Queensland'i önce sel bastı, arkasından hortum vurdu. Perth'deki yangınlar bitti derken 6 aydır beşik gibi sallanan Christchurch'e fay hattı ölümcül darbeyi vurdu. Kent merkezi, simgesel anıtları ile birlikte yerle bir oldu. Christchurch yaralarını nasıl saracak, hala sallanıp duruyor zaten derken...
Aradan bir ay geçmedi ki, bu kez de , Japonya’yı yüzyılın en büyük beşinci depremi vurdu. Japonların mühendisliğine, yapılarının güvenliğine güvenimiz tam, ama Tsunami bu boyutlarıyla belli ki hiç hesaba katılmamış. Kuzey doğu kıyılarına uçak hızıyla ulaştı, önüne ne geldiyse yıktı geçti, yıktıklarını önüne kattı, bir balçık dalgası ile yıkmaya kirletmeye devam etti. Uçaklarla arabalar, gemilerle yollar, evler tarlalar hepsi birbirine girdi. Onbinlerce insan kayıp. Koca bir çöplüğe dönüşen kıyılarında, Japonya ölülerini bile bulamıyor.
Dehşetin arkası kesilmiyor. Bu kez bir başka tehlike ile karşı karşıyayız. Japonya’nın nükleer santrallarınından biri patlamak üzere, yüksek oranda sızıntı var. Bir tanesini daha soğutmaya çalışıyorlar. Yüzbinlerce insan santral çevresindeki evlerinden boşaltıldı, evsizler artık, işssizler, temiz suları yok. Verilere ne kadar güvenebiliriz bilmiyoruz ama depremden etkilenen diğer reaktörlerin de olduğu kesin. Bir yandan milyonlarca Japon elektriksiz.
Ne oluyor doğaya hükmeden gururlu insana?
Ne oluyor dünyayı tüketen uygarlığımızın kendinden emin ve kibirli yükselişine?
Hesaba katmadığımız oyuncu ne?
Bizi vuran doğa mı yoksa gururumuz, açgözlülüğümüz mü?
Türkiye son aylarda doğal felaketlerden korunuyor gibi. Gerçi AKP hükümetini hem doğal hem de toplumsal bir felaket saymak gerçekçi olur. Talana açtıkları orman alanlarını, koyları, kıyıları;, kullanma hakları yatırımcılara satılan su kaynaklarını, doğal cennetlerin ortasında kurulan santralları, açılan altın madenlerini, kurulmak istenen nükleer santrallari düşününce... Bir çırpıda yaşam kaynakları ellerinden alınan köylüler bir yana, yok edilen doğanın geri dönüşü yok. Onunla birlikte bir halkın da geleceği yok oluyor.
Ne dersiniz bizi vuran doğa mı yoksa açgözlülüğümüz mü?
Uygarlığımızın olanaklarıyla yakından hem de anında tanık olduğumuz bu felaketlerden ne dersler alacağız?