|
|
Dereler ve isyanlar üzerine...Kategori: Çevre | 1 Yorum | Yazan: Haberci | 10 Ocak 2011 13:04:57 Türkiye'nin son dönemde en fazla tartıştığı konulardan HES'lerle ilgili merak edilenlerin derli toplu yer aldığı ilk kitap gazeteci Mahmut Hamsici'nin "Dereler ve İsyanlar"ı. Kitabı hazırlamak için Türkiye'yi karış karış dolaşan Hamsici Kastamonu'dan Artvin'e, Muğla'dan Rize'ye HES canavarına karşı direnişlere tanıklık etti. Mahmut Hamsici kitabın öyküsünü ve kitapta öyküsünü anlattığı derelerin isyanlarını Sendika.Org'a anlattı...
Dereler ve İsyanlar kitabında HES meselesini nasıl bir yöntemle ele aldın? Başından beri benim asıl amacım HES yapılan ya da yapımı planlanan bölgelere gidip oralarda projelerin nasıl yaşama geçirildiğini, başlanan projelerin o yörenin insanları için ne tür problemler yarattığını ve HES’lere karşı gelişen toplumsal hareketleri belgelemekti. Yani yapmak istediğim bir saha çalışmasıydı. Ana akım medyaya da bilgi akışı oluyor ama bu, buzdağının görünen yüzü. Örneğin HES’lerle ilgili bugün Anadolu’da en büyük yıkım Artvin’in Murgul ilçesinde yaşanıyor ama medya Murgul’la hiç ilgilenmiyor. Hem medyanın her yöreden haber geçmesi mümkün değil hem de burada bazı kırmızı çizgiler var. Örneğin birçok büyük basın kuruluşu Sabancı grubunun Erzurum’daki HES projeleriyle çok fazla olumsuz haber yapmak istemez. Ya da HES yatırımları olan Çalık grubunun ATV’sinde, Sabah’ında pek HES haberi göremezsiniz. Bir yandan da bütün bu çalışmayı su ve su havzalarının ticarileştirilmesi perspektifiyle yapmak ve dağınık bilgileri belli bir bütünlükte sunmak istedim. Bunu yaptıktan sonra kamuoyunun HES’lerle ilgili genel anlamda merak ettiği bilimsel bilgileri de araştırarak, okuyarak ve röportajlar yaparak toparlamaya çalıştım. Böylece kitapta bir yandan saha notları akarken aralardaki Tabiat Bilgisi bölümleriyle bu bilimsel bilgiler aktarılıyor. Kitabı hazırlarken “Sadece HES mağdurlarıyla değil hükümetten isimlerle ve HES’çi şirketlerle de görüşmeyi talep ettim ama olumlu cevap alamadım” demişsin. Bu kaygı niye? Bu kitabı açıkçası taraf tutarak yazdım ama bu objektif olmaya ya da karşı tarafın görüşlerini de almaya engel değil. Karşı tarafla görüşmeye çalıştım. Çevre ve Orman Bakanı’yla dahi görüşmeyi talep ettim. Cevap gelseydi kitaba koyacaktım. Gittiğim yerlerde de HES’leri savunan insanlarla görüşmek istedim. İnsanların neden HES’leri savunabileceğinin bilinmesinin önemli olduğunu düşündüm. Kimi yerlerde insanlar HES’çi ve HES karşıtı olarak bölünmüş durumda. Bazı yerlerde konuşanlar oldu ama çoğunluk konuşmamayı tercih etti. Peki aynı yerde yaşayan insanlar nasıl oluyor da HES’çi ve HES karşıtı olarak ikiye bölünüyorlar? Birçok yerde çıkar ilişkileri nedeniyle insanlar HES’leri savunuyor. İnsanlara kimi yerde rüşvet verilmiş kimi yerde bazı taşeron işler devredilmiş. Bir de tabii hükümetin propagandasından etkilenip “Ülkem için iyi olacaksa devletime suyumuz feda olsun” diyen insanlar var. Böylece kimi yerlerde bu insanlarla HES’lere karşı çıkan insanlar arasında ayrışmalar yaşanıyor. Bugün kardeşin kardeşe selam vermediği köyler var. Bir de aynı yörede yaşayıp HES’lerden daha az etkilenecek insanların meseleye yaklaşımıyla daha fazla etkileneceklerin yaklaşımı da farklı olabiliyor. Örneğin Erzurum İspir Aksu Vadisi’nde toprakları HES’in kurulacağı alanın üst tarafında yaşayan köylüler alt tarafta yaşayan köylüler kadar HES’lere tepkili değiller. Bu bahsettiğin işbirlikleri nasıl yürütülüyor? Bunlardan bir örnek verir misin? Şirketler bir vadiye girdiklerinde ilk önce oranın imtiyaz sahiplerini, kanaat önderlerini, muhtarlarını yanlarına çekmek istiyor. Başarabildikleri yerler oluyor başaramadıkları yerler. Örneğin Rize Salarha Vadisi’nde bir şirketin ÇED süreci kapsamında halkı bilgilendirme toplantısına gitmiştim. Şirketle muhtarlık arasında 25 bin dolarlık bir rüşvet protokolü imzalanmış. Muhtar da herkesi ikna etmiş. Sadece bir kişi, Kazım Delal orada tek başına HES’lere karşı mücadele veriyor. Toplantıda söz aldığında muhtarın adamları Kazım Amca’nın üzerine yürüdüler ama neyse ki sonunda büyük bir kavga çıkmadı. Bu yöntem bazı yerlerde tuttuğu için şirketler bunu bilinçli olarak kullanıyorlar. Gittikleri yerdeki insanları bölerek oradan büyük bir tepki çıkması ihtimalini azaltmış oluyorlar. Bu durumun üstünde şimdiye kadar medya pek durmadı ama şirketlerin bu stratejisinin küçük yerlerdeki toplumsal barışı zedeleyen bir işlevi oluyor. Bununla ilgili henüz çok büyük çatışmalar yaşanmadı ama yaşanması an meselesi. Şirketler bu tehlikenin farkında oldukları halde bu ayrılıkları körüklüyorlar. Ama bir yandan da HES karşıtı mücadelelerin insanları birleştirici bir yanı yok mu? Doğru, kesinlikle var. Ortadaki tüm hükümet propagandalarına ve işbirliklerine rağmen birçok yörede halk bir arada mücadele veriyor hatta bu mücadele yıllardır aynı coğrafyada yaşayıp ortak yaşam alanları olmamış insanları da bir araya getiriyor. Bir örnek vereyim. Düzce ve Sakarya’da Aksu Deresi üzerine yapılmak istenen HES’lere karşı yörede farklı etnik kökenden köylüler ilk kez bir araya gelmiş durumda. Burada hem Karadeniz’in farklı yerlerinden gelenler hem de Çerkesler yaklaşık 100 yıl önce köylerini kurmuşlar ama tüm bu zamanda bırakalım ortak evlilikleri, ortak dostlukları aralarında bugüne kadar hiçbir iletişim kurulmamış. Şimdi bu insanlar kendi yaşamlarıyla ilgili bir sorun karşısında ilk kez birlikte mücadele veriyorlar. Birbirlerini tanıyorlar, karşılıklı ön yargılarından kurtuluyorlar. Peki bu ortak hareket etmenin getirdiği birleştiricilik sağ görüşten olan insanları da kapsıyor mu? Kesinlikle kapsıyor. Açıkçası bugün Anadolu’nun birçok yerinde HES’lere karşı mücadele verenler bugüne kadar sağ partilere oy vermiş insanlar. Ama neoliberalizmin yaşam alanlarına yönelik bu vahşi saldırısı karşısında politik alana dair algıları da değişebiliyor. Örneğin Loç Vadisi’nde bugüne kadar hep sağ partilere oy vermiş bazı insanlar eylem süreçlerinde ilk kez Kürt yurttaşlarla ya da solcularla bir araya geldiler. Loçlular İstanbul’da Cumartesi Anneleri’nin eylemine de katılmışlardı… Evet, bütün bu süreç insanları değiştiriyor. Bu arada bütün hak mücadelesi örneklerinde gördüğümüz bir şey var. Tıpkı Tekel direnişinde Trabzonlularla Diyarbakırlıların birlikte mücadelesinde gördüğümüz gibi HES karşıtı mücadele de bu topraklarda yeniden kardeşleşme açısından önemli bir zemin sunuyor. Bir tarafta yeniden kardeşleşme bir yanda toplumsal barışın bozulması. Hangisi daha ağır basacak sence? Bu sorunun cevabı HES karşıtı hareketlerin siyasi olarak önümüzdeki dönemde nasıl bir karakter kazanacağına bağlı. Solun buradaki işlevi çok önemli. Hâlihazırdaki hükümet-şirketler ve işbirlikçiler cephesine karşı tüm halk kesimlerinin bir araya getirilip birliğinin sağlanması çok önemli. Dünyadaki çevre hareketlerine bakıp örnek alabileceğimiz yerler var mı? Avrupa’daki çevre hareketleri daha çok STK’lar üzerinden yürüyen ve kapitalizmi çok fazla sorgulamayan hareketler. Bugün Türkiye’deki çevre hareketlerinin asıl esinlenmesi gereken coğrafyalar Bolivya, Hindistan gibi sistem karşıtı toplumsal hareketlerin var olduğu yerler. Zaten önümüzdeki dönem taban hareketleri ile STK’cılık arasındaki ayrım derinleşecek. Mecliste bekleyen Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı’nda STK’lara daha çok rol verilmesi, onların sürece katılması hedefleniyor. STK diye bahsettikleri de Avrupa Birliği için çevre alanında proje hazırlamış STK’lar. Bunların, hareketleri sisteme entegre etmek, pasifleştirmek gibi bir işlevi olacak. Bu STK’ların yapılarıyla ilgili bir örnek vereyim. Erzurum İspir Aksu Vadisi’nde Borusan çok büyük bir doğa kırımı yaparak HES inşaatlarını sürdürüyor. Bu şirket TEMA Vakfı’nın en büyük sponsorlarından. Ama TEMA Vakfı aynı zamanda HES karşıtı STK’lardan biri olarak biliniyor. Oradaki köylüler başta yanlarında olan TEMA’yı bu ilişkiyi öğrendikten sonra vadilerinden kovmuşlar. Kitapta kadınlar sürekli göz önünde. En açık ve kararlı konuşan, eylemlerde en önde duran, nöbet tutan kadınlar olmuş. Bunun nedeni ne olabilir? İlk akla gelen neden; evin temizliği, yemek yapılması, yaşlıların, çocukların, hastaların bakımı gibi faaliyetlerin hepsinin kadınların üzerinde olması. Dolayısıyla su, kadınların hayatında çok daha kritik bir yerde duruyor. Bir nedeni de daha önce bahsettiğim işbirlikçiliklerinin erkekler üzerinden yürümesi. Muhtarlar erkek, esnaflar erkek, köyün önde gelenleri erkek. Bu durum kadınları daha pazarlıksız hale getiriyor. Görüştüğüm erkekler sivri cümleler kurmamaya dikkat ediyorlardı ama kadınlar küfür etmekten bile çekinmiyordu. Jandarmalarla, HES’çi şirketlerle fiili olarak karşı karşıya gelindiğinde de öne ilk atılanlar, değnekleri, yumurtaları çıkaranlar kadınlar oluyor. Kitabın bir yerinde kadınların camilerde erkeklere bilgilendirme toplantısı yaptığından bahsetmişsin… Bu örneğe Artvin Ardanuç’ta rastladım. Derelerin Kardeşliği Platformu’nun yürütme kurulu üyesi olan Kamile Kaya ve arkadaşları geçen yıl tüm köy camilerini dolaşmış. Orada evler çok dağınık. “İnsanları nerede topluca yakalayabiliriz” diye düşünmüşler, akıllarına camilere gitmek gelmiş. İmamlarla görüşmüşler, onlar da kabul etmiş. Toplantılar cami hoparlörlerinden duyurulmuş. Kış boyunca her cuma bir namazdan önce bir namazdan sonra olmak üzere iki camiye gidip projektör cihazlarını kurup insanlara HES’leri anlatmışlar. Kamile ilk kez böyle bir şey yaptıkları için ilk toplantıda çok heyecanlıymış. Tam namaz başlamak üzereyken “Ben keseyim siz namaz kılacaksınız” demiş. Cemaatse “Yok, yok, sen anlat, biz sonra da kılarız namazı” demiş. Mesele o kadar meşru ki, başı açık bir kadın ki sosyalist görüşte biridir, camiye girip bunu yapabiliyor. Aslında bu durum sosyalistlerin bu ülkede halkın inançlarıyla hiçbir sorunu bulunmadığını gösteren bir örnek. Geçmiş dönemin çevre hareketleriyle bugünkü HES karşıtı hareketler arasında ne tür farklılıklar var? Çevre hakkı hareketleri Türkiye’de asıl olarak 1980’li yıllarda ortaya çıktı. Bunlar o dönem kentli orta sınıfların duyarlılıklarına dayanan hareketlerdi. Bergama örneği bu hareketler açısından başka bir dönemin işaretçisi oldu. Bergama bir çevre hakkı hareketiydi ama sorunu doğrudan yaşayan köylülerin kendi yaşam alanlarını savunmak için ortaya çıkardıkları bir hareketti. Bergamalı köylüler 80’lerdeki hareketlerden farklı olarak hem ezilenlerin bir taban hareketeydi hem de politik olarak da sistemle hesaplaşmaktan kaçınmıyordu. Bugünkü HES karşıtı hareketler de bence bu izleği takip eden öz savunma hareketleri. Bunun yanında hala o 80’lerdeki anlayışla hareket eden bir takım STK’lar da yok değil ama dediğim gibi önümüzdeki dönem kurtarıcılık misyonuyla, dışarıdan bir gözle halka yaklaşan örgütlerle taban hareketleri arasındaki ayrımlar daha da netleşecek. Kitapta HES karşıtı mücadelede gençler çok görünmüyorlar, bunun nedeni ne olabilir? Bizim de ilgimizi çekti bu durum, gençlerin oldukları yerler var ama az. Bunun nedeniyle ilgili fikir vermesi açısından Artvin Murgul örneğini verebilirim. Murgul’un kendine has bir özelliği var, zamanında bakırla var olmuş ve sosyal devletin nimetlerinden faydalanmış bir kasaba. Bütün özelleştirme, piyasalaştırma saldırısından sonra hayalet kasabaya dönüşmüş. İşyerleri kapanmış, güvencesiz çalışma sistemi yerleşmiş, küçük esnaflık yok olmuş, ciddi oranda göç yaşanmış. HES’lerin 2000’li yıllarda yapılmaya başlanmasıyla birlikte Murgullular iş imkânı çıktığını ve eski güzel günlere döneceklerini düşünerek HES’lere başta ‘evet’ demişler. Başka yerlerde de gördüm, gençler bu projelerle iş sahibi olacaklarını düşünerek karşı çıkmamışlar. Bu da HES’lerin yumuşak karnı. Ama HES inşaatı bittikten sonra bir santralde ortalama yedi sekiz kişi çalışıyor ve bunların çoğu vasıflı eleman olarak dışarıdan getiriliyor. Yani ortada uzun vadeli bir iş olanağı da yok. Tabii bahsettiğimiz durumun başka bir nedeni de bu yöre sakinlerinin zaten daha çok yaşlılardan oluşması. HES doğa katliamının yanında göçü de zorluyor diyebilir miyiz? Kitabın değindiği konulardan biri de bu. HES’ler çok ciddi bir doğa tahribatı yaratacak ama başka birçok sosyal probleme de neden olacak. Anadolu’da birçok yerde tarlalar dere kenarından suyun alınıp ark yöntemiyle toprağa verilmesiyle sulanıyor. HES’ler, orada tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanların tamamen geçim kaynaklarını kaybetmeleri ve mülksüzleşmeleri anlamına geliyor. Göçten başka bir şansları olmayacak o insanların. Bu göç hareketi kentlerde de birçok sorunu beraberinde getirecek. Tersten de köylerine geri dönmek isteyen insanların da böyle bir şansı kalmayacak gibi… Tam da bu yüzden HES karşıtı hareketler içinde inanılmaz bir emekli ve emekliliği yaklaşmış insan kitlesi var. Gençken çalışmak için şehirlere göç etmişler ve yıllarca emekli olduklarında köye dönme hayaliyle yaşamışlar. ‘Köyümde sürekli yaşamasam bile en azından yılın yarısını orada geçiririm’ diye düşünenler var. HES’ler, insanların dönmek istedikleri köylerindeki doğal yaşamı yok edecek. Bundan dolayı bugün kırsal kesimde başka hiçbir toplumsal muhalefet hareketinde göremeyeceğiniz kadar bir emekli aktivist kitlesi var. HES şirketlerinin ağızlarına pelesenk ettiği bir laf var. “Çevreciler ortalığı karıştırıyor” diyorlar. Kimdir bu çevreciler? Başbakan Rize İkizdere’de Sanko’nun HES’inin açılışında bir konuşma yaptı. “Bir takım çevreci tipler insanları kandırıyor” dedi. Bu kitap biraz da bunun nasıl büyük bir yalan olduğunu anlatıyor. Anadolu’da mücadele eden insanlar çevreciler filan değil doğrudan yerel halkın kendisi. Bu hareketler bir takım insanların oraya giderek oluşturduğu hareketler değil taban hareketleri. Loç Vadisi’nde bir mühendis eylem yapan köylülere destek için dışarıdan gelenlerle ilgili sivil polislik yapar gibi rapor yazmış. Bir mühendisin bu süreçte durması gereken yer neresi? Mühendislere bu konuda ne yapmaları gerektiğini söylemek açıkçası beni aşar. HES meselesi zaten mühendisler içinde de tartışma yaratmış durumda. Kimi mühendisler işin ortasını bulmaya çalışıyor ama meseleye su ve su havzalarının ticarileştirilmesi açısından bakarsan ortası yok. Ya savunacaksın ya da karşı çıkacaksın. Birçok yerde mühendislerden projelerin halkla ilişkiler uzmanı gibi çalışmaları isteniyor. Birçok yerde halkı bilgilendirme toplantılarında mühendisler çıkıp köylüleri ikna etmeye çalışıyor. Loç Vadisi’nde bir mühendis referandumdan önce “Şimdilik sabrediyoruz, esas referandumdan sonra görüşeceğiz” diyerek köylüleri tehdit etmiş. Orada bu hareketi yapacak en son insan mühendis olmalı. Ama tabii ki bunun yanında HES’lere karşı mücadelenin kent ayağında yer alan birçok mühendis de var. Gezdiğin yerlerde TMMOB’nin tavrını nasıl gördün? Akademisyenlerin projelere yaklaşımı nasıl? Açıkçası yerellerdeki hareketlerde TMMOB’nin çok etkisi yoktu. Daha çok TMMOB üyesi, belli bir politik bakışı olan mühendislerin çabalarını gördüm. Mühendislerin yaptığı tartışmalar akademisyenler arasında da yapılıyor. Doğrudan şirketlerle birlikte çalışan akademisyenler var. Şirketlerle çıkar ilişkisine girip bilirkişi raporlarında HES’lere olur veren akademisyenler var. ÇED raporlarını hazırlayan firma sahipleri ve yöneticileri arasında da birçok eski akademisyen var. Tabii bunların karşısında HES karşıtı hareketleri bilim cephesinden besleyen ve müthiş bir azimle vadileri dolaşan, köylülerle birlikte mücadele veren Beyza Hoca (Üstün), Fuat Ercan, Gaye Yılmaz gibi akademisyenler de var. Kentlerde düzenlenen panellerin etkisizliğinin karşısında kırsal kesimde panel düzenlemenin mücadele açısından önemli etkisi olduğu görülüyor. Büyük kentlerde nitelikli bilgiye ulaşım bir yandan çok daha kolay ama bilgi ona asıl ihtiyaç duyanlarla her zaman buluşmayabiliyor. Taşrada ise olanaklar çok daha az ve orada önemli bir konuda panel yapmak bir sürü insanın aydınlanmasına ve hatta bir mücadelenin doğmasına dahi vesile olabiliyor. Bir de tabii ki taşrada bilim insanlarının ve belli konuların uzmanlarının sözlerine büyük önem veriliyor. Amasya ve Tokat’taki Yeşilırmak Çevre Platformu’nun etkisi ilk olarak böyle doğmuş. Akademisyenlerin katıldığı geniş kapsamlı iki panelle etkili bir kamuoyu yaratmışlar. Örgütlenme metotlarından bahsedelim… Her platformun neredeyse bir internet sitesi var. Sosyal paylaşım sitelerini de sıkça kullanıyorlar. Bu hareketler iletişim alanını da mücadele için etkin olarak kullanıyorlar. Bu yeni toplumsal hareketlerin iletişimle kurduğu çok hayırlı bir ilişki var. İnternetle ilişki iki farklı amaç için kullanılıyor. Hem örgütlenmek hem de haber duyuruları için kullanılıyor. Sosyal paylaşım sitelerini çok etkin kullanıyorlar. Facebook sanıldığı gibi sadece kentli orta ve üst sınıfların kullandığı bir araç değil. Mesela Trabzon’da Solaklı Vadisi’ndeki örgütlenmenin temelinde Facebook kullanımı var. Burası büyük bir vadi. HES’e karşı olan insanlar birbirlerini sitede kurulan bir grup vasıtasıyla buluyor, sonra da bir araya gelip bir dernek kurmaya karar veriyorlar. Bu hareketler kendi alternatif medyalarını yaratıyorlar. Bunu da doğrudan kendi ihtiyaç ve olanakları dahilinde yapıyorlar. Kendi haberlerini kendileri yazıyorlar. Kimi kez küçük dijital kameralarla kimi kez cep telefonlarıyla tüm gelişmelerin fotoğraflarını, videolarını çekip bloglarında, sitelerinde yayınlıyorlar. İnternet sayesinde farklı coğrafyalardaki mücadelelerin birbirinden haberdar olması kolaylaşıyor. Ana akım medyaya karşı yeni bir halk medyası anlayışı doğuyor. Haber değeri anlayışları ana akım medyadan farklı. Kendi yaşamlarıyla ilgili her şey haber değeri taşıyor, makul olanı da bu. İlla eylemlerde kavga çıkmasına, büyük bir hukuki gelişme olmasına ya da önemli bir sanatçının vadilerine gelmesine gerek yok… Şiirler, şarkılar da çok dikkat çekici. Kentteki eylemci algısıyla oradaki eylemci algısı da farklı sanırım. Daha insancıl ve içten bir durum mu söz konusu? Bunlar meselenin insanlar için ne kadar hayati olduğunu gösteriyor. Oradaki birçok insan hayatlarında ilk kez HES’ler nedeniyle eylemlere katılıyorlar. Bu tepkisellik hayatlarındaki tüm alanlara yansıyor. Mesela Fındıklı’da yerel sanatçı Veysel Amca’yla tanışmıştım. Şimdiye kadar hep aşk türküleri yazmış ama HES’lere o kadar tepkili ki oturup bir de derelerini sattırmayacaklarına dair bir şarkı yazmış. En çok bilinen örnek de Yuvarlakçaylı kadınların Şalvar rap grubu. Mücadelelerde genelde hukuki mücadele doğrudan eylemin önünde gidiyor gibi… Şirketler hukuk alanının arkasından dolanmasını çok iyi biliyor. ÇED süreçleriyle ilgili kazanımlar kısa süreli oluyor. Buna ek olarak hukuk alanındaki mücadeleyi kısıtlayıcı yeni gelişmeler de yaşanıyor. Yeni Anayasayla birlikte idari mahkemelerin elinden yerindelik denetimi yetkisinin alınması HES’lerle ilgili kazanılan davaların sayısını azaltacak. Bunun dışında yenilenebilir enerji yasasındaki değişiklikle Milli Parklar, SİT alanları gibi alanlarda HES’lerin yapımı kolaylaşıyor. Bütün bu gelişmeler önümüzdeki dönem fiili halk mücadelelerini daha fazla gerekli kılacak. Şirketlerin fiili halk mücadeleleri karşısında tavrı sence nasıl olur? Bahsettiğim yasa taslağında koruma planlarının yapılması özel kuruluşlara, koruma görevinin de özel güvenlik birimlerine verilmesi planlanıyor. Bu çok tehlikeli bir gelişme. Önümüzdeki dönemde bu hareketlerin karşısına devletin güvenlik güçleri kadar şirketlerin özel güvenlik güçlerinin de çıkacağını tahmin etmek zor değil. Zaten bunun ilk örnekleri de görüldü. Giresun Çanakçı’da şirketin güvenlik güçleri geçen yıl bir saldırıda köylüleri hastanelik etti. HES’çi şirketlerden epey bahsettik. Peki, bu şirketlerin sermaye yapıları hakkında ne söylemek istersin? HES alanı şirketlere çok hızlı bir sermaye birikim imkânı sunduğu için burada geleneksel büyük sermaye grupları dışında AKP döneminde palazlanmaya başlayan yandaş sermaye gruplarını da görmek mümkün. Hem Çalık, Kiler, SANKO gibi grupların hem de Anadolu merkezli küçük yandaş sermaye gruplarının bu alanda çok önemli yatırımları var. Burada bir şeyi özellikle vurgulamak gerekiyor. Tabii ki projelerde yabancı şirketlerin de payı var ve HES borsası içinde yabancı şirketlerin sürece sonradan daha fazla dahil olmaları da bekleniyor ama buna rağmen önemli pay yerli sermayede ve bunların arasında ufak yerel şirketlerin önemli payı var. Düşünün ki Hakan Şükür’ün veya Trabzonspor’un bile HES yatırımları var. Bu durum meseleyi yabancı sermayenin istilasına bağlayan söylemi havada bırakıyor. Kapitalizmi sorgulayan bir mücadele tarzı ve söylem kendisini dayatıyor. Son olarak kitabın kapağıyla ilgili bir şeyler söylemek ister misin? Kapağı Erkal Tülek ve Davut Kanmaz hazırladı. Hem kitabın içeriğini yansıtan hem de estetik açıdan da nitelikli bir iş çıkarmak istediler ve ortaya okurların çok beğendiği bir çizim çıktı. Bir tarafta içinde tüm HES’çi cepheyi anlatan öğeleriyle yıkıcı dozer kepçesi var. Diğer taraftaysa ona kafa tutan, insana ve doğaya dair her şeyi içinde barındıran Artvin Geyiği var. Son olarak eklemek istediklerin var mı? Bu kitabın en önemli amaçlarından biri de farklı mücadelelerin birbirlerinin deneyimlerini paylaşmalarına ve ortak mücadele etmelerine vesile olması. Umarım buna bir katkı sağlar. Kaynak : sendika.org
Yorumlardeniz günal
{ 10 Ocak 2011 14:18:45 }
CANDAN YÜREKTEN ALKIŞLIYORUM
Diğer Sayfalar: 1. MAHMUT HAMSİCİ'Yİ.... HELAL OLSUN! ANASININ SÜTÜ BOĞAZINDAN GEÇEN HER DAMLA HER LOKMA HELAL OLSUN ONA. İŞTE EMEK İŞTE EMEKÇİ İŞTE YÜREKLİ BİR İNSAN. BİZE DE KİTABI ALIP OKUMAK ANLATMAK BİLİNÇLENMEK düşüyor.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|