
Türkiye'de yaşamak çok güzel. Ama çok zor. Yaşama omuz atmak, altında ezilmemek her babayiğidin harcı değil. Türkiye'de yaşamayı becerebilenler kanımca bir anlamda insanüstü varlıklar... Türkiye'de doğup, çocukluğunuzu, gençliğinizi orta yaşınızı orada geçirdiyseniz, yaşamın zorluklarına karşı her gün aşı oluyorsunuz. Bağışıklık sistemini güçlendiriyor ve burada ihtiyarlamayı becerebiliyorsunuz.
Fakat uzunca bir süre oradan ayrıldıysanız…
Yeniden yaşamaya başladığınızda, ilişkilerin, olayların sizi diğerlerine oranla daha fazla etkilediğini, yorduğunu, sorunların üstesinden gelmede zorlandığınızı, yaşamın üstüne çıkmayı beceremediğinizi hissediyorsunuz.
Fark ediyorsunuz ki; bağışıklık sisteminiz iyice zayıflamış…
Yaşam korkunç bir bezginliğe dönüşüyor…
Avusturalya’nın yaşamınızın ayrılmaz bir parçası olduğunu,kalıcı ve değerli dostluklar edindiğinizi farkediyorsunuz.
Öte yandan Kavafis’in dediği gibi doğduğunuz topraklar da paçanızı bırakmıyor…
Dünyanın en güzel yerinde de yaşasam, Türkiye’siz olamayacağını da yaşam bana 1982’den bu yana çok iyi öğretti.
Türkiye’de yaşamak zor, çok zor…
Ama (kendim için söylüyorum) Türkiye’siz de yaşanmıyor. Eh, yaş da artık kemalini buluyor…
Somon balıklarını bilirsiniz…
Ya da filleri…
Eninde sonunda doğdukları diyarlara, hem de ne kadar zor olursa olsun, akıntıya karşı yüzerek de olsa, şelaleyi tersine çıkarak da olsa dönerler…
Bir anı:
Altı yedi sene oluyor, eşimle birlikte hem tatil, hem de bölgeyi fotoğraflamak ve yazmak için Gökçeada’dayız.
Bilirsiniz 9 köyü vardır. Dostların tavsiyesi ile ünlü dibek kahvesini içmek için sabahın erken saatlerinde (adı sanırım Zeytinli’ydi) bir köye gittik.
Güneş daha yeni doğuyor.
Baktık yaşlı bir amca kahvehanesini açmış caddeyi suluyor.

Allah, Allah!...
Kahvehanenin içi de dışı da siyah beyaz.
İlgimi çekti, “günaydın” deyip daldık içeri. Duvarlar Beşiktaş takımının fotoğraflarıyla dolu. Amca ile tanıştık, adı Hristo. Sohbet o kadar koyulaştı ki; Hristo Amca’dan izin isteyip kahveleri eşim yaptı.
Merakla sordum: “Bu Beşiktaş sevdası da nereden?” diye...
“Evlat, ben Beşiktaş’ta uzun yıllar oynadım” dedi.
Hasbelkader, her Türk gibi, futbolla ilgilenirim. Ama Beşiktaş’ta Hristo diye bir oyuncuyu anımsayamadım.
Kalktık, fotoğrafları birlikte seyretmeye başladık. Hristo Amca’da açıklamalarda bulunuyor. Birde ne göreyim? Beşiktaş’ın yüzüncü yılı nedeniyle seçilen gelmiş geçmiş en iyi oyuncular arasında Hristo Amca gümüş listede…
6-7 Eylül 1955 acı ve utancından sonra Hristo Amca’da çoluğu çocuğuyla Türkiye’den ayrılmış. Ama birkaç yıl önce Türkiye’ye geri dönüyor, Gökçeada’nın bu köyünde dibek kahvesi yapmaya başlıyor…
“Hristo Amca, niye?” dedim. “Bunca yıl sonra niçin döndün?”
“Ölmeye evlat” dedi. “Kendi toprağımda ölmeye geldim…”
Sesi titriyordu.
“Filler gibi evlat, filler gibi” dedi.
Tam o anda benim de eşimin de gözüne çöp kaçtı… Birbirimize mendil verdik…
Hristo Amca yaşıyorsan sana uzun ve sağlıklı nice yıllar diliyorum, yok kaybettiysek üzerine ışıklar yağsın…
Türkiye…
Seninle çok zor…
Ama sensiz de olmuyor…