Avustralya'da tanınan ve kısa sürece önce Amerika'da uyuşturucu bağımlılığını yenmek için tedavi gören West Coast Eagles oyuncusu Ben Cousins, dün tekrar üstünde uyuşturucu bulunduğu için göz altına alındı.
Avustralya’da tanınan ve kısa sürece önce Amerika’da uyuşturucu bağımlılığını yenmek için tedavi gören West Coast Eagles oyuncusu Ben Cousins, dün tekrar üstünde uyuşturucu bulunduğu için göz altına alındı.
Ve Batı Avustralya eyaletinde yaşayan vatandaşların ödedikleri verginin bir parçası Cousins’ın davası için boşa harcanacak.
Evet, boşa harcanacak. Çünkü her gün polis aynı suçtan dolayı bir çok kişiyi tutuklamakta.
Ve bu problemi çözmek için hükümet ne yapıyor?
Koca bir hiç!
Hükümet gerçekten Ben Cousins gibi ünlü kişiliklerin uyuşturucu ile yakalandığında, uyuşturucu kullananlara bir uyarı olduğunu mu düşünüyor?
Diyelim ki düşünüyor. Peki bunun gerçekten yararlı olduğuna inanmaları mümkün değildir, değil mi?
Uyuşturucuya karşı hükümetin politikaları yetersiz.
Avustralya’da uyuşturucu kullanların sayısı her geçen yıl korkunç derecede artmakta.Artık hükümetinin eve okunmayan kitapcıklar göndermek yerine, bu konuda çok ciddi şekilde çalışmalar yapmak zorundalar. Yoksa problem ileride çözümsüz hale gelecek.
Tabi seçimler yaklaştıkca bu tür konulara fazla önem verilmeyecektir. Başbakan Howard ve federal maliye bakanı Peter Costello dün 34 milyar dolarlık vergi oranlarında düşme olacağını açıkladı. Muhalefet lideri Kevin Rudd ise, eğer 24 kasım seçimlerde başarılı olursa, devlete ait olan bazı bölgelerdeki arsalarını satışa sunacaklarını açıldı.
Amaç ilk ev alanlara yardımcı olmak.
Aslında politikacıları da fazla suçlamamak lazım. Halkın istedikleri bu olsa gerek ki, onlarda ona göre poliçe uygulamakta..
Dünyanın girdiği ‘post-modern’ kültür içerisinde hızlı arabalar, hızlı yaşam, bol para vs gibi şeylere önem verilmekte. İnsanlar kendi maaliyetlerini ve yaşatılarını düşünmekten, toplumsal sorunlarımızı düşünememekte maalesef..
Acaba dünyayı saran bu ‘ben, ben, ben’ sendromu bizi daha nerelere götürecek?
Bencil olmakla çıkarını korumak farklı içerik taşırlar: Birincisi "ötekine" rağmen kendini egemen kılma isteğidir, ikincisi ise yaşamın akışı içinde kendi sınırını ve hakkını belirleyip ona bağlı kalarak davranmaktır. Her iki durumda da yaşamın maddi boyutunda deviniriz. Bu alanın kuralları bellidir, bu kurallar hukuk tarafından belirlenir ve devlet güçleri (polis, mahkeme, ...) tarafından güvence altına alınır. Tarih boyunca savaşlar, açlıklar, salgın hastalıklar, gelecek güvencesizliği insanları kırıp geçiriyordu. Doğal olarak bu sorunların çözümü, yani maddi refahın, gelecek güvencesinin ve bireyin düşünme özgürlüğünün sağlanması mutluluk için gerekli ve yeterli koşul olarak kabul edildi. Gerekli olduğu kesin; ancak yeterli olmadığı açıkça ortada. Çünkü bu olanakların sağlanması deyim yerindeyse insan olmanın alt yapısıdır. Doymak eşittir mutluluk değil, sağlıklı olmak eşittir coşkulu olmak değil, güvence altında olmak eşittir içsel huzur değil. Yetilerimiz bizim için olanak (donanım) , dış koşullar ise malzeme, fakat önemli olan bu malzeme ve donanımla nasıl bir yazılım yapacağımızdır. İşte insanlaşma burada başlıyor, başka bir söylemle insan kendi kendini yaratmaya başlıyor. Özgürleşme ereğimiz, yalnızlaşma ise korkumuz. Özgürlük yalnızlıkla birlikte gerçeklik alanına girer. "Ben" dediğimizde özgürlüğümüzü haykırırız ama yalnızlığımızı da davet ederiz. Erich Fromm "Özgürlük Korkusu" adlı eserinde bunları ayrıntılı biçimde ele alır. Sevgili Erdem Koç çok önemli bir soru soruyor: "Acaba dünyayı saran bu "ben, ben, ben" sendromu bizi daha nerelere götürecek?" Ve bir belirleme "Avustralya'da uyuşturucu kullananların sayısı her geçen yıl korkunç derecede artmakta." Uyuşturucu kullanımı yavaşlatılmış intihardır. İnsanlık aidiyetten bireyselliğe geçişi yaşıyor; "ben sendromu" daha da yaygınlaşıp direnleşecek. Bedelini ödeyeceğiz, insanlık olarak. Bu süreç tüm enerjisini tüketerek aşılabilir. Bedelini hafifletmek mümkün, insanın özüne uygun ilişki biçimleri sunarak, insanın manevi yetkinleşmesine yol açacak ürünler vererek ve bu yolda karınca kadarınca emek harcayarak. İnsanın özü güzeldir; Hz. Mevlana "ne olursan ol gel" derken işte bu öze sesleniyordu.