A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Tanrı'nın üniversitedeki bayrağı: Türban

Kategori Kategori: Ayorum Güncel | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Haberci | 13 Ekim 2010 01:00:29

Türban ya da AİHM'in ifadesiyle "İslami başörtüsü" tartışması, kaçınılmaz olduğu üzere, gündemdeki yerini bir kez daha aldı. Sorun Adalet ve Kalkınma Partisi'nin artık kanıksadığımız hukuk tanımaz yordamlarından biri içinde YÖK tarafından el çabukluğu ile "fiilen" çözülmek isteniyor.

Bir alkış tufanının koptuğunu ve sorunun bu alkış tufanı eşliğinde, bir acclamatio (*) hissi yaratılarak çözülmek istendiğini gözlüyoruz.

Tufana sadece medya değil Cumhurbaşkanı'nın eşi, bazı Rektörler ve Rektör Yardımcıları da katılmış görünüyor. Sanki,  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yükseköğretimde türbana yapılan "müdahalenin Türk Hukukunda, yerel mahkemelerin içtihadının ışığında yorumlanan 2547 sayılı Kanun'un geçici 17. maddesi şeklinde bir yasal dayanağı bulunduğunu" tespit etmemiştir (Leyla Şahin/Türkiye Kararı, kesin hüküm). Sanki, bu yasal dayanak varken bile sorun YÖK'ün "de facto"su ile çözülebilir!.. Evet ve elbette, tartışma hukukun konusu değilse, "de facto" çözülemeyecek bir mesele yoktur zaten; güçlünün kararına hukuk denir geçilir...

AKP'nin yordamı bu, "güçlüyüm ve hukuk benim!.." Bunun için parlamento çoğunluğu yanında yeterince hakim ve savcı toparladığı artık kör gözler tarafından bile görülüyor.

AİHM görüşü

Belirtmeye gerek yok ki, İslami başörtüsü yasağı, AİHM tarafından din ve vicdan hürriyetinin kapsadığı "dini ifade özgürlüğü"ne yönelik bir müdahale olarak görülmektedir. Ancak AİHM, açıkça, "Davanın şartlarını ve yerel mahkemelerin kararlarının içeriğini dikkate alarak, (...) itiraz edilen müdahalenin [türban yasağının] öncelikle başkalarının hak ve özgürlükleri ile kamu düzeninin korunmasına yönelik meşru amaçlar taşıdığını -ki, bu taraflar arasında tartışılan bir konu değildir- kabul edebil"diğini yazmıştır.

Leyla Şahin, başvurusunda din ve vicdan hürriyetinin ihlal edildiğini (AİHS 9. Maddesi) ve eğitim hakkından yoksun bırakıldığını ileri sürmekteydi. AİHM Büyük Daire de, ilk daire gibi, nihai kararında, din ve vicdan özgürlüğü ve dini ifade özgürlüğü yönünden getirilen kısıtlamayı, yasağın dayanakları olarak Anayasa Mahkemesi ve İdare Mahkemeleri kararlarında belirtilen "laiklik ve eşitlik" ilkeleri ile bir denge kurulması gereği içinde tartışmış ve mevcut yasağın bu dengeye uygun olduğu kanısına varmıştır:

"Mahkeme [...] Türk Anayasa sisteminde kadın haklarının korunmasına verilen önemi kaydeder [...] Avrupa Mahkemesi tarafından Sözleşme'nin temelini oluşturan anahtar ilkelerden biri ve Avrupa Konseyi'ne üye Devletlerin ulaşması gereken bir hedef olarak tanımlanan cinsiyet eşitliği, Türk Anayasa Mahkemesi tarafından da Anayasa'nın temelinde yatan mutlak bir ilke olarak nitelendirilmiştir... Dahası, Anayasa Mahkemesi gibi [...] Mahkeme de, Türkiye bağlamında İslami başörtüsü sorununun değerlendirilmesinde, zorunlu bir dini vecibe gibi takdim edilen veya algılanan böyle bir simgeyi takmanın, onu takmamayı seçenler üzerinde yaratacağı etkinin de göz önüne alınması gerektiğini değerlendirmektedir [...] bahis konusu hususlar, nüfusunun çoğunluğu, kadın haklarına ve laik bir yaşam tarzına kuvvetli bir bağlılık sergilerken İslam inancına da bağlı olan bir ülkede, "diğerlerinin hak ve özgürlüklerinin" ve "kamu düzeninin" korunmasını da içermektedir. Bu alandaki özgürlüğe uygulanan kısıtlamalar, bu sebeple, Türk Mahkemelerinin de belirttiği gibi, özellikle bu dini sembolün Türkiye'de son yıllarda siyasi önem kazanmasından beri [...] yukarıdaki iki yasal amaca [laiklik ve eşitlik] erişmek için bir toplumsal ihtiyacın karşılanması olarak görülebilir [...] Mahkeme, Türkiye'de kendi dini sembollerini ve dini dogmalar üzerine kurulmuş bir toplum kavramını toplumun tümüne empoze etmeye çalışan aşırı siyasi hareketlerin olduğunu gözden kaçırmamıştır [...] Mahkeme, daha önce Taraf Devletlerin Sözleşme hükümlerine uygun olarak bu tür siyasi hareketlere karşı tarihsel deneyimleri dikkate alarak tutum alabileceğini belirtmiştir [...] Söz konusu düzenlemeler, bu bağlamda ele alınmalı ve yukarıda bahsedilen meşru hedeflere ulaşmaya ve üniversitedeki çoğulculuğu korumaya yönelik tedbir niteliğinde olmalıdır."


AİHM, bu müdahale ile eğitim hakkının da -eşitlik ilkesi ile birlikte- ihlal edilmediği kanısındadır. Leyla Şahin kararı okunmadan, bu konuda hukuken söz söylemek mümkün değildir. Onca "yandaş profesör" de bu karar hakkında ciddiye alabileceğimiz tek bir hukuki kritik yazamamıştır. Çünkü karar, aşağıda anlatacağım üzere, çözümü de içinde taşıyan bir karardır.

Başbakan'ın görüşü

Başbakan'ın bırakın AİHM'i de ulemaya sorun minvalinde yaptığı çıkış biliniyor. Başbakan'a göre türban yoktur, İslami başörtüsü vardır ve dini inancı olan her genç kız başörtüsü takmalıdır. Başbakan'ın en değer verdiği fıkıhçının Yeni Şafak Gazetesi'nde her konuda fetva veren Hayrettin Karaman olduğu söyleniyor. Hayrettin Karaman da Başbakan'la aynı görüştedir; "türban bir uydurmadır, İslami kurallara göre başını örten gençlerin başlarına taktığı örtü, başörtüsüdür"; "türban bir simge değildir", "başörtüsü tesettür [İslama göre giyinme] gereğidir".

Şimdi AİHM'in tartıştığı değerlerle, burada dile gelen değerlerin ne ilgisi vardır? Adı ister türban olsun isterse baş örtüsü, isterse başka bir şey, bunun İslami kural gereği örtüldüğü bir kere kabul edildikten sonra, AİHM'in tartıştığı demokratik değerler bakımından bunun üniversiteler içinde takılmasının sorun teşkil etmeyeceğini ileri sürebilecek kim vardır?

Evet, bir cemaat ileri sürüyor, engin hoşgörüleri altında mini etekli kızlara jilet atmayacakları garantisi veriyorlar -"Cezayir gibi olmaz" bu demektir!-. Biliyoruz, Malatya gibi olur!

"De facto" çözüme karşı "de jure" çözüm

YÖK'ün "de facto" çözümü, AİHM kararının korumaya çalıştığı demokratik değerler ve ilkeler bakımından kabul edilebilir değildir. Bu çözüm, açıkça üniversitelerdeki AKP hegemonyasını güçlendirmek üzere "de facto" ortaya atılmıştır. AKP'nin demokratik açılım dediği her açılım, kendi hegemonyasını güçlendirmek üzere tasarlanmış bazı totaliter tasarılardan ibarettir. Türban, üniversiteye dinci erkek ve kadın AKP, SP, MHP ve özellikle BBP militanları eliyle bu "de facto" çözüm içinde alenen yazıyorum "Tanrı'nın bayrağı" olarak sokulacaktır. Bugün Türkiye üniversitelerinin en az ihtiyaç duyduğu şeydir bu... İhtiyaç, akademik, bilimsel ve mali özerkliktir. Türbanlı öğrencilere getirilen müdahalenin, korunması gereken demokratik değerleri gözardı etmeden aşılabilmesi için de ilk önkoşul budur.

De jure çözüm basitçe, Türkiye Cumhuriyeti'nde devletin laik karakterini ortadan kaldıran mevcut Anayasal kurumlar ile zorunlu din derslerinin kaldırılmasından, Alevilerin temel hak eşitliğinin sağlanmasından sonra, türbanla ilgili bir düzenleme yaparak değil, üniversiteler özerkleştirilerek kolaylıkla sağlanabilir.

AİHM Kararı'nın İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'nün düzenlemesini geçerli hukuk sayarken gösterdiği yol budur: Tartştığımız demokratik değerleri güvenceye alın, bu güvenceler sağlandığında, üniversiteler kendi doğrultusunda çözüm üretir.

Benim görüşüm

Ortada bir eğitim hakkı ya da özgürlük tartışması olmadığını daha önce defalarca yazdım:

Üniversiteye kimlerin girip girmeyeceği üniversitenin -üniversite özyönetiminin- meselesidir. Ancak, "türban örtme" teolojik bir tercih, "özgürlük" ise dine karşı kazanılmış Aydınlanma mirası bir tercihtir. Yan yana gelemez. Burada sorun "türbana özgürlük" değil, "üniversitenin özgürlüğü" sorunudur ve devrimci Marksizm, siyasi İslam'ın simgesi olarak "türban talebini" muarız kabul eder. Burada tartışılması gereken "özgürlük Tercihi"nin gerçek sorunu, siyasi İslamcı bu talep değil; YÖK'tür, akademik ve bilimsel özgürlüktür. Hâlâ, "tamam da türban ne olacak" diye soruyorsanız, ... benim yüzüm Benjamin'in çiçeği gibi, geleceği kurmak için parlayan geçmişe, Lenin'e dönüktür: "Bu özgürlük, öncelikle kadınların özgürlüğünü ve sonra radikal devrimci Tercih'imizi sınırlıyor mu, yoksa ona katkıda mı bulunuyor?"

Tartışma bana göre bu bakımdan da siyasal bir tartışmadır ve bu siyasal tartışmanın konusu da demokratik ilke ve değerlerdir. Bir kez daha tekrar ediyorum, tartışma üniversiteye kimin girip girmeyeceği değildir; bu, sadece ve sadece demokratik ve özerk bir üniversite özyönetiminin iç meselesi olabilir. Önce üniversiteleri özerkleştirin, sonra bu sorun zaten çözülecektir. Ama tartışma bu değildir!

Tanrı'nın bayrağı...

Üniversitelerin bugün "de facto" Tanrı'nın bayrağıyla kuşatılmasına, yüzde ellisekizin yarattığı sarhoşlukla bir acclamatio da benden diyerek alkış tutanlar, acclamatio ile gelenlerin, dünya tarihinin hiçbir evresinde ve hiçbir sınıflı toplumda hukukla gitmediklerini; kapitalizmde ise, bu sürecin rejimin birikim sorunlarına ve yönetememe kapasitesine göre acclamatioya katılan kitlelerin aşağıdan terörü ile devlet terörünün birleşerek, faşizm diye analiz edilen kapitalist diktatörlük biçimini, totalitarizmi yarattığını unutmamalıdır.

Çünkü, Tanrı'nın bayrağı altında "sevgi" de, "nefret" de, "hoşgörü" de, "cihat" da hemen hemen aklınıza gelen ve insanın yarattığı her şey vardır. Kilise küresel kapitalizmin içinde yedi canlıdır; Cami ise çoktan küresel kapitalizmde gelişen yeni bağımlılık rejimlerinin aclamatio mekanı olmuştur ama oralarda "gerçek demokrasi"ye yer yoktur.  Bugüne kadar olmadı ve bugünden sonra da olmasını beklemek ham bir hayaldir. Elbette, bazı üfürükçü iktisatçılar gibi küresel kapitalizmin insanlığın "güzel" geleceğini kuracağına iman etmemişseniz... Oradan bakınca hakikaten Hayrettin Karaman gibi bir "fakih İmam-ı Azam yolcusu" bile demokrat geliyor insana... Ne diyeyim, "homofobi dinin emri" diyorum, ona da "özgürlük isteyin!"



(*) Acclamatio, özellikle antik Roma'da kamusal bir görüş açıklama biçimiydi, insanlar, onayladıklarını ya da onaylamadıklarını, katıldıklarını ya da katılmadıklarını bu yolla ifade ediyorlardı. En bilinen şekli dinmeyen bir alkış oluyordu; Mussolini iktidara yürürken faşoların terörüyle güç bulan acclamatio bir selam biçimi olmuştu; Hitler iktidara yürürken de aynı yoldan geldi, aşağıdakiler bir örnek giyiniyor ve kamusal gösteriye dönüşen selamlar kullanıyor, SA'lar sadece terör estirmiyor sokaklarda bandolarla ve gamalı haçlı bayraklarla dolaşıyordu. Hitler bir seçim sonunda çoğunluğu aldı ama hükümet kuramadı. Ama acclamatio "Heil Hitler" o hali almıştı ki, sermaye de razı olunca zamanın Almanya Devlet Başkanı onu Şansöyle olarak atamak zorunda kaldı; çünkü Carl Schmitt gibi hukukçular  Alman kamu hukukunun yeni kurum ve ilkeleri vardır, o da politik liderlik ve acclamatiodur diye yazıyordu; Göebbels etkili bir Nazi Partisi basını kurmuştu; Heidegger yeni üniversiteyi selamlıyordu; kiliseler bayram ediyordu!.. Politik liderlik, acclamatiodan aldığı güçle Kasım seçimleri ile oluşan Parlamento'yu (Reichstag) feshetti ve bir daha toplanamadı. Sonrasını siz biliyorsunuz ve ben de emin olun biliyorum bunlar çok eski hikayeler: Türkiye'de "türban isteriz!" acclamatiosu camilerde çoktan yerini almıştı, medyada aldı gidiyor, şimdi Tanrı'nın bayrağı olarak  "de facto" üniversitelere giriyor... İçimden bir ses "sus" diyor ama gene de cesaret ediyorum; birileri bir yere "de facto" girerse, diğerleri "de jure" oradan sürülür!


Kaynak : SELİM EVREN | BİANET


 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: Henüz oy verilmedi / 0 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git