|
|
Asamoah Gyan ve BeşikçiKategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 11 Temmuz 2010 05:28:03 Son birkaç haftadır futbol meraklılarının gözü Güney Afrika'da. Zurnanın zırt diyemeyen çeşidi olan vuvuzeladan tutun, Almanya maçlarının sonucunu önceden tahmin eden ahtapota kadar futbol hastaları futbolla yatıp futbolla kalkıyordu. Bu yazı yayımlandığı zaman şampiyonun İspanya mı Holanda mı olduğu belli olmuş olacak.
2010 Futbol Dünya Kupasında benim için ilginç olan bir iki şey vardı. Futbol devleri olarak bilinen Brezilya ve Arjantin’in elenip yarı finalde Holanda ile Uruguay’ın karşılaşması bunlardan biriydi. Türkiye’nin yaklaşık dörtte biri alanı ve 4 milyon civarında nüfusu olan Uruguay’ın milli takımı, Türkiye’nin küçük bir vilâyeti kadar olup yaklaşık 17 milyon nüfus barındıran Holanda’nın milli takımıyla oynadı. 300 milyonluk ABD, 200 milyonluk Brezilya, 40 milyonluk Arjantin son 16’ya kalmaktan öteye geçemedi. Arkasındaki nüfus ne olursa olsun, her iki taraftan da sahaya çıkıp oynayan 11’er futbolcuydu. Ve gol atan futbolcular birer bireydi, ne takımın 11’de biriydi, ne de arkasındaki milyonlardı. Elbette ki o ülkedeki olanaklar, tahsis edilen kaynaklar, o 11 kişinin ülke çapında kaç kişinin arasından seçildiği gibi etmenlerin hepsi önemliydi ama sahaya çıktıklarında 11 kişiye, 11 bireye karşı bir başka 11 birey mücadele ediyordu ve takım olarak ne kadar iyi oynarlarsa oynasınlar, çalıştırıcının verdiği taktikler ne olursa olsun, sonunda golü atan veya atamayan yine bir bireydi. Bunu en iyi Uruguay-Ghana maçında gördük. Maç 1-1 iken bitimine bir dakika kala Ghana bir penaltı (ceza atışı) kazandı. Atışı Ghana’lı oyuncu Asamoah Gyan yaptı... ve top üst direğe çarparak dışarı çıktı. O ülkenin, o takımın, o 11 kişinin belki de yıllar süren çabası bir oyuncunun bir hatası ya da beceriksizliği nedeniyle o an sıfırlandı. Daha sonraki penaltı atışlarında da Uruguay üstün gelince Ghana elendi. 60’larda sosyalist literatür Türkiye’de ilk kez yayımlanmaya, okunmaya başladığında sosyalizm sözcüğünün karşılığı olarak “toplumculuk” sözcüğü yerleşti. Oysa daha önceleri sosyalist/komunist karşılığı olan ve kabaca “katılımcılık” olarak çevirebileceğimiz “iştirakiyyûn” sözcüğü vardı. Sosyalizmin karşılığı toplumculuk olarak arz-ı endam ettiğinde bunun karşısına bireycilik kondu ve bireycilik sol hareketin içinde en çok tu kaka sayılan yaftalardan birisi oldu. Kişilerden bireysel düşüncelerini, kaygılarını, endişelerini, sorularını bir kenara bırakmaları beklendi ve sol hareket böylelikle bireye saygısı olmayan anti-demokratik, kalıpçı bir çehreye büründü. Sosyalizmin pîrlerinden falancanın filânca dönemde yazmış ya da söylemiş olduğu falanca sözün değişik yorumlarından doksandokuz faksiyon (fraksiyon değil) türedi ve karşı çıkılması gereken sömürü düzeni bir kenara bırakılıp üç buçuk insan birbiriyle didişmeye başladı. Sosyalist felsefenin hedefinin, varılmak istenen noktanın insanın, bireyin mutluluğu olduğu “toplumcu”lar tarafından göz ardı edilmeye başlandı. Hedef ikide bir hatırlatılmadan, gündemde tutulmadan her hareketin yozlaşacağı, araçların amaç haline geleceği unutuldu. Kendi içinde bireye saygısı olmayan bir hareketin bir dine dönüşeceği, dahası bir “kült” haline geleceği ve bunun da eleştirel bakışı dışlayarak donmuş ve mutlak itaat isteyen sapkınlıklar oluşturacağı belliydi. Sanki geçmişimizde binyıllardır bunu yapan çeşitli dinlerden örnekler yokmuş gibi temel taşı eleştirel düşünce olan sol felsefe aynı batağa saplandı. İster “führer”ci Nazizm olsun, ister Stalincilik, ya da Apoculuk olsun, ister herhangi bir din olsun bu temelden geliştiği için insanlığın başına belâ olmuş ve olmaya devam etmekte değil midir? Fikir ve ifade özgürlüğü bir burjuva fantezisi değildir. Her toplumsal hareketin sağlıklı olması ve sağlıklı olarak büyümesi, serpilmesi için “olmazsa olmaz” koşullardır. Bugün İmralı’da oturup 40-45 bin insanın (“Türk”ün, “Kürt”ün değil, insanın) ölümünden sorumlu olan bir idam mahkûmu ahkâm kesip terörü yönetebilirken 70’ini aşmış bir İsmail Beşikçi hakkında fikirlerinden ötürü dava açılması bu özgürlükleri Türkiye toplumunun halâ hazmedememiş olduğunun bir göstergesi değil midir? Faşist yönetimlerce düşüncelerinden dolayı 17 yıl hapiste süründürülmüş olan Beşikçi, 1987’de Nobel barış ödülüne aday gösterilmiş bir akademisyendir. Söylediklerini, yazdıklarını tartışmak yerine yine bunlar yüzünden hapse atılmak istenmektedir. PKK’ciler için tek ölçü Beşikçi’nin PKK’yi destekleyip desteklemediği, eleştirip eleştirmediği ise ve bir yandan PKK’nin başı serbestçe konuşur, mesajlar verebilirken, devletin de PKK ile aynı yaklaşım içinde Beşikçi’yi PKK’yi destekliyor mu desteklemiyor mu ölçüsüne vurması acınası bir durum değil midir? 40 yıl önce yazdığı Doğu Anadolu’nun Düzeni kitabı ile Kürtlerin yaşadığı bölgenin sosyo-ekonomik analizini yaparak ilk kez soruna Marksist bir yaklaşım getiren Beşikçi bir birey olarak, namuslu bir aydın olarak 70 yıllık ömründe atacağı golleri atmıştır, penaltı atışlarını kaçırmamıştır. Kendisini hapse atmak kime ne kazandıracaktır? Meydanlarda avaz avaz, içinde yaşadığı ve kendisine yüksek öğrenim dahil, birçok olanak sağlayan Türkiye Cumhuriyetine küfredenler, isterik terör tehditleri yağdıranlar görmezden gelinirken neden Beşikçi hedef alınıyor? Çünkü herşeyi siyah-beyaz görmek alışkanlığı içindeki PKK’lileri ve de devlet içinde yine herşeyi siyah-beyaz görenleri düşünmeye zorladığı için. “Kürt iyidir, Türk kötüdür” ya da “Türk iyidir, Kürt kötüdür” ırkçılığına bir tehdit olarak görüldüğü için. Kürt olgusunu belki de Kürt-Türk ırkçı yaklaşımının dışında, sosyal ve ekonomik olgular, çelişkilerle açıklaması, sınıf çıkarlarının tehlikeye gireceğinden korkanları rahatsız ettiği için. Irkçı çatışmalardan çıkar sağlayanları tedirgin ettiği için. “Rahat bırakın bizi, düşünmeden yaşayalım, böyle huzurluyuz biz. Huzurumuzu kaçırmayın. Ya bir kutsal kitapta yazılanlar, ya da önder bellediğimiz kişi ne söylüyorsa koyun gibi bunların peşinden gidelim. Kol bacak kes diyorsa keselim, öldür diyorsa öldürelim. Beynimiz kullanılmasın, taze kalsın. Böylece ileride daha iyi bir fiyata satabiliriz”, ha?
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|