarda yanıldığımızın farkına varacağız. Sık sık kavramlarımızı değiştirme ihtiyacı duyacağız; sadece sosyal ve felsefi alandaki genel kavramlarımızı değil bazen tıp alanındaki kavramlarımızı da değiştirme ihtiyacı duyacağız. Hastalıkların her zaman büyük-şehir hastanelerinde olduğu gibi tedavi edilmesine gerek olmadığını göreceğiz. Bir doktorun tarımsal ve potansiyel anlamda dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Küba’nın oldukça yoksul ve sınırlı olan besin yapısını zenginleştirmek ve yeni yiyecek talebini karşılayabilmek için aynı zamanda bir çiftçi olmak ve yeni gıdalar yetiştirmek zorunda olduğunu göreceğiz. Sonra, nasıl olmak zorunda olduğumuzu göreceğiz; biraz eğitsel, zaman zaman da çok eğitsel. Politikacılar olmak gerekecek ve o zaman ilk yapmamız gereken şey halka bilgeliğimizi sunmak için gitmek olmamalı. Biz, aslında, halkla birlikte öğreneceğimizi, o büyük ve güzel ortak tecrübemizi yani yeni bir Küba’nın inşasını birlikte başaracağımızı göstermek için gitmeliyiz. Çürümüş bir sistemin yıkıntıları üzerinde Halihazırda pek çok adım atıldı. 1 Ocak 1959’la bugün arasında bildik geleneksel ölçülerle hesaplanamayacak bir mesafe var. Halkın çoğunluğu uzun zaman önce anladı ki burada devrilen sadece bir diktatör değil bir sistemdi. Şimdi de halkın öğrenmesi gereken bölüm geliyor, çürümüş bir sistemin yıkıntıları üzerinde halkın mutlak mutluluğunu getirecek yeni bir sistemin inşası. Geçen yılın ilk aylarında bir zaman, yoldaş Guillen’in Arjantin’den gelişini hatırlıyorum. Belki kitaplarının çevrildiği diller bugünkünden bir ya da iki daha azdı –ki her gün dünyanın bütün dillerinden yeni okurlar ediniyor- ama O, yine bugünkü büyük şairdi. Ne var ki, Guillen için şiirlerini, halkçı şiir olan eserlerini, halkın şiirlerini burada okumak zordu, çünkü o zaman henüz ilk dönemdi, ön yargıların dönemiydi. Ve yıllar ve yıllar boyu hiç kimse şair Guillen’in olağanüstü şiirsel yeteneğini halkına ve inandığı davaya adadığını düşünmek için sabit fikirlerini bir kenara bırakıp bir an olsun duraksamadı. Halk onu Küba’nın onuru olarak değil yasaklı bir siyasi partinin temsilcisi olarak gördü. Şimdi, bütün bunlar unutuldu. Eğer ortak bir düşmanımız ve ortak bir hedefimiz varsa, ülkemiz içindeki bazı farklı yapıların farklı bakış açılarının ayrılıklara sebep olmayacağını öğrendik. Üzerinde anlaşmamız gereken şey, ortak bir düşmanımız olup olmadığı, ortak bir hedef için uğraşıp uğraşmadığımızdır. Şu an itibarıyla, ortada kesinlikle ortak bir düşman olduğuna kani olmamız gerekiyor. Hiç kimse, tekellere karşı bir fikir beyan etmeden ya da “Bizim düşmanımız ve tüm Amerika’nın düşmanı, tekelci ABD hükümetidir” diye açıkça konuşmadan önce omzunun üstünden bir kulak misafiri olan -belki elçilikten, istihbarat taşıyacak bir ajan- var mı diye bakmıyor. Eğer şimdi herkes düşmanın kim olduğunu biliyorsa ve o düşmana karşı savaşan herhangi birinin bizimle ortaklığı olduğu anlaşılmaya başlıyorsa, artık ikinci bölüme geliyoruz. Küba için hedeflerimiz nelerdir? Ne istiyoruz? Halkın mutluluğunu istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Küba’nın tam ekonomik özgürlüğü için savaşıyor muyuz savaşmıyor muyuz? Herhangi bir askeri bloka dahil olmadan, burada alınacak herhangi bir iç ve dış kararla ilgili olarak dünya üzerindeki herhangi bir süper gücün elçiliğine danışmak zorunda olmadan, özgür uluslar içinde bir özgür ulus olmak için mücadele ediyor muyuz, etmiyor muyuz? Eğer çok fazla şeyi olanlardan alıp hiçbir şeyi olmayanlara vermek için zenginliği yeniden bölüştürmeyi planlıyorsak; eğer yaratıcı çalışmayı mutluluğumuzun gündelik, dinamik kaynağı haline getirmek istiyorsak, artık ulaşmak için çalışacağımız hedeflerimiz vardır. Ve aynı hedeflere sahip olan biri bizim dostumuzdur. Eğer onun ayrıca başka fikirleri de varsa, eğer kimi organizasyonlara ya da bir başka şeye dahilse bunlar önemsiz şeylerdir. Büyük tehlike anlarında, büyük gerilim ve büyük yaratılış anlarında önemli olan büyük düşmanlar ve büyük hedeflerdir. Eğer şimdi anlaştıysak, eğer hepimiz nereye gittiğimizi biliyorsak –ve bırakın bu kimi üzerse üzsün- artık işimize başlayabiliriz. Devrimci bir doktor olmak Size, bir devrimci olmak için öncelikle bir devrime sahip olmanız gerektiğini anlatıyordum. Biz buna zaten sahibiz. Sonra, birlikte çalışacağınız halkı tanımalısınız. Henüz iyice tanışmadığımızı düşünüyorum, öyle ki bu yolda bir süre daha ilerlememiz gerekiyor. Bana, halkı tanımanın kooperatiflerde onlarla birlikte yaşamak ve çalışmaktan başka yolları nelerdir diye soracaksınız. Herkes bunu yapamaz ve sağlık işçisinin varlığının çok önemli olduğu pek çok yer var. Devrimci milis kuvvetleri Küba halkının dayanışmasının en büyük tezahürlerinden biridir diyeceğim. Milis kuvvetleri şimdi doktora yeni bir görev veriyor ve onu, kısa bir süre öncesine kadar geçerli olan şeye, Küba için üzücü ve hemen hemen ölümcül olan gerçekliğe, yani büyük çaplı bir askeri saldırıya maruz kalacağımız gerçeğine hazırlıyor. Sizi şu konuda uyarmalıyım; doktor bir devrimci ve asker görevindeyken her zaman bir doktor olmalıdır. Bizim Sierra’da düştüğümüz hatanın aynısına siz düşmemelisiniz. Ya da belki de o bir hata değildi, fakat o dönemden bütün sağlıkçı yoldaşlar bunu biliyor. Yaralı birinin ya da bir hastanın yanında kalmak bize onursuzluk gibi göründü ve bir tüfek kapıp yapabileceklerimizi savaş alanında ispatlamaya gitmenin bir yolunu/mümkününü aradık. Şimdi koşullar farklı ve ülkeyi savunmak için kurulan yeni ordular değişik taktiklerin orduları olmalı. Yeni ordunun planı içinde doktorun çok büyük bir önemi olacak. O, var olan en güzel ve bir savaşın en önemli görevlerinden biri olan doktorluğa devam etmelidir. Ve sadece doktorlar değil, hemşireler, laboratuar teknisyenleri ve kendini bu çok insani işe adayan tüm herkes son derece önemlidir. Her ne kadar gizli tehlikeyi biliyor ve atmosferde hala var olan bu saldırı havasını def etmek için kendimizi hazırlıyorsak da, bunun hakkında düşünmeyi bırakmalıyız. Eğer ilgi merkezimizi savaş hazırlıkları olarak belirlersek, kendimizi yaratıcı çalışmaya adamamız mümkün olamaz. Askeri bir eylem için yapılan tüm çalışma ve maddi yatırımlar çöpe atılmış emek ve çöpe atılmış paradır. Ama maalesef bunu yapmalıyız, çünkü kendilerini buna hazırlayan başkaları var. Fakat şurası gerçek ki -ve bir asker olarak şerefim üzerine tüm samimiyetimle söylüyorum- harcamalar içinde beni en çok üzen, Ulusal Bankanın kasasından birkaç silah daha alınsın diye çıktığını gördüğüm paradır. Bununla birlikte, milis kuvvetlerinin barış zamanında da bir görevi vardır; milis kuvvetleri, yoğun nüfuslu merkezlerde, halkı birleştirmenin bir aracı olmalıdır. Doktorların milis kuvvetlerinde olağanüstü bir dayanışma hayata geçirilmelidir. Tehlike zamanlarında, hemen yoksul Küba halkının sorunlarını çözmeye gitmelidirler. Ama milis kuvvetleri aynı zamanda, bir üniformayla birleştirip eşitleyerek, Küba’nın bütün sosyal sınıflarından insanlarla birlikte yaşamak için bir olanak da sunar. Biz sağlık işçileri Eğer biz sağlık işçileri –bir zamanlar unutmuş olduğum bu unvanı bir kez daha kullanmama izin verin- başarılıysak, eğer dayanışmanın bu yeni silahını kullanıyorsak, eğer hedefleri biliyorsak, düşmanı biliyorsak ve gitmemiz gereken yönü biliyorsak artık bizim için geriye sadece bu yolun her bir gün aşılacak parçasını / adımını bilmek kalıyor. Ve bu adımı bize hiç kimse gösteremez; bu adım her bireyin kendi özel yolculuğudur. Bu adım, kişinin kendi bireysel deneyiminden edinecekleri ve halkın iyiliğine adanmış işini yaparken kendinden verecekleridir. Şimdi geleceğe doğru yürüyüşümüz için tüm her şeye sahipken, hadi Marti’nin tavsiyesini hatırlayalım. Şu an için ben bunu bilmezlikten geliyorsam da, biri daima örnek almalı “Anlatmanın en iyi yolu yapmaktır.” Hadi, artık, Küba’nın geleceğine doğru yürüyelim. Kaynak : sendika.org
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|