A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Kendin: Hak Olan

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 1 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 12 Ocak 2011 04:06:44

"Kendi bilincine bağlı olarak yaşamak" insanın kendi onurunu inşa etmesidir. Onur; kendi yetilerini kendin için işlevli kılabilmektir. Bireyin anlamı kendisinden ürettiği değerlerle yaratılır ve bu değerlere bağlılığı onun bütünlüğünü oluşturur. Bütünlük, bitmiş-tükenmiş durağan bir kütle değil, tersine kesintisiz bir eylemlilik sürecindeki şiirsellik, ya da müzikal bir armonidir.

Güzellik doğada yoktur, orada “Güzel” vardır. Güzeller geçici, göreceli ve değişkendir ama Güzellik mutlaktır, diğer kavramlar gibi. Bizler aslında mutlakları yaşarız, göreceli şeyler mutlakların beliriş biçimi, geleneksel dille söylersek tecelli halleridir. “Güzel” olarak yargıladığımız sonlu şeyler sadece uyaranlardır, uyarı ise biyolojik varlığımızın fizyolojik bir işlevinden ibaret… Kendi varlığımızın tamlığını bu düzeyde duyumsayamayız. Uyaranların aklımızda, bilincimizde ve ruhumuzda bıraktığı izi yaşarız. Bana göre yaşamın tamlığına bu noktada ereriz. Beden, zihin ve farkındalık; bunun üçünün birliği bize bizi verir. Bu bütünlüğe eremeyişimiz kendini bize hissettirir zaten; sıkıntı, boşluk, tedirginlik ve öfke biçiminde.

“İnsan kendi hayat deneyiminden kendi içinde hakikat sorgulaması yaparsa bu yolda pek çok güzellik bulur.” Aslında hakikat sorgulaması doğrudan bireyin kendini kendi önüne koyarak benliğinin tüm gizli köşelerine göz atmasıdır; bilincin her şeyi delip geçen keskin gözleriyle içindeki katı duvarları delip arkasına geçme serüvenidir. Ama bu cesaret ister: Neyin cesareti? Kişinin tüm sığınaklarını tahrip edebilme, tutunduğu tüm dalları bırakma, inanç, aidiyet, yapay ego oyuncakların bir tarafa atma cesareti.

Kendimden hareketle konuşuyorum: Öfkelerime, sabırsızlıklarıma, korkularıma, kıskançlıklarıma, bağnazlıklarıma bakıyorum. Bu zehirleri kendi içimde ne kadar tanırsam başkalarını o ölçüde anlıyorum. Kendimle baş edemezken başkalarına ucuz nutuklar atmanın, kesip-biçmenin, yargılayıcı ve suçlayıcı belirlemelerde bulunmanın ne denli zavallıca bir şey olduğunu görebiliyorum. Ve bu noktada hem bir utanç hem de anlayışın filizlendiğini görüyorum. Böyle olması gerekir, bu “Gerekir” bir dilek ya da seçim değil, Varlığın doğasından kaynaklanan bir akış oluyor.

Marks’ın din hakkında söylediği bir sözü hatırlıyorum: “İnsan kendi yarattığının egemenliği altına giriyor” der. Yeryüzünde tanrısız insan yoktur, keskin bir söylem olacak belki ama tanrısız insan olamaz. Egonuz, şöhretiniz, malınız-mülkünüz, kariyeriniz, güzelliğiniz… Vb.  ya da-ya da; erdemleriniz, değerleriniz, hakka bağlılığınız, insana olan muhabbetiniz…

Nietzsche “Tanrı Öldü” dedi, ama sonra delirdi. Bütünlüğü olmayan insan ya delirir ya da delirme diyarında gezinip durur. Kendi olabilmek için gerekli potansiyeli olan insan bunu gerçekleştiremezse sıkıntı çeker… Bu noktada sahici arayışlara yönelir ve bu tip insanlar kendilerini rahatlıkla aşma şansına sahiptirler, ama öte yandan kendi içlerinden zincire de bağlı kalabilirler. İnsanın kendini aşması demek o zamana kadar kendi olmasını sağlayan tüm dayanaklarını terk etmesi, yani ölmesi demektir. Dönüşüm de ölen kişi değil, egodur. Ve bağlanıp kaldığımız, kendimizi özdeşleştirdiğimiz neyimiz varsa işte onlar Ego’nun dayanaklarıdır, hem de çok sağlam dayanaklar.

Bunu görmek zor değil. Bir insanın inançlarını biraz sorgulayın, taşıdıkları ve sımsıkı korudukları “Doğru”larını birazcık zorlayın, aidiyetlerine hafifçe bir dokunun…

Psikanalistlerin söylediğine göre hastalar yüzleşmek istemedikleri, kaçınmak istedikleri bir noktaya gelirlerse hekime sinirlenirmiş. Bunu görmek için hekim olmaya gerek yok, kendi içimize ve günübirlik ilişkilerimize baksak yeter.

İnsan yaşamı boyunca şu ikilemle kesintisizce yüzleşir: (Kaimlik-daimlik ),  kalıcılık-süreklilik, başka bir deyişle sabitlik ve değişkenlik. Ama sabit kalamaz, değişim sorumluluğu ile kaçınılmaz olarak yüz yüze gelir. Değişmek sabiteyi terk etmektir ve bu durum insanı ürkütür.

Kalıcılığın güvencesi sabitlik değil değişimdedir. İç dünyamızda oluşan sıkıntıların, öfkelerin ve korkuların oluştuğu noktadır burası. Yaşam kesintisizce aktığına, yani sürekli değiştiğine göre insan bu değişime bir yanıt vermek zorunda kalır. İnançlarına, geleneklerine, aidiyetlerine ve sahip olduklarına yapışır, fakat öte yandan değişim rüzgarı onun bu bağlarını çözüp savurur. İnsanın kendini armonik bir zarafetle inşa etmesi ile bir taş gibi donup kalmaya çalışmasının sonuçları bu anda kendini gösterir, insan bu anda kendi olur, kendini bilir.

Âdem ile Havva’nın cennetten kovulma öyküsü insanın bu ezeli-ebedi sorununun ifadesidir, bundan dolayı tazeliğini hiç kaybetmeyecek. Yılan simgesi bilincin kışkırtıcığını anlatır. İnsan özdeşlikte kalamaz, kendini dönüştürmek zorundadır. Ona biçilmiş kalıpta yaşayamaz, ona çizilen sınırda kalamaz.

Değişen şartlar içinde kendine bir yön çizemeyen insan ne yapar? Şekilci olur; kendisinden daha güçlü gördüğü odakların ya da bireylerin yapıp ettiklerini kopya eder. Burada anladığımız anlamda insan yoktur, Heidegger’in deyimiyle “Şey İnsan” vardır. Kolayca sürü insanı haline gelebilen zayıf benlikler. Güçlü ve ortaklaşa kullanılan bir kabuğun altına gizlenmiş Fanatikler; Fanatikliğin belirgin özelliği yaratıcılıkla ilgisiz ama yıkıcılıkta son derece inatçı olmasıdır.  Burada toplu fanatiklikten daha ötesini düşünmek gerekir, bireysel fanatikler de var; bu halleri ise inatçılık, öfke ve hoyratlık olarak görülür.

Başka bir hal: Tamamen edilgenlik; Kendi yok ama sürükleyeni var.  Gölgesi bile yok. “Başkasının gölgesine girenin gölgesi olmaz.”

Her şeye itiraz, hiçbir şeyi beğenmezlik tatminsiz ve huzursuz tepkiler, bir başka tavır olarak görülür. Genel olarak yıkıcı ve öfkeli tepkiler bu halden de doğar. Saldırganlık ve öfke dışa yöneldiği gibi içe de yönelir. Depresyon; depresyon içe yöneltilen öfkedir.

Anlayabildiğim kadarıyla kendi kendisiyle ve dış dünyayla nasıl ilişki kuracağı her bireyin kendi sorumluluğunda. Bu ilişki biçimi onun mutluluk ya da mutsuzluğunun temel nedeni. Bu noktada kimse kimseye için bir şey yapamaz, sadece deneyimlerini paylaşabilir. Garip bir durum, deneyim paylaşmak bile belirli bir olgunluk, açıklık ve sorumluluk istiyor. Mevlana’nın deyimiyle “can bağdaşması.” Çünkü zannedildiği gibi ortak fikirler taşımak, benzer ilgi alanı içinde olmak, birbirine içini dökmek bile yeterli olmayabiliyor.

Ahh biz insanlar şu kendi değerimizin boyutunu bir fark edebilsek!  İşte o zaman kendi kendimiz hak edebiliriz; Hak etmek ne büyük huzur.

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 1 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

sayeste { 24 Ocak 2011 16:47:01 }
mustafa alagözden sorunlarımıza bir bakış açısı
diğer yazıları "ayorum" da. felsefe de sağaltım aracı olabilir, eğer doğru kullanılırsa.   
öpüldün
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü
DEVLET-ULUSTAN FEDERASYONA, ekitap
Dünyada altın madenciliği nasıl yapılıyor, kazalar ne kadar yaygın?
Afganistan: Aktivistlerden kadınlar için online dergi

Rusya: İngiltere'ye ait hedefleri vurabiliriz
AB, Türkiye'ye verdiği mülteci fonunun nasıl harcandığını öğrenemiyor.
Avustralya Dışişleri Bakanı Wong: Filistin'i tanımaya hazırız.
İngiltere'de polis, silah ruhsatı almak isteyenlerin eşleriyle de mülakat yapmaya başladı.
Beterin beteri var!

İstanbul kirada Avrupa’nın lideri
Türkiye AB’nin 6 milyar Euro mülteci yardımını nasıl harcadı, AB Sayıştayı’nın eleştirileri neler?
Yoksulluk sınırı bir yılda 24 bin TL arttı.
Türkiye son 20 yılda faize 563 milyar dolar ödedi
Uber Avustralya'da taksi şoförlerine 178 milyon ABD dolar tazminat ödeyecek

Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.
Franz Kolschitzky: Viyana Kuşatması'ndan Kalan Kahveleri Değerlendiren Girişimci
Kış güneşi arayan Britanyalıların adresi Türkiye

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI
TARİHSEL KİŞİLİK
TARİHSEL İNSAN
SÜREÇ VE TARİHSEL ÖZNE

'Yeşil İslam' Endonezya'yı iklim çöküşünden kurtarabilir mi?
İsviçreli kadınlar AİHM'de görülen iklim değişikliği davasında zafer kazandı.
Yorgun dünya artık yavaş dönüyor
Avustralya’daki dev yosun ormanlarını yapay zekâ koruyor
2023'te sıcaklık rekoru kırıldı

Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar
Sanal Gerçeklik, Artırılmış Gerçeklik , Metaverse, Sanal Uzay Nedir?

Bilim insanı Matthieu Juncker ekosistemi gözlemlemek için ıssız adada 8 ay tek başına kalacak.
Beynine çip takılan kişinin düşünceleri 25 dakika boyunca okundu.
14 Mart Pi Günü, Günün Kutlu Olsun Pi !
Tüm canlılar için en ideal sıcak
Avustralya’da 350 kişinin konuştuğu yeni bir dil gelişti

Türkiye artık yabancılar içinde ucuz değil…
2023'te 282 milyon insan açlık yaşadı.
Servet dağılımı adaletsizliği: Türkiye'de %1’lik kesim servetin %40’ını alıyor
BM Raporu: İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısında soykırım suçu iddiası
Doğurganlık oranında 'büyük düşüş': Ülkelerin % 97'sinde nüfusun azalması bekleniyor

GEÇİTKALE'DEN GELİYORDU...
GENÇ BİR YAZARA BİRKAÇ TAVSİYE
DEĞİŞİYOR, YOKSULLAŞIYOR
“KİRAZ ZAMANI” SERÇELER, KİRAZ AĞACIMIZ, RAZZİA
Enflasyon Rehberi

UCUZ ET
Hesap
---İST
SANDIK
TAKSİ DURAĞI

İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi
Dünyanın İlk Destan Kahramanı: Gılgamış


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git