Dedenizin ünlü bir besteci, babanızın Oscarlı bir yönetmen, erkek kuzeninizin yakışıklı, Oscarlı bir jön olduğunu düşünün. Erkeklerin başarılarıyla, egolarıyla dolu bir ev. Bazısını bastırır ailesinin başarısı, çıtayı yükseltir kendinden önce gelen. Bazısını da Sofia Copolla gibi kamçılar.
Ne olursa olsun, büyürken ya da ergenlikte o başarılı pırıltılı evin Sofia Copollaya ağır gelebileceğini düşünürdüm. Bunu düşünmeme beni iten sebep genç yaşta sessiz sakin Oscara aday olmasıydı. Ama bu düşüncem Gezici Film Festivalinde Sofia Copolla‘nın 2010 yapımı Somewhere (Bir Yerde) filmini izleyince tamamen değişti. O günden sonra ünlü bir aileden gelmenin çoğu zaman bir avantaj olduğunu, aynı imkanların ünlü bir aileden gelmeyen ama gerçekten yetenekli genç bir sinemacının elinde olması halinde neler yaratabileceği fikri düştü aklıma.
Lost In Translation( Çeviride Kaybolmak)Sofia Copolla ‘nın Lost in Translation filmi sılada çekilen yalnızlığı gerçekten çok iyi yansıtmıştı. Film boyunca ünlü bir adamın aslında her sıradan insan gibi sıkılabileceğini, ruhunun daralabileceğini anlıyorsunuz. Bir yandan da okulunu yeni bitirmiş genç bir kızın arayışını başka bir kültürde kendini nasıl dinlediğini gözlemliyorsunuz.
Sonuç olarak Lost In Translation filmi yavaş temposuyla sizi gözleme ve anlamaya yönelten sahneleriyle gerçekten farklı bir filmdi. Çoğu yönüyle Sofia Copolla ‘nın bu filmiyle Oscar’ı hak ettiğini düşünenlerdenim.
Somewhere(Bir yerde)
Ünlü bir adamın, anlamsız hayatını yanına gelen kızıyla anlamlandırması. Somewhere filminde verilmek istenen mesaj bu. Ama film boyunca daha çok bu fikir burnumuza sokulmaya çalışılıyor. Yavaş sahneler, bakışmalar, tekrarlar izleyiciyi yoruyor.
Somewhere filmine çok emek, vakit ve para harcandığı belli. İnsan filmden çıkarken bütün bu harcamaların başka önü açık bir genç yönetmene verilmesini diliyor.
Sofia Copolla‘nın biri zorlamadan uzak ve yalın, diğeri tamamen zorlama ve etkileme çabası olan iki filminin ortak yanı, ünlülerin yaşamlarındaki boşlukları ve mutsuzlukları işlemesi. Belki de bu boşluk ve yalnızlık genç Copolla’nın hiç de yabancı olmadığı bir ortamın ürünüdür. Bu da çoğu yönetmenin ya da senaristin kendi çevresinden beslendiğinin en büyük kanıtı.
"erkek kuzeninizin yakışıklı, ..... olduğunu düşünün"
Bir kompliman olarak kabul ediyor seni öpüyorum.
En yakisikli erkek kuzenin!