Filmlerdeki tren istasyonlarını görünce aklınıza ne gelir? Benim aklıma hep kavuşmak ve mutlu olmak gelir, sonsuza dek.. Çünkü ironidir kullanılmak istenen; tam giderken vazgeçmek, geri dönmek kavuşmak...
1963 yılı yapımı Ayşecik Canımın İçi filmini hatırlar mısınız? En son sahnede Ayşecik, trene binip tam gidecekken babası rolündeki Ayhan Işık‘ın dolandırıcı olmadığını anlar geri döner babasına sarılır.
Love In the Afternoon ‘da tam masum genç kız çapkın sevgilisini sonsuza dek uğurlarken , çapkın adam çark edip genç kıza döner, Spielberg ‘in Terminal filminde ülkesiz kalan mülteci Navorski aşkı havaalanında bulur.
Herhalde yukarda saydığım filmler yüzünden ya da 2. dünya savaşı temalı bütün filmlerde en az bir defa gözüken -ki bu filmlerde dumanların arasında asker çocuk iki basamaklı tren merdiveninden iner ve sevgilisine sarılır- sahneler nedeniyle istasyonlar bende hep kavuşmayı simgeler.
Şimdi fark ediyorum ki aslında tersine istasyonlar belki de ayrılıkların terk edilmelerin başlangıcı demekmiş. Sofie ‘nin Seçimini yapmak zorunda bırakıldığı istasyon sahnesi , Casablanca ‘da Rick ‘in beklediği ama Ilsa ‘nın gelmediği sahne ve daha niceleri.
Gerçek şu ki vedaların, terk edilişlerin, ayrılıkların sonu her zaman kötü bitmez. Geri dönüşler, yeni keşifler yeni yerler de olabilir bunların ucunda. Yine aynı diziyle her gelişin sonu iyi bitmeyebilir. Belki de bazen veda etmek için gelinir. Veda eden bazen söylemez size son gelişi olduğunu, içten içe veda ettiğini, bir daha dönmeyeceğini … İstasyonlarda son kez el sallarsınız bütün içtenliğinizle. Herkes yoluna gider.
İstasyonlar konusundaki iyimserliğimi ne yazık ki biraz da Jean Pierre Jeunet ‘in Amelie filmine borçluyum. Amelie seksenlerin sonunda, doksanların başında doğan bütün iyi kalpli, romantik kızların öykündüğü bir karakter haline geldi. Benim çoğu arkadaşımın telefonu hala Amelie’nin valsiyle çalıyor.
Peki bu şirin kızların telefonları neden Amelie çalıyor diye sorarsanız , hemen yanıtlayım: Amelie o masalsı kırılgan kişiliğine inat hep beklediği, hayalini kurduğu aşkını, ayrılıkların simgesi tren istasyonları sayesinde buldu.
Şimdilerde internette, sosyal paylaşım sitelerinde anketler türedi . Hangi sinema artistisiniz? Hangi roman karakterisiniz? Hangi film sizi en iyi yansıtıyor? Kadın olmanın ön şartı bu tür oltalara takılmak. Haliyle ben de takılıyorum. Düşünüyorum da “Hangi Jean Pierre Jeunet filmi olurdunuz?” diye bir anket olsa ben yüzde yüz Kayıp Nişanlı filmi çıkacağıma inanırdım. Çünkü sanki Kayıp Nişanlı filmindeki kararlılığı, Amelie’deki masallar dünyasına yeğlerdim.
Kararlılık, güçlü kadınları ayakta tutar zannederdim.Yanılmışım. Meğersem istasyonlara, istasyon aşklarına inanışım, kararlılığımı hüzünlü bir biçimde; istasyonların birinde, trene bindirip veda etmiş, haberim yok.
Umarım Amelie ‘ye güvenen her genç kızı sonunda, Becoming Jane‘deki gibi kararlı bir yalnızlık beklemez.