|
|
Nükleer anlaşma Komisyon'dan geçti.Kategori: Çevre | 2 Yorum | Yazan: A Yorum | 05 Temmuz 2010 10:32:09 Bu anlaşma Meclis'ten geçmemeli... Rusya ile Türkiye arasında Türkiye'nin geleceğini önümüzdeki 100 yıl boyunca etkileyecek olan bir anlaşma imzalandı. 4 reaktörden oluşan bir nükleer santralin Akkuyu'da yapılması üzerine çoğunlukla ticari usulleri düzenleyen bu anlaşma, Türkiye için ne ifade ediyor?
Öncelikle, Türkiye’de enerji konusunun daha çok teknik bir mesele olarak algılandığını ve entelektüel camianın pek de ilgi alanına giremediğini belirtelim. İçeride itici bir kuvvet veya canlı bir tartışma olmadığında, dışarıda da Türk diplomatları ve politikacıları katıldıkları uluslararası toplantılarda bugün dünya gündeminin en öncelikli konularından biri olan iklim değişikliği veya enerji gibi konularda sessiz sedasız, hiçbir varlık gösteremeden, sözleri uluslararası topluluğa hiçbir anlam ifade etmeden rahatça hareket edebiliyorlar. Bu nedenle Türkiye’nin gezegenin geleceğini tartışan platformlarda içine kapanık ve vizyondan yoksun bir profil çizdiğini söyleyebiliriz. İşte bu duruş, nükleer santral veya Samsun-Ceyhan hattı gibi ikili anlaşmaların büyük resme bakıldığında ne kadar güdük kaldığını perdeliyor. Sonuç olarak, Jön Türklerden bu yana halk yerine devletin biçimine ve yaptıklarına dikkat eden Türk entelektüelleri de devlet tarafından imzaları atılan “büyük projelere” gözleri kamaşarak bakmaktan ya da hiç bakmamaktan ileri gidemiyor. Oysa, enerji meselesi, bir ülkenin enerji stratejileri ve yapısı göz önüne alındığında sadece ekonomik değil aynı zamanda sosyal, çevresel ve diplomatik bir meseledir. İnsan haklarından istihdam yapısına, doğa korumadan ulusal güvenliğe kadar pek çok alana da nüfuz eder. Enerji sistemi, bu tartışmaların hepsi boyutlandırılmadan dönüştürülemez. Örneğin, bugünkü enerji sisteminin son derece merkezi bir yapıda olduğundan başlayalım. Birkaç büyük enerji adasının ürettiği elektriğin uzun yollar kat ederek halka dağıtıldığı, tüketicinin pasif bir şekilde hizmetlerden yararlandığı, bu nedenle yapılan zamlar dışında politikacıların bir oy kaygısı olmadığını vurgulayalım. Bu sistem, güvenlik anlamında da son derece kırılgandır. 2006 yılında, İsrail’in Lübnan’da bulunan 4 fuel-oil santralinden birini bombalayarak ülkenin yarısını elektrikten yoksun bıraktığını ve Akdeniz’de büyük bir petrol kirliliğine yol açtığını hatırlayalım. Aynı durum, nükleer santraller için de geçerlidir ve ihtimali bile çok korkutucudur. Bunun da ötesinde, nükleer santraller merkezi düzeyde hiç durmadan elektrik üretmek zorunda olan santraller olduğu için –yani ihtiyaca göre elektrik vanasını açıp kapatamazsınız- bugün pek çok ileri ülkenin geçiş yaptığı esnek ve ihtiyaca göre akıllıca yönetilen şebeke sistemlerine geçiş yapmak son derece zorlaşır. Peki, akıllı şebekeler neden bu kadar önemli? Çünkü öncelikle yerinde üretim ve tüketimi, elektrik kullanıcısının söz sahibi olmasını ve ülkenin, kentlerin ve kırsal bölgelerin kendi yerel kaynaklarını kullanımını teşvik ediyor, yerel ekonomiyi ve istihdamı canlandırıyor, enerjide dışa bağımlılığı azaltıyor. Enerjisinin % 78′ini dışarıdan ithal eden, işsizlik oranı çift hanelerin altına düşmeyen bir ülke için ve tüketiciye yönelik demokrasinin gelişmesi için teknik bir tercihin ne kadar önemli olduğu umarım anlaşılabiliyordur. Bunu bir örnekle destekleyelim. Yeni nükleer santral yapmama kararı alıp yenilenebilir enerjiler için esaslı bir teşvik mekanizması geliştiren İspanya’da sadece 2008 yılında 120 bin kişi istihdam edildi. 2009 yılına gelindiğinde yenilenebilir enerjilere yönelik genel kanının aksine İspanya, elektriğinin yarısından fazlasını yenilenebilir enerjilerden karşılayabiliyordu. Türkiye ve Rusya arasında yapılan nükleer santral anlaşmasına gelirsek, anlaşmanın nükleer elektrik lehine açıkça haksız rekabet oluşturduğunu görebiliriz. Öyle ki, her bir reaktörden üretilen elektrik, kamu şirketi TETAŞ tarafından 15 yıl boyunca şu anda toptan elektrik piyasası rakamlarının çok üzerinde bir fiyattan satın alınacak ve tüketiciler bu elektriği tüketmek zorunda kalacak. Bu, açıkça elektrik fiyatlarının daha da yükselmesi anlamına geliyor. Kısacası hükümet aslında elektrik fiyatlarının düşmesini değil yükselmesini planlıyor. Herhangi bir konvansiyonel enerji üretimine böylesi bir doğrudan teşvik vermek Avrupa Birliği düzenlemelerine tamamen aykırıdır. Zaten, hiçbir ihale yapmadan nükleer santral hakkını Ruslara devretmek de AB standartlarında haksız rekabet anlamına gelmektedir. Kısacası hükümet, AB ilerleme raporlarına olumsuz olarak geçecek bir anlaşmayı bile bile bugün Meclis’ten geçirmek için adımlar atmaktadır. Ancak sorunlar bunlarla bitmiyor. Belli ki, sadece “kimsenin 40 yılda yapmadığını ben yaptım” diyebilmek için açık bir acelecilik içinde olan Başbakan ve Enerji Bakanı, anlaşmaya atıkların Rusya’ya gönderilip yeniden işlenmesi için zorunluluğu olmayan bir madde koydurtmuş. Ancak Rusya’da VVER teknolojisinin atıklarını yeniden işleyecek bir santral yok. Hadi kuruldu diyelim, bu atıklar gemilerle Boğazlardan geçirilecek. Samsun-Ceyhan boru hattının meşruiyetini sağlamak için tek ağızla Boğazlardaki tanker geçişi tehlikelerini sıralayan yetkililer, konu nükleer atık taşımacılığına gelince hiç konuşmamayı tercih ediyor. Dahası, Rusya’nın bu atıkları yeniden işlemeyi fahiş fiyatlara yaptığından ve işleyemediği atıkları yeniden Türkiye’ye göndereceğinden kimse bahsetmiyor. Zaten dünyada atık meselesinin çözülemediğini çok iyi biliyoruz. Türkiye’de birdenbire çözüm varmış gibi bir hava yaratmak, bu konuda deneyim sahibi olmayan Türk halkını yanıltmak için çözümü söz oyunlarında bulmak anlamına geliyor. Bu, yüz yıllık bir macera. Bir santralin yapımı 10 yılı buluyor. Uzatmalarıyla birlikte elektrik üretimi 60 yıl sürüyor, sonra da 40 yıllık soğuma ve söküm dönemi başlıyor. Yüz yıl boyunca Bulgaristan ve Çin’den kaliteye yönelik ciddi eleştiriler almış bir Rus teknolojisine kendimizi bağlıyoruz. 100 yıl boyunca, kaza ve radyoaktif kirlilik gibi konularda hop oturup hop kalkacağız. Bir yüz yıl boyunca, radyoaktif atık tartışacağız. Üstelik, bu maceraya bağımsız olmadığı için siyasileştirilmiş TAEK gibi bir kurumla başlıyoruz. Bu arada, rüzgâr, güneş, biyokütle, jeotermal gibi teknolojiler yeterli destek alamayacağı için başka ülkelerin teknolojileri ve atılımları gözlerimizi kamaştıracak. Önümüzdeki on yıllar boyunca da nükleer enerjiye verilen haksız teşvikler yüzünden AB ile kapışacağız. Önümüzdeki günlerde anlaşma Meclis’te onaya gidecek. Dışişleri Komisyonu anlaşmayı ne yazık ki onayladı. 2003 yılında Irak Savaşı kararında Meclis iradesinin Başbakan’ın iradesinin önüne geçtiğini görmüştük. Yine böyle bir mucize yaratmak için imza kampanyasına katılın. Hilal Atıcı Kaynak : nukleer.greenpeace.org
Yorumlarnilgün çağlayan
{ 11 Temmuz 2010 00:36:48 }
bizden sonra çocuklarımızın başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri olabilir..bu konuda hiçbir alt yapı hazırlanmadan..bu nasıl tek bir kişinin agzından çıkar..????çocuklarımıza bu nesil nasıl cevap vericek???
nadir akoren
{ 09 Temmuz 2010 08:05:42 }
Biz daha kapımızdaki çöpleri ayrıştırma konusunu çözememişken,
Diğer Sayfalar: 1. Geri dönüşüm konusunda ayrıştırma işlerinin taşaronları sürekli batıp yeni ihalelerle işler arapsaçıyken, Geridönüşüm uzamanları olarak dev çuvallı çöp ayıklayıcılardan başka çözümümüz yokken, Nükleer atık konusunu nasıl çözeriz??? kimse bilemez. Keşke siperde ayakta mı durmalı, çökmeli mi? gündemini kısa kesip biraz da bu işe eğilebilseydik...
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|