|
TİFO...Kategori: Bir Ressamın Yaşamı | 1 Yorum | Yazan: Cemil Eren | 29 Temmuz 2010 22:15:42 Hiç duymamıştım adını. Bir gün geldi beni buldu. Hem de beş altı yaşımda... Sonbahar başlamıştı. Önce müthiş sancılar. Baş ağrısı, ateş... İskelet gibi kalmıştım, Öldürücü olduğunu bilmeden direndim... Tifo. Şimdi onu yazmak çocukluk çevreme ışık tutmak gibi geliyor...
Yaz aylarının sonu Akşam yemeğinden sonra Yine Bahtiyar babamın Başını kaşıyıp Ayaklarını ovuyoruz... Başım ve karnım Ağrımaya başlıyor. Yatıyorum, Ağrıdan uyuyamıyor Yatakta dönüp duruyorum. Sabaha bir şeyin kalmaz diyorlar. Uykusuz bir gece... Sabah oluyor. Ağrılar devam ediyor, Ateş gibi yanıyorum. Yatatan kalkamıyorum... Sık sık hasta olurdum; Bir kaç aylıkken de hastalanmışım O zaman adım Feramuz'muş, Babam koymuş adımı, İyileşemeyince de, ''Bu adı taşıyamadı!'' demiş, Ve değiştirmiş. Hastalık geçmiş, Mavi olan gözlerim Ela'ya dönmüş Saçlarım yine sarı... Çocukluğum boyunca Sık sık anjin olurum, Boğazım şişer, ateşim yükselir... Yine öyle bir şey sanmışlar... Günler geçmiş Ağrılar devam ediyor Ateşim düşmüyor. İştahım yok, yiyemiyorum. Merzifon'da hastane yok İki tane doktor var, biri asker Evlere de gelir kocaman bir atla... Doktora gidecek halim yok Doktor eve getiriliyor. Atlı olan mı gelmişti! TİFO!.. Diyor... İlaçlar, öğütler... Bir şey yiyemiyorum Uyuyorum... Zayıfladım, Ayakta duramıyorum. Evlerin içi sıcak, Gündüzleri avluda yatıyorum. Satı anam yanımdan ayrılmıyor Çorba yaptım, iç! İçemiyorum. Anam geliyor... O da yiyecek getirmiş! Verilen ilaçlar uyutuyor. Bazen kabuslarla uyanıyorum. Sık sık gördüğüm: Avucumda çok düzgün Oval bir çakıl taşı. Amcam Papaz Mehmet'in Haşhaş tarlasındayım Beyaz, mor, siyah çiçekler arasında Amcam kızgın, bağırıyor. Avucumdaki çakıl taşı büyüyor, Büyüyor, büyüyor!.. Her şey kayboluyor Gördüğüm sadece çakıl taşı, Göklere bile sığamayan Yumurta kadar Mükemmel biçimli bir taş Benim dünyam oluyor İçinde kayboluyorum... Korkuyla uyanıyorum. Bilincim dağınık, Terden sırıl sıklam olmuşum!.. Sık sık yineleniyor bu!.. Daha sonraki yıllarda Yatılı okulda Revirde yatarken de Aynı şey oluyor. Uzun yıllar Her ateşli hastalıkta Aynı çakıllı düş, Çakıl ve Mehmet amcam... Günlece haftalarca yatıyorum. Hava kararınca içeri alıyorlar yatağımı. Gündüz sıcak, sinek Akşam üzeri cimin... Ahır yakın Bir tane ineğimiz var. Ahırdan koku ve sinekler Ciminler... Isırdılar mı fena yakıyor, kaşındırıyor. Akşamları meltem eser Dağıtır ciminleri. Meltem esmiyorsa Tezek yakılıyor, Dumandan kayboluyorlar... Dumandan Nefes alınmaz oluyor... Sokağı, tekke içini özlüyorum Yataktan kalkabilsem!.. Çocukların sesi geliyor Cıvıl, cıvıl!.. Çağırıyorlar sanki!.. Belleğimde geziniyorum: Mahallemizin kuzeyinde Tarlalar vardı, buğday tarlaları Yemyeşil uzanan Hıra köyüne doğru... Yeşil başakların arasında Mavi çiçekler olurdu Taç yaprakları nefis bir mavi Tohum torbaları şişkin Kozaya benzer, Kalınken daralır Sonra genişler Kozanın bitiminde iyice Daralarak çiçeğin sapı olur. Onları bulunca çok sevinirdim Boyumu aşan ekinlerin arasına dalar O güzel mavi çiçekleri toplar Saplarını saç örer gibi örer Çelenk yapar, Çiçekler öne gelmek üzere Alnıma takardım... Başakları yoklayarak Bakardım içlenip içlenmediğine. Dolgunsa Bir demet toplar Evin yolunu tutardım. Sayvanın altındaki ocak yanar Yeşil buğdayları ateşte ütelerdim. Çok severdim onları yemeyi. Bazen de Haşhaş tarlasını düşünürüm, Kozalar irileşince dış kabuk Özel yapılmış, üç dişli kalemle çizilir Afyon o çiziklerden dışarı çıkar Kozanın üzerinde Kurur, koyu kahverengi. Afyon dıçaklarla sıyrılır Kozalar kurumaya bırakılır. Kurumadan içindeki haşhaşı Yemeye bayılırdım... Mor ve siyah çiçeklilerin İçi siyah olur. Haşhaş tarlasına girip te Mehmet amcama Yakalanmak ta vardı... Sevdiğim bir şey de uçurtmalardı... Kağıdı katlayarak Yaptığımız uçurtmalara Sıçan uçurtma derdik... En güzel tahtalı uçurtmaları Haydar ağabeyim yapardı. Üç tane ince kesilmiş çıta Ortadan çivilenir, açınca Altıgen olur. Altıgenin her üçgenine Renkli yağlı kağıt yapıştırılır. Uçurtmanın terazisi vardır Gazete kağıtlarını Püskül püskül keser, kıvırır Uzun bir sicime bağlarız kafalarından Bu kuyruk olur. Renkli kağıttan kesip İpe yapıştırılan kolye Uçurtmanın göğsüne bağlanır Şapırdaktır onun adı... Kınnap Yumağını Uçurtmaya bağlayınca Uçmaya hazır olur. Mezarlığa gider rüzgar bekleriz... Çok sürmez Merzifon'un meltemi esmeye başlar. Geriye doğru koşar Uçurtmayı havalandırırız Terazisi iyi ayarlanmamışsa Bir yana yatar, düşer... O arada hava kararır Uçurtmanın şapırdağı Şapır şapır şapırdar!.. Bir akşam hava karardığında Hasan usta ile Cakcak'ın evi arasında Evimize giderken Gök yüzünde şapırdayan Bir uçurtmayı unutamam Öyle güzel şapırtılardı ki Gecenin karanlığında!.. Uçurtma uçurmanın da Mevsimi vardı; Akşam üzeri Merzifon'un Üstüne baktığınızda Çeşit çeşit uçurtmalar Dans eder gibi sallanırlardı... Uçurtma yapmayı öğrenmiştim Mahalle arkadaşım Cafer'in evinde Unu su ile karıştırırız Kağıdı yapıştırmak için. Uçurtmalar yapardık Allı morlu mavili... Bulaşıcı hastalık diye Anamdan başka Gelen yok İneğimiz sabah erkenden Küçük köyde Sığıra katılır. Sığırtmaç Taşan Dağı eteklerinde Yayılmaya götürür. Akşam üzeri dönünce Kendileri gelirler evlerine, Meleye meleye!... Sabah birisinin Sığıra katması gerekir; Hasta olalıberi götüremiyorum Sarı ineğimizi. Ben ona bağlardan ot getirirdim... Bir ay sürüyor iyileşmem Kendimi toparlamam da günler alıyor. Yavaş yavaş düzeliyorum. Yeniden ayakta durmayı öğreniyorum, İştahım açılıyor Yemek yiyebiliyorum. Başta anam Canımın istediği Yemekleri yapıyorlar... Okul kayıtları kapanmış, Gidecek gücüm de yok Ertesi yıla kalıyor...
Yorumlarnilgün
{ 31 Ağustos 2010 04:11:33 }
sizin anlattıklarınız, annemin hergün bana bıraktığı miras.
Diğer Sayfalar: 1. anlatıyor ki unutulmasın. oh be!...
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|