A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Şeriat ülkesinde kadın olmak.

Kategori Kategori: Kültür/Sanat | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: A Yorum | 08 Şubat 2011 00:06:41

Zekiye Yüksel, Antalya, İstanbul ve Suudi Arabistan'da görev yapmış, 25 yıla yakın çalışmış, mesleğine gönül vermiş emekli bir edebiyat öğretmeni. Emekli olduktan sonra doğduğu yer Demre'ye taşınmış ve şu an yaşamını, yazarak, resim yaparak sürdürüyor. Genç yaşta eşini kaybeden ve tek oğlu Barış'ı yalnız başına büyüten Zekiye Hoca'yla Suudi Arabistan'daki öğretmenlik yıllarını anlattığı, Cumhuriyet Kitapları'ndan basılan, Şeriat Ülkesinde Kadın Olmak adlı kitabını konuştuk...

Suudi Arabistan'daki öğretmenlik süreciniz neredeyse 4 yıl sürüyor, nasıl oldu da şeriatın, sıcaklığı 50 dereceyi geçen çöl ülkesine gitmeye karar verdiniz?

Suudi Arabistan'a gitmeden bir ay öncesine kadar orada Türk Okulu olduğunu bile bilmiyordum. 1992 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan yurtdışında görevlendirme sınavını kazandım. On yıl, Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde görevlendirilmeyi beklerken bir Eylül sabahı bana Suudi Arabistan'a gönderileceğim söylendi. Doğal olarak tepkim çok büyük oldu, 'hayır' dedim. Korktum, ürktüm, Suudi Arabistan yönetiminin kadına bakışını, kadınların kıstırılmışlığını elbette biliyordum. Dışişlerinde görevli şube müdürü; okulu, okulun yapısını anlattı, kız öğrencilerimizin bayan öğretmene gereksinmesi olduğunu söyledi. Orada zorlanırsam geri dönebileceğimi öğrenince bir yıllığına gittim, dünyanın en sevimli yaratıkları olan öğrencilerim beni üç buçuk yıl kapı aralığında bırakıp Suudi Arabistan'a hapsetti. Beş yıllık görev sürem dolmadan döndüm. Korkudan dudaklarım patlasa da her şeyi göze alarak gittim.

Kitabınızdan anladığımız kadarıyla 'modern çarşaf' diye nitelendirdiğiniz abayeyi giymek zorunda kaldınız..

Kimliksizleştiğimi hissettim, ben artık Türkiye Cumhuriyetinin değil Suudi Arabistan'ın insanıydım, bir gölgeden farkım yoktu. Ayağıma dolaşan, yürümemi engelleyen abaye beni kendime yabancılaştırıyor, hiçlik duygusuna kapılmama neden oluyordu. Tek tipleştirilmiş, bir birey değil, bir sürünün parçası olmuştum. Artık abayenin içine ne giydiğinizin önemi yoktu. Ayrıca el bileklerinize ve ayak topuklarınıza kadar örten bu giysi erkeklerden de korumuyordu ne yazık ki…

Kitabınız orada tuttuğunuz günlüklerinizden oluşuyor, günlük tutmak, onları kitaplaştırmaktaki amacınız neydi?

Bu günlüklerimi kitaplaştırmaktaki amacım, ne dini aşağılamak ne de vicdanı inanç biçimi olarak Müslümanlığı yermek, karalamak. Suudi Arabistan'ın herkesçe bilinen kutsal şehirlerinin olmasının yanında başka bir yüzünün de olduğunu, yani insan yaşamının her alanını belirleyen, her tür gelişmeye karşı, kadını yok sayan, evrensel insanlık değerlerine yabancılaşmış şeriatın kadınları, insan yaşamını nasıl baskıladığını anlatmak… Kısaca; Türkiyeli kadınlarımıza şeriatı tanıtmak, kendilerine soru sormalarını, düşünmelerini, kadının tarihsel gelişimine ve dönüşümüne bakmalarını sağlamak, kadının kurtuluşunu “böyle gelmiş, böyle gidecek” mantığının dışında aramak gerektiğini göstermektir. Çünkü biz kadınların aklen zayıf olmadığı gün gibi aşikâr, dünyada bugün geldiğimiz, durduğumuz nokta erkeklerden farklı değil.

Okurlarınızın sizin öğretmenliğe bakış açınızdan, öğrencilerinize adanmışlığınız karşısında duygulanmaması elde değil. Gericiliğin kıskacında nasıl yeniden üretiyordunuz kendinizi?

Şeriat ülkesinde bile bana zaman yetmiyordu. Öğrencilerimden kendime çok az zaman kalsa da Şeriat, sokaktan, toplumdan, insandan kısaca yaşamdan soyutlayınca kendime yabancılaşmamanın tek yolu okumak ve üretmekti. Okumak ve yazmak zaten benim yaşam biçimimdi. Okuduklarımla varsıllaşıyor, yaşamı yeniden üretiyordum, şiir yazmak gibi bir şey, yaşamdan aldığınızı sözcüklerle yeniden üretip yaşama vermek gibi hani… Penceresizliğe, balkonsuzluğa karşı çıkamayan bir halkın ülkesinde yalnız ve kadın öğretmen olarak çalışmak ve insanın kendini yeniden üretmesi çok da kolay değildi elbette. Orada her zaman kapı aralığında durmak gibiydi benimkisi, dönmeliyim diyordum, içimdeki bir ses -ki öğrencilerim- biraz daha kal diyordu. İneklere gösterilen hassasiyetin (süt fabrikalarındaki ineklerin kimliği var) kadınlara gösterilmediği bu ülkede kadın olarak çalışmak mutluluk vermeli bana, ayakta kalmalıyım, diye kendimi telkin ediyordum. Öğrencilerimin bana çok hem de çok gereksinmeleri olduğunu düşününce yaşamımdaki tüm olumsuzlukları öteliyordum… Sanatın olmadığı bir ülkede yaşayan öğrencilerim için okul nasıl bir çölde vaha ise (abartmıyorum) ben de oksijeniydim onların.

Çok fazla okumuşsunuz kaldığınız süre boyunca, Goethe'den Dostoyevski'ye, Yaşar Kemal'den Nazım Hikmet'e… Onlara tutundunuz da diyebilir miyiz, hayatı mutavvaların (ahlak polisleri) baskısı altında, örtülerin, yasakların altındaki bir nesile Nazım okuyarak bitirmişsiniz son dersinizi. Değişiyor muydu öğrencileriniz sizinle ne dersiniz?

İlk kez ders kitaplarına girmişti Nazım Hikmet, bunun benim için ne demek olduğu kitabı okunduğunda daha çok anlaşılır. Öğrencilerimin değişimine gelince, değişim öyle kolay değil. Öğrencilerimin etkilendiklerinden, arayışa girdiklerinden, yaşamın başka bir rengini gördüklerinden, duyularının harekete geçtiğinden, duygularının inceldiğinden, kitap okuma alışkanlığı edindiklerinden eminim. Öğretmenlik yaşamımdan çıkarıyorum bunları. Yıllar sonra karşılaştığım öğrencilerim kitap okutmamla neler anlatıyorlar bir bilseniz… Öğrencilerime ne çok kitap hediye ettiğim gibi kitap okutma yüzünden başıma neler gelmedi. Her şeye karşın ben doğru bildiğimi yaptım, çekinmedim yönetimlerden, çok çalıştığım için fazla bir şey diyemiyorlardı. Öğrencilerimin zihinsel ve kültürel düzeyini geliştirmek, insani değerleri vermek önemlidir benim için.

Sanatın (sinemanın, tiyatronun, konserlerin) yasak olduğu bir ülkede öğrencilerimle tiyatro sahneye koyuyor, velilerimize, öğrencilerimize izletiyorduk. Şiir dinletileri düzenliyorduk. Öğretmenlik dört duvar arasında bilgi vermek değil ki… Onların her türlü sorunlarını paylaşmanın yanı sıra onların çok yönlü gelişmelerine katkı sunmak için çaba harcıyordum. Neler yapmadık ki…“Öğretmenim ben de tiyatro, şiir, öykü… yazdım, bakabilir misin? Bu yazdığımız oyunu oynamak istiyoruz, bizimle ilgilenir misin?” derkenki heyecanlarını nasıl unuturum?

Şeriat neler yapıyor kadına, dinselleştirilmiş bir toplumsal hayat, nelere mal oluyor?

Kendi üzerimden söylersem tek başına bir kadın bir hiç Suudi Arabistan'da. Hele eşiniz, oğlunuz, babanız yanınızda değilse ve yabancıysanız yaşamınız kararmış demektir, ekmeğinizi bile almak için bakkala gidemezsiniz. Suudi Arabistan'da, pencereden ya da ana kapıdan dışarıyı seyredemezsiniz. Zaten pencereler ve iç kapılar yüksek duvarlı avluya açılıyor. Akraba da olsa bir kadının kocasının izni olmadan bir erkeğin eve gelmesi, onunla görüşmesi kesinlikle yasak. Evlerde balkon yok. Kaçak yapılsa bile bir kadın balkona çıkıp çamaşır asamaz. Kadının sokaktaki yaşamdan nasıl soyutlandığını; “Karılarınızı aşağı yerlerde oturmaya zorlayın” Arap atasözünde de görmek mümkün. Bu anlayış, Suudi Arabistan'ın resmi ideolojisi, Sünni İslam'ın en köktenci, en bağnaz yorumu olan Vahhabîlik mezhebinden kaynaklanıyor. Vahhabîlik, kadını yok sayan, Kur'an'ı insan yaşamının her alanına uygulamaya çalışan bir mezhep. Oysa Suudi Arabistan'ın ekonomik yönden gelişmesi, kadının eğitim görmesi; kadının çalışma yaşamına girmesini kaçınılmaz kılmış. Kadınlar eğitim ve sağlık alanlarında çalışmalarını dinci-yobaz çevrelere kabul ettirmişler; fakat dinci-yobaz çevreler, Suudi erkeği yabancı kadınlarla aynı ortamda çalışırken Suudi kadını için belli çalışma alanları belirlenmesini dayatıyor.

Şeriat yasaları; aşırı dinci tutumları kurumsallaştırırken cinsiyet ayrımcılığını, kadını küçük düşürmeyi, yok saymayı da kutsuyor, hedefine de kadınları alıyor. Kadınlar, erkeklerin vesayet ve velayeti altındalar. Erkekleri izin verirse eğitim ve sağlıkla ilgili kurumlarda İslami kuralların belirlediği koşullarda ancak hemcinsleriyle çalışabiliyorlar. Tepeden tırnağa örtülü, peçeli Suudi kadını aileden bir erkek eşliği olmadan şehir ve ülke dışına çıkamazken “peçeyle örtülü yüzü” bir başkasının pasaportuyla yurtdışına, haram sayılan erkeğin özel arabasıyla çarşı pazara, istirahata çıkmasını da olanaklı kılar.

Burada, kadın üniversiteye gitmek, işe başvurmak için vasisinin iznini almak zorunda. En şaşılacak durum da evli üniversiteli kızlar arasında bile, kocasına yeni bir gelin tanıştırması, kocası için gelin araması doğal.

"Havaalanında erkek bekliyordum"

Ben mesela, en büyük sıkıntımı Riyad havaalanına girince yaşıyordum. Polis pasaportuma el koyarak beni bir hücre gibi bir odaya atıyordu. “Erkeksiz dışarı çıkamazsın” diye. Okul şoförü, ya da okuldan görevli bir erkek resmi işlemleri yaptırarak beni çıkartıyor, evime götürüyordu. Türkiye'den her dönüşüm boğuyordu beni, Riyad Havaalanına indiğim andan itibaren kalbim sıkışıyor, gerildikçe geriliyordum. Her zaman aynı şey… Pasaportuma el konulacak, polis eşliğinde aynı kaderi paylaştığım kadınlarla bir odaya tıkılacağım…

Riyad'a her girişimde bunu yaşamanın ne büyük sıkıntı olduğunu anlatamam size, kadınlığınız aşağılanıyor, onurunuz zedeleniyor. İnsanlık dışı kuralların egemen kılınmasını, çok geri bir dönemin geleneklerinin çağımızda yasak olarak devam etmesini aklım almıyordu. Erkekler potansiyel suçlu gibi görüyorlar kadını. Alçalıyorsunuz, aciz kalıyorsunuz. Oysa okul şoförüm bir erkek, ne kocam ne babam ne de oğlum. Çelişki değil mi? Bir keresinde okuldaki erkek öğrencimle uçakta karşılaşmış havaalanı çıkışında yaşadığım sorunu paylaşmıştım. “Ben yardımcı olurum,” dediğinde çözüm olmaz oğlum demiştim. Çıkışta birlikte kuyruğa girdik, öğretmeni olduğumu söyledi. Pasaportuma işlem yapıp bana uzattı görevli, şaşırdım. Onuncu sınıf erkek öğrencime güvenip pasaportuma el koymayıp hücreye atmadılar. İçim ezildi. Nasıl bir anlayış bu? Kadın olduğum için bana güvenmiyorlar, öğrencim erkek olduğu için ona teslim ediyorlar beni. Öğrencimle çıkınca okul şoförüm de çok şaşırmıştı. Ben, Türkiye'de akıllıyım, tek başına yolculuk yapabilirim, evime gidebilirim, Şeriat Ülkesi'ne gelince akıldan noksanım, sırtımda abayem, başım örtülü de olsa evime gidemem, neden? Ben zavallının biriyim, iffetimi koruyamam Arap erkeğinden. Öyle mi?

Suudi Arabistan'ın kutsal yerlerini ziyaret etmiş insanlarımız Suudi Arabistan gerçeğini yaşamazlar. O nedenle ülkenin 'başka yüzünü' göremezler. Ama hacca giden kadınların bile kaçırıldığını 'başka yüzünden' öğrenebilirsiniz.

"Kadınlar mahkemede kendilerini bile savunamıyor"

Kadınlar davalarını erkek temsilcileri olmadan savunamıyor, yargıçların kadını tanıması için iki erkek refakatçisi olması gerek. Ülkede kadınların yanlarında kocaları ya da yakın bir erkek akrabası olmadan seyahat etmeleri yasakken özel şoförüyle alışverişe gidiyor varsıl Suudi kadını. Çünkü şoförü onlara göre kölesidir, erkekten bile sayılmaz. Erkek hizmetçilerinin yanında duvarlarla çevrili villa ya da saraylarının havuzlarına çok rahat girebilirler. Kadını şiddetten korumaya yönelik yasal düzenleme yok. Tecavüze uğrayan kadın sokağa çıktığı için suçlu bulunur. Aile içinde şiddete de ceza yoktur. Yeter ki kadın erkeğinin hizmetlerini yerine getiremeyecek kadar yaralanmasın… Erkeklerin saldırısına ve tecavüzüne uğrayan kadınlar; namusunu koruyamadıkları, olayı açıklayarak iffetine leke sürdükleri için hapislik ya da kırbaç cezasına mahkûm edilir.

Peçeli, dışarı çıkan Suudi genç kızlara özel arkadaşlık için erkeklerce telefon numaraları bir şekilde verilir. İlginç sonuçlar ortaya çıktığı da çok olur anlatıldığına göre. Telefon numaralarını çeviren genç kız, erkek kardeşine ya da babasına ait olan sesle karşılaşabilir. Suudi erkeği her ne kadar eğitilmiş, yurt dışında öğrenim görmüş olsa da şeriatın erkek egemen gerici kültüründen kurtulması çok zor. Suudi erkeğinin gururlu ve kıskanç olduğu, genellikle evlenmek için cahil kızları talep ettikleri, bu nedenle tıp öğrenimi görmüş ya da bilgili olan kızların evlenmesinin zor olduğu söylenir. Şeriatla yöneltilse de Suudi kadınlardan her ne pahasına olursa olsun mücadele edenler de var, evde kalma pahasına düğünlerde oğullarını evlendirmek isteyen annelerin bakışlarına aldırmayarak kendi eşlerini kendileri seçmenin mücadelesini veren geç kızlar olduğu gibi.

Şeriat Ülkesi, Suudi Arabistan'ın adını duyduğumda irkilirdim, ama kadınlarının bu kadar kötü koşullarda yaşadığını, erkeklerden bu kadar korkacağımı oraya gitmeden önce asla düşünemezdim. Kafamda yarattığım baskın düşünce Müslümanların kutsal ülkesi olmasıydı. Şeriat kıskacına alınca sizi milyonlarca insan için kutsal olan değerlerin nasıl da anlamını yitirdiğini görüveriyorsunuz. Abaye giymeden sokaklara tek başına çıkıp yürümenin keyfini ben Türkiyeli kadınlara nasıl anlatabilirim? Mutavvalarla yüz yüze gelmemenin rahatlığı içinde; sokaklarda yürümek ne büyük coşku ne büyük heyecan!

Siz AKP'nin iktidar olduğu bir dönemde gidiyorsunuz S.Arabistan'a, orada da okulun yönetici kadrosuna kadar AKP'nin kadrolaşmasından bahsediyorsunuz, siz döndüğünüzde AKP'li yılların ortasındaydık, neler değişmişti?

Neler değişmedi ki? Sünni devlet anlayışı gittikçe kurumlaşıyor, laiklikten söz etmek gülünç geliyor bana, kendi çıkarlarına yabancılaşmış, hak ve özgürlük bilincinden yoksun bir toplum yaratılmaya çalışılıyor, ki sendikaların durumu, üye sayısının gittikçe azalması ortada. İnsanlar daha mutsuz, bireyci, ama daha çok tüketiyor, kapitalizme daha iyi hizmet verir hale gelen insanlar, kendine bile yabancılaşıyor, tüketiyor, kadının iş yaşamından yavaş yavaş çekilmesi, örtünen kadın sayısının, kadına yönelik şiddetin artması, kapitalist sistemin korunması ve devamı için ırkçı ve dinci eğilimlerin yükselmesi, eğitim ve sağlık sorunlarının artması (güvencesiz çalışma ve özelleştirmenin hız kazanması, özellikle emekten yana sendikaların -Eğitim-Sen'in- güç kaybetmesi), iktidarın kendi sendikasını yaratması, örgütlenmeye ve eylemlere karşı görülmemiş bir tahammülsüzlük, eskiye öykünen zihniyet, sorunların maneviyatsızlıkla üstünün örtülmesi, sadaka kültürünün yerleşmesi (yoksulluğu onaylamanın diğer adı sadaka kültürüdür)...

"Ülkemin ve çocuklarımızın geleceğinden endişe duyuyorum"

Kitapta 7. sınıf öğrencinizin nişanlandığından bahsediyordunuz, geçtiğimiz haftalarda Konya'da da 11 yaşında bir kız çocuğunu nişanladılar, pembe pabuçlarla kandırarak. S. Arabistan'dayken sokakta bir çocuğa araba çarptığını ve kimsenin ağlamadığını yazmıştınız, kader diye, yine Konya'da Kuran kursu binası çöktüğünde kız çocukları ölmüştü ve aileler kader deyip şikayetçi olmamıştı, benzerlikler ürkütücü değil mi sizce de, yoksa “İran oluyoruz” hassasiyeti sıradan bir “şehirli, elitist tutumu”mu?

AKP'li yılların getirdiklerini, AKP zihniyetini düşünürsek benzerliklerin olması çok doğal. Ben ülkemin ve çocuklarımızın geleceğinden endişe duyuyorum. Kitabı yazış amacım da bu. Şeriat (totaliter siyasal İslam) ülkesinde kadının ve emekçilerin durumu çok kötü. Her ideoloji kendi insan tipini yaratmak ister. Irk, cinsiyet, sınıf ayrımı yapan dinci anlayış (7. yüzyılın köle anlayışıyla) da kendi insanını yaratacak ki varlığını sürdürebilsin. İtaatkar, kadere boyun eğen insanı, sömürmek, baskı altında tutmak çok kolaydır. Yoksul ve cahil insanı; öbür dünyayla avuturlar, şükreden hale getirirler, kendi ve dünya sorunlarından uzaklaştırırlar. Korkutarak korku toplumu yaratırlar. İnsan bilincinde farklılaşma olmuyorsa olay ve olguların nedenlerini sorgulamıyorsa….. acımasızca sömürülen, yalnızlaştırılan, çözümsüz bırakılan insan dine neden sarılmasın?

S.Arabistan'da okulda yaşadığınız sıkıntılardan bahsederken “örgütsüz olmak çok kötü” demiş sosyal demokratları da eleştirmiştiniz. Orada yaşadıklarınız politik tutumunuzu, hattınızı başka bir yere taşıdı mı sizce?

Kitabımı okuyanlar; benim politik duruşumu açıkça göreceklerdir. Politik duruşum kendimi yeniden üretmemi, kendime, mesleğime, öğrencilerime, iş arkadaşlarıma yabancılaşmamamı, kısaca şeriat ülkesinden sağlıklı dönmemi sağladı. Sınıf bilincine sahip olmanın ne kadar önemli olduğunu orada anladım. A ya da B 'de durmam değil nasıl durmam gerektiği önemli olduğunu kitabı çıkarırken, çıktıktan sonra daha iyi öğrendim.

“Ben; insanlar ve cinsler arasında hak eşitsizliğini, diğer insan hak ve özgürlüklerine karşı saygısızlığı, emperyalizme uşaklığı, insanların dini duygularının sömürülmesini, bir avuç insan lüks içinde yaşarken yoksulluğu kader saymayı, sadaka kültürünü dayatmayı, haksız savaşları, başkalarının düşüncelerine saygısızlığı, mezhep ve ırk ayrımcılığını, kadınlara zorla ya da maddi çıkarlar sağlayarak örtünmesini dayatmayı, öğrencisini meta olarak görmeyi, örgütlenme ve hak istemenin önünde engel olmayı, dönekliği, ikiyüzlülüğü, çıkarcılığı, bencilliği, yalancılığı, sahtekârlığı, zorbalığı, şiddetin her türlüsünü, ötekileştirmeyi en büyük ahlâksızlık, namussuzluk olarak görüyordum çünkü!” (Şeriat Ülkesinde Kadın Olmak)

AKP'nin içki yasakları, türbanı serbest hale getiren düzenlemeleri, Kılıçdaroğlu'nun tarikatları buyur eden açıklamaları, kadına yönelik şiddetin artması, Arena ıslıkçıları malum… Bir de Arabistan'da yaşamış biri olarak size soralım, Arabistan olur mu Türkiye'den?

Türkiye insanı Suudi Arabistan'ı tam gerçekliğiyle bilir ve öğrenirse -ki şeriatın en koyu uygulandığı ülke- Türkiye'nin bir şeriat ülkesi olması zor, fakat gericiliğe karşı güçler çok dağınık ve tehlikenin farkında değil. Eğer Kars'taki İnsanlık Anıtının yıkılmasına izin verirsek; bu ülkeye şeriat gelir. Bakınız bu ülkenin 23 ilinde (yasak yoluyla) içki içilmediği söyleniyor. AKP zihniyetini iyi okumak gerekir; Unutmayalım ki “Demokrasi amaç değil araçtır. Elhamdülillah şeriatçıyız. Referansımız İslam. Referansımıza ters hiçbir şey yapmak ve yaşamak istemiyoruz. Hem laik hem Müslüman olunmaz,” diyen, neo-liberal politikaları uygulayan ve ülkemizi emperyalistlere teslim eden, emekçilere düşman bir başbakanımız var. Biz seyirci kaldığımız sürece de onun gibileri hep olacak.

Çektiğiniz sıkıntılara karşın Şeriat ülkesine gitmekle pişman olmadığınızı söylüyorsunuz?

Suudi Arabistan'a gittiğime asla pişman değilim. Çünkü o ülke benden çok şey götürürken aynı zamanda yaşamıma çok şey de kattı. Kadın sorunları üzerinde daha çok düşündüm, kafa yordum. Laikliğin geçerli olmadığı bir ülkede demokrasiden söz etmenin mümkün olamayacağını öğrendim. Kadını yok sayan ideolojiyi günümüz kadınına kurtuluş olarak sunmaya çalışanlara söyleyecek çok şey biriktirdim. İnsan var olan değerleri yitirince değerini daha çok anlıyor, önemsiyor. Cumhuriyet değerlerini, elde edilen hakları yitirmemek için başta kadınların mücadele etmesi gerektiğine inandım! Benim, 7. yüzyıl Arabistan'ında ortaya konulan o günün toplumsal koşullarına uygun kuralları, gerçekleşen olayları, olguları eleştirmek gibi bir derdim de yok. Ancak, XXI. yüzyılda hâlâ Arap erkek egemen köle düzenini kutsayan, bu düzeni kadına kurtuluş reçetesi olarak sunan zihniyetin gün geçtikçe İslam ülkelerinde ve özellikle de ülkemde güçlenmesinden kaygılandığımdan günlüklerimi kendime saklamayı uygun bulmadım. Şeriat ülkesinin gerçeğini Türkiye insanıyla paylaşmak için iki kitap dosyasıyla döndüm. Şeriat ülkesinde Kadın Olmak-Bir öğretmenin Suudi Arabistan Günlükleri yayınlandı, Özne Oldum Sevmek Eyleminde-Suudi Arabistan Şiirleri de yayınlanacak yakında...

Son olarak eğitime gönül veren ve eğitim gericilere terk edilemeyecek kadar ciddi bir iştir diyen öğretmenler “Devrimci Eğitim Şurası”nı toplamaya karar verdiler, 1968'den sonra ikinci kez... Siz ne düşünüyorsunuz, bu çalışmalar umudu olabilir mi memleketin?

Çalışan öğretmenlerine örgütlenme hakkı tanımayan, siyasi baskı altında tutan, öğretmenlerini güvencesiz çalıştıran bir yönetimden eğitim sorunlarının çözümünü beklemek yanlış olur. Toplumun köklü değişimine ve dönüşümüne tek çare de elbette eğitim değildir. Fakat bilinçli bireyler olmadıkça, yaptırım gücü oluşturmadıkça sorunlarımızı nasıl aşacağız?

İstediğimiz eğitim sistemine yatkın siyasi erkin olması, yeni bir devrim ufukta görünmediğine göre beklemek mi gerekecek? Hayır. Okul öncesinden üniversiteye kadar sorunlarımızın gerçeği demokratik, bilimsel, laik eğitimden vazgeçilmesi, batının tekniğini kullanan, kafası İslam olan hükümetlerin uyguladığı neo- liberal politikalardır. Toplumsal sorunların ayrılmaz parçasıyla eğitim sorunları; öğretmeni, öğrenciyi, velileri derinden etkileyerek ülkemizin, toplumumuzun geleceğini tehdit eder boyuttadır. Demokratik, bilimsel, laik eğitim istemimiz doğrultusunda değişimin önündeki engellerin bilinçli insanlarla aşılabileceğini düşünerek örgütlenmek ve var olan örgütlerimizi birleştirmek zorunlu hale gelmiştir. Uygarlığa giden yolda toplumsal değişmede eğitim bir kaldıraçtır, eğitimin çözümüne ne kadar katkımız olursa toplumsal sorunlarımızın çözümüne de o kadar katkı olacaktır.

Eğitimin demokratikleşmesi, toplumun demokratikleşmesi sürecinden ve mücadelesinden bağımsız düşünülemez. Eğitim sorunlarının toplumsal sorunlarla birlikte ağır olduğunu biliyoruz; ancak çözmede olanaklarımız da az değil. Aydınlığın önünü kesenleri, neo-liberal politikaların zararlarını bildiğimiz gibi eğitimin sorunlarını çözebilecek yolu da biliyor olmamız büyük bir şans. Bu bağlamda; şuranın demokratik, bilimsel, laik eğitim için neo- liberal politikalara, gericiliğe karşı en kısa zamanda mücadele etme süreci başlatacağına ve güç birliği yaratacağına inanmak istiyorum. Bu isteğin belki de umudun yaşama geçirilmesi zor gibi görünse de örgütlü bir gücün zorun üstesinden gelebileceğine inanmaktır önemli olan. İnsanlığın tarihsel gelişmesi başarıyla sonuçlanmış mücadele örnekleriyle doludur. Bugün, kendini yurtsever, demokrat, ilerici sayan insanların ülkesinin ve çocuklarının geleceği için örgütlenip mücadele etmekten başka yapabileceği bir şeyi yoktur. O nedenle emekten yana, devrimci güçlerin özellikle KESK'in bu şurada yerini alması gerektiğini düşünüyorum.

Kaynak : sol.org.tr

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 2 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git