|
|
O eski birahaneler...Kategori: Yaşam | 1 Yorum | 21 Ocak 2011 03:59:47 Onlarca değişik ülkenin biralarının yanında siyah havyarın, füme dil ve rokfor peynirinin ikram edildiği günlerdi o günle... Bir dönemin birahaneleri, hem müdavimleri, hem de nadide yiyecek ve içecekleriyle göz kamaştırıyordu âdeta. Bugün yükseliş trendinde olan bira tüketimi, geçmiş zamanlarda oldukça inişli çıkışlı dönemler geçirmiştir
Buna paralel olarak bira kültürümüz bazı dönemlerde en üst seviyelere yükselmiş, kimi zaman da ilginç zigzaglar çizmiştir. Örneğin, Bomonti Bira Bahçeleri’nin en parlak dönemi olan 1950’li yıllarda toplumun belirli bir kesimde biraya sigara külü serpildiği zaman “daha çabuk ve daha fazla kafa yapar” diye yanlış bir inanış hâkimdi. Ne kadar ilginçtir ki, bu yanlış inanışa karşı münevver bir hizmet erbabı anlamlı bir misyon üstlenmişti. Şengül ustaydı bu gözü pek misyoner. Kendisi Beyoğlu’nun en gözde birahanelerinden biri olan Otomatik Birahanesi’nin bira çekme tezgâhında çalışıyordu o günlerde. Şengül usta bu inanışın doğru olmadığını, biraya ancak votka katıldığı zaman esritici etkisinin artacağını savunurdu. Otomatik’te birasını yudumlarken içine sigara külü silken birini gördüğü anda, bunun doğru bir yöntem olmadığını, birasına ancak votka katıldığı takdirde amacına ulaşabileceğini söylerdi konuğuna. Konuğunu ikna eder etmez tezgâha geçer bir duble votka alıp konuğun birasına ilave ederdi. Hatta çoğu zaman votkanın ücretini bile almazdı. Bu nedenle Ekspres ve Atlantik birahanelerine oranla Otomatik’te daha fazla votka tüketilirdi. Dahası o yıllarda Sıraselviler Caddesi üzerindeki “hizmet erbaplarının uğrak yeri olan” garsonlar kahvehanesine sık sık gelir, bu inanışın ne kadar yanlış ve sağlığa zararlı olduğunu yana yakıla anlatmaya çalışırdı meslektaşlarına. Ardından da biraya votka ilave edilmesi yönteminin forse edilmesini rica ederdi. Kendisinin başlattığı bu insancıl mücadeleyi kısa bir süre içinde hizmet erbaplarının neredeyse tamamına yakını benimsedi. Ne kadar güzeldir ki, birkaç yıl sonrasında Şengül usta “Geldim, Gördüm, Yendim” mutluluğunu doya doya yaşamaya başlamıştı artık. O günlerde Otomatik’te bütün bunlar yaşanırken, daha yirmi yıl kadar öncesinde Mihail Statateo’nun işlettiği Lala Birahanesi’nin mönüsünün zenginliği etkileyici, hatta göz kamaştırıcıydı. Mönüde siyah havyar, mortedella, dil füme gibi enfes lezzetler yer alırken, içki listesinde Amer Picon, Dubonnet, Fernet Branca gibi nadide içkiler de bulunuyordu. Ayrıca servise sunulan rakı yelpazesini Bomonti, Bilecik, Keyif ve Dimitrakopulo rakıları süslerken, şarap listesini Mavrodafni (Kara Defne) adlı alkol derecesi yüksek ancak oldukça yumuşak içimli bir “mistel” zenginleştiriyordu. Aynı yıllarda Alman uyruklu, top sakallı, göbekli ve güler yüzlü Rudolf Fischer’in mekânı da bira tutkunlarının uğrak yeriydi. Burnunda takma gözlük kullanan Rudolf Fischer’e babacan ve kalender meşrep davranışlarından dolayı mekânın müdavimleri “Baba” lakabını takmışlardı. Yine aynı günlerde Çiçek Pasajı’nın giriş kısmının sağ tarafında, Sahne Sokağı’nın başlangıcında dönemin en gözde birahanelerinden Nektar bulunuyordu. Dimitro Manikas’ın işlettiği Nektar’da Bomonti Bira Fabrikası’nın fıçı ve şişe biraları servise sunulurken buranın mönüsü de en az Lala ve Fischer’in mönüsü kadar zengindi. Ayrıca Degüstasyon Lokantası gibi Nektar Birahanesi de Çiçek Pasajı’nın meyhaneler pasajına dönüşmesinde öncü oldu. Gerek Degüstasyon’un pasajın içine bakan birahanesine, gerekse Nektar’a ayağı alışan bira tutkunları zaman içinde Çiçek Pasajı’nda açılan meyhanelere hayat verdiler. Böylece bira kültürümüz bir bakıma meyhane kültürümüze koltuk çıkmıştı âdeta. Daha da gerilere dönersek, 19. yüzyılın sonlarında en güç beğenen damakların bile tadına varacağı çeşitli mezelerle birlikte siyah ve sarı biranın su gibi aktığı birahaneler cennetiydi Beyoğlu. Bir dönemler Pera sakinlerinin en ünlülerinden biri olan Said Naum Duhani bu cennetten nasibini almış olan şanslılardan biriydi. Kendisinin anlattıklarına göre, Guillaume Tell’in yurttaşlarının uğrak yeri İsviçre Birahanesi “Nicoli” idi. Almanlar, Avusturyalı ve Macarlar daha ziyade “Viyana Birahanesi”ni tercih ediyorlardı. “Strasbourg Birahanesi” ise, Fransız muhabirleri, gazetecileri ve profesörlerinin kalesiydi âdeta. Osmanlıların müdavimi oldukları “Anadolu Birahanesi”nin dev akvaryumunda kırmızı balıklar tur atarken, büyüleyici güzellikte şakıyan bülbüller mehtaplı geceleri unutulmaz kılıyordu hep. Bütün bu birahanelerde Arnavutköy istiridyelerinden siyah havyara kadar uzanan zengin yiyecek yelpazesi sunulurdu konuklara. İstanbul’da ilk birahaneyi açmış olan Alman uyruklu Bruchs’un mekânı belki de o günlerin en zayıf servisine sahipti ama sonraki yıllarda görkemli Londra Bar olarak İstanbulluların karşısına çıktı. Daha sonraki yıllarda da Meşrutiyet Caddesi üzerinde bulunan “Benzur Birahanesi” çok beğeni toplayan birahanelerden biri durumuna geldi. Yazın mekânın önüne, özellikle de trotuara masalar konur, burada konuklara nefis Çekoslavak biraları ikram edilirdi. Cadde-i Kebir’e (İstiklal Caddesi’ne) çıkıldığı zaman o dönemin en ünlü muhabbet tellallarından Tüysüz Naçik’in turladığı yerde, Concordia ve Comer’s kafeşantanlarının biraz ilerisinde “Grambrinüs Birahanesi” bulunuyordu. Tüysüz Naçik bu ünlü kafeşantanların önünde ahu dilber cins-i lâtifleri pazarlar, kimi zaman da sefa tezgâhını Grambrinüs Birahanesi’nde açardı. Hâsılı çok kozmopolit olaylar yaşanıyordu o günlerde. Ayrıca, dönemin ünlü birahanelerinden “Santral (Merkez) Birahanesi” Hacopulo Pasajı’nın biraz ilerisindeydi. Burası yemek türleri ve bira çeşitleriyle zor beğenen konuklarının bile büyük takdirini kazanmıştı. Aynı şeyler “Lüks Birahanesi” için de geçerliydi. Bütün bu birahaneler Beyoğlu’na ayrı bir renk, ayrı bir hareketlilik kazandırırken, Şişli Meydanı’nda “Çılgın Sarika”nın sahne aldığı bahçeli birahane her akşam konuklarıyla dolup taşıyordu. O dönemin Beyoğlu’su gazinoları, kafeşantanları, birahaneleri, meyhaneleri, Taksim ve Tepebaşı bahçeleriyle, bunların yanı sıra pek tabii ki bel kıvırıp göz süzen fingirnoz hanımlarıyla gerçekten muazzam bir eğlence ve kültür merkeziydi. Bu eğlencelere yabancı içkilerin hemen her türü katkıda bulunurken, zengin bira yelpazeleri de zor beğenen damaklarda inanılmaz güzellikler yaşatıyordu. O günlerde piyasada Çekoslovak ve İngiliz biralarıyla, Alman ve Macar biraları da bulunuyordu. Hatta dönemin en ünlü biralardan biri olan Sırp birası “Yogodina” bile damak tadı tutkunlarının hizmetine amadeydi. Ayrıca, Selanik’te üretilen “Olympos” birası da bol miktarda bulunuyordu piyasada. Bomonti ve Nektar bira fabrikalarının ürünlerini ise söylemeye bile gerek duymuyorum hiç. Bugün mü?.. Her şey iyi güzel de bir de birahane hizmeti bile veremeyen mekânlar tabelalarına “Pub” diye yazmasalar, o zaman her şey çok daha güzel olacak.
Yorumlardeniz
{ 21 Ocak 2011 05:11:48 }
ah ah nerede o gunler
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|