|
|
Fahri Petek'in YolculuğuKategori: Yaşam | 0 Yorum | Yazan: M. Şehmus Güzel | 26 Aralık 2010 00:18:28 Bütün kötülük adamlarına ve bütün kötülüklerine rağmen Fahri Petek başardı. Yaşamını başardı. Yaşamını üç can arasında paylaşmasını bilerek başardı. Kendisi, eşi Neriman Hanım ve kızı Gaye ile. Evet. Yarattı. Yıkılmadı. Eğilmedi. Dik durdu. Dik durulmasını yakınlarına bir sır gibi emanet etti. Balık avlarken bile dik duran adamdı Fahri Petek: Dimdik her zaman.
Balık tutma merakının Fahri Petek'te bir çocukluk özlemi olduğunu, bir çocukluk ve ilk gençlik alışkanlığı olduğunu işte o zaman anımsarız. Ve işte o zaman kardeşlerim, birbiri peşi sıra İstanbul, Rami, Eyüp, Bergama, İzmir, Balıkesir, İstanbul defalarca, Üsküdar, Kadıköy çıkagelirler. Çok sesli bir dünya sarmalar hepimizi ve Petek'i böyle hatırlarız. Bu ses çümbüşü içinde babası Avni Hilmi konuşur. Anası Nebile Hanım konuşur. Mehmet Amcası konuşur: O Paris'i anlatır. Komünü ve komünarları. Mahe gülümseyerek, çünkü kaçak, İzmir’de bir vapura atlar: İspanya'da Uluslararası Tugaylar safında Cumhuriyet’i savunmaya yetişmek için acelesi vardır Mahe'nin. Çocuktur daha Mahe ama Cumhuriyet’in anlamını, önemini bilir. Çünkü o da Fahri gibi « Cumhuriyet çocuğudur ». Ama belli olmaz bakarsınız kaçak bindiği vapur İspanya yerine Arjantin'e savrulur. Bizim Mahe de. Ve Fahri’siz. Çünkü ilk firar girişiminde Fahri annesi tarafından Kordon’da enselenmiştir. Hilafım yoktur, kendisi bana anlatmıştır. Hadi Malkoçoğlu güler bu işe: 1940’ların başında yirmisindeki delikanlıya « Parti’ye alındın Fahri » diyerek Petek’e Türkiye Komünist Partisi üyesi olduğunu bildirmiştir Malkoç. O bu işleri iyi bilir. Tam o sırada Hasan İzzettin Dinamo, Vahit, Hilmi, İhsan, « Uzun » Muzaffer de söze katılırlar: « Hayat budur » derler, « yoldaş, yola kimi zaman tek başına devam edeceksin. » Mintanında birkaç damla kan. « Bolşevik » Cavit Bey'in sinemasında geceler karanlıkları yarar ve aydınlıklara kavuşturur gençleri ve çocukları. Bu bir mucize değildir. Bu bir iş bilmek sanatıdır. İş bilmek ve yaratmak. Anadolu'nun « Bolşevikleri » böyledir. Bilinmesinde yarar var. Gençliğimizi yaşıyoruz: Umutla dolu gençliğimizi. Fahri çocuktur, futbol oynar, « Pamuk »la yükselir ve bulutlara atar çalımını, güneşe en güzel golünü saklar. « Mırç » çıkar karşısına ona da basar çalımını. Ama dikkat kalede Attilâ İlhan vardır ve yollar bir akşam üzeri kesilir İzmir'de. Bir akşam yürüyüşü bir kahvede biter. Kodeste bitmesinden iyidir hani. Dört demli çay, biri iki şekerli. İzmirli üç delikanlı, Fahri Abi’ye, « Bize ille sosyalizmi anlatmalısın » derler: Evet bunlar üç gençtir. Fahri anlar ve kıramaz. Şükran Kurdakul'u çok tutar ama. Çok. Sonra Doktor Jaffe girer ses dünyamıza. Dikkat bu defa Paris’teyiz. En sıkısından hakiki halk mahallelerindeyiz. Bu ses Fransızca melodiler çalar, arkada kalan İstanbul tangosu ise gençlik günlerinin izlerini taşır. Beyoğlu ne zamandan beri Saint-Michel'le kesişiyor, Boğaziçi ne günden bu yana Seine Nehri’yle dalga geçiyor? Anlatır mısınız ey dostlar! Tünel Paris metrosunun gayri meşru çocuğu mudur? Abidin Dino'ya kalırsa öyledir. Ve eksiği de yoktur Tünel'in. Halatlar kopmazsa hele. Ve hele karşınıza onsekizinde bir sarışın çıkmazsa, hani sarılan ve solmayanlardan. İyi hoş ta, Galata Rıhtımı, halatların koparılması için dik-ilmi-yor mu orada ? Evet işte hemen orada. Kopar zincirlerini delikanlı, kopar kelepçelerini, kır kapıları ve çık, al başını ve git dercesine. Sansaryan Han'dan uzaklara git. Sidik, kan, ter ve kenef kokularından uzaklara git Fahri. Kurtar canını Fahri kurtar ! Evet uzaklara git Fahri. Çok uzaklara. Çık Çanakkale Boğazı'ndan. Ece Ayhan'ı selamlamayı unutmadan. Çünkü bu şair başka şairdir: Orada nöbettedir teklifsiz, « Çanakkaleli Melahat'le », sabahtan akşama akşamdan sabaha. Düşün yoldaş düşün, boğazındaki lokmayı zehire çevirmelerinden korkmuyorsan falakayı düşün. « Filistin askısını. » Uykusuz bırakılmaları. Sansaryan Han’ın « tabutlukları »nı düşün kardeşim. Çekilip koparılan tırnaklarımızı düşün. İşkencede zulümlerden zulümlere sürüklenen yoldaşlarını anımsa. Doğrul be Anadolu'm! Doğrul! Sabrın sınırı çoktan aşıldı. Ah! İs-tan-bul! Ah! Yıkılsın keneflerin. Yere batsın zindanların. « Hayriye Hanım, Faruk, Madeleine, Jean-Michel'le Paris'te randevum var, bana müsaade » der Fahri. Ve Galata’dan kalkar vapuru. İstanbul bir sis ve ses topluluğu içinde küçülür, küçülür, küçülür ve yiter. Yitme İstanbul yitme ne olur ! Bekle bizi ! Bekleeeeeeee ! Üç gün üç gece ve Marsilya önce. Sonra Paris. İşe bak « Mırç » da orada. Attilâ İlhan da. Atillâ « Abbas Yolcu » anlarının tadını çıkarmaya çalışıyor şekersiz kara kahvelerde. Zorlanıyor az biraz. Ama önemli olan Paris’in haritasını çıkarmak ve hiç vapura binmeden « Kaptanlık » yapmak. Kasket yeter. Şair şiir yazınca şairleşir. Doğan Avcıoğlu geçer. Feridun Çölgeçen de. Adam çölü geçmiştir, burada da herkesi geçer. Mübin, Komet, « Gügüş » de Paris’te, Abidin de. Abidin tangoda birincidir. Burası ta Paris'tir be! Mösyö Le Dizet insanlık dersleri veriyor Luxembourg Bahçesi'nde. 1968 sonundan itibaren Münevver de katılacak seminerlerimize. Mehmet Nâzım da. « Şair Baba »nın yıllar önce yürüdüğü kaldırımlarda o da yürüyecek. Burası Paris: İstanbul, Bergama, İzmir ve kardeşlerim duyuyor musunuz sesimi? « Kapansın el kapıları. Yok edin insanın insana kulluğunu. Bu davet bizim. » Aaaa o da ne? Bir gürültü duyuyorum Sorbonne taraflarında heyacan var. Heyecan var evet Paris kaldırımlarında : Sokaklar, caddeler, bulvarlar, meydanlar bizim. Bu bağırmalara, bu ihtilalci sloganlara ve gençlik seslerine Prag'daki tank sesleri karışıyor. Çık aradan Moskova çık! Peki lütfen yanıtlar mısınız? Profesör Courtois olmasaydı bu dünyada, bu dibi delik dünya öksüz kalmaz mıydı? Kalırdı. Hem de nasıl... Ve bir de Janine Hanım gerekli mutlaka. « Umut » filmini sınırları aşarak Paris'e kim getirecek? Bilin bakalım ? Hey Janine hey! Sait Faik’i aratmaz : Sessiz ve cesurlukta. Yılmaz Güney sinemasına aşk başkadır buralarda. Yılmaz da çok sever Janine Hanım’ı, Petek’leri ve herkesi : Bir sürgün yirmidört saatinde olur biter her şey. Ben yine de, Gaye mutlaka Yılmaz’ı anlatmalıdır derim. Fahri’nin gençlik yıllarının « Kasaba Filozofu » Hakkı Bey devreye giriyor aniden. Nedeni bilinmez ve sorulmaz. Filozofa soru soru-la-maz çünkü. Sonra Doktor Şefik Hüsnü, Reşat Fuat Baraner, Suat Derviş de söz alırlar. Marx Amca yürüyüş kolunun başındadır. Engels ve Lenin biraz sonra gelir. Herkes sırasını bilir. Akan zamana ve halaya hepimiz katılırız. Yürürüz kolkola. Ve « Mavi Gözlü Dev » rüzgarda saçları fırtına Şair Baba seslenir: « Yine görüşürüz dostlarım benim, yine görüşürüz. Beraber güneşe güler, beraber dövüşürüz. » Ve olacaklar olur: Fahri Petek'in dünyası burada, bu noktada, Normandiya'da veya Les Lilas’da, Atlantik Okyanusu’yla Seine Nehri arasında, geçmişiyle ve kendisiyle bütünleşir. İç ve dış, gençlik ve gençlik (evet bizde yaşlanmak yoktur, hep yaratınca yaşlanılmaz çünkü) yolculuğunu tamamlayan Fahri Petek, o plaj var ya hani işte tam orada, biraz önce bıraktığımız noktada, bütün öğleden sonrasını veya sabahını geçirdiği noktada, bize bakar. Çocukluğuna bakar. Zamana bakar. « Zaman çok önemli » der, « Yeter ki güneş sözünde dursun. » Beyaz Işık. Gökyüzünde bir yıldız kayar. Ayrılır aramızdan Fahri Petek. İzlerini ve anılarını bize bırakır. Toprağı bol olsun. Işıklar içinde yatsın.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|