|
|
MünasebetsizliklerKategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 20 Haziran 2010 03:13:55 Efendim, münasebetsiz Mehmet Efendi'e çok haksızlık edilir. Bir rivayete göre II. Mahmut, bir diğerine göre ise Abdülhamit döneminde yaşamış bu Mehmet Efendi. Hattâ bazılarına göre Mehmet değil, Ahmet'miş adı.
Hikâye şöyle: Padişah Babıali’yi teftişten döndüğü bir sırada faytonuyla Cağaloğlu yokuşunu çıkmaktayken Mehmet Efendi arabacıya seslenmiş: “Hünkâra arzım vardır, bildiriniz”. Padişah sesi tanıyıp “Galiba önemli bir mâruzatı var” diyerek arabacısına durup beklemesini söylemiş. Ne var ki yokuşun en dik olduğu noktada durmuşlardır ve atların orda durabilmeleri zordur; ayakları yokuş aşağı kaymaya başlar. Mehmet Efendi gayet sakin, sorar: “Padişahım, acaba zurna çalmasını bilir misiniz?” “Hayır, bilmem”, der. “Bendeniz de bilmem efendim”. “Öyle mi?” der padişah, sözün sonunu bekleyerek. Bu sırada fayton da geri geri kaymaya başlamıştır. Mehmet Efendi devam eder: “Üstelik Bursa’da halamın damadının bir yaşlı teyzezâdesi vardır”, “Eeeee?” “O da zurna çalmasını bilmez efendimiz”. “Ya!..” “Vallahi efendimiz, hattâ…” Arabanın yokuş aşağı gideceğinden korkan Padişah dayanamayıp adamlarına bağırır: “Çekin şu münasebetsiz Mehmet Efendi’yi yolumdan yoksa ya ben bayılacağım ya da atlar!” Adamın biri çok küfürbazmış. Memleketin müftüsü bu adamı çağırıp sık sık nasihat edermiş. Küfür edeceği sırada aklına gelip, vazgeçmesi için de ağzında bir bakla tanesi tutmasını önermiş. Bir gün yine müftü efendi bu adama nasihat ederken, münasebetsizin biri içeri girmiş ve müftüye sormuş: “Müftü efendi, sağdıcım öldü. Bana mirasının kaçta kaçı isabet eder?” Müftü, küfürbaza dönmüş: “Çıkar ağzından şu baklayı da, bu herife gerekli cevabı sen bildiğince ver”. Ağzımdan baklayı çıkarmayacağım, çünkü derdim kerameti kendinden menkul ademoğullarının ortalıkta salınıp Allahları ağız vermiş diye olur olmaz konuşup yaptıkları münasebetsizliklerden söz etmek değil. Onları, inanın Mehmet Efendi düzeyine de çıkarmak istemem. Zamanlama açısından Mehmet Efendi’yi eleştirmek kolaydır. En azından fayton düze çıkıncaya kadar bekleyebilirdi. Ama onu bir yana bırakırsak aslında Mehmet Efendi’nin çok önemli bir noktaya parmak bastığı bugüne dek nedense göz ardı edilmiştir. Mehmet Efendi, bana kalırsa Padişahın, kendisinin ve Bursa’da halasının damadının yaşlı teyzezâdesinin ortak yanları olduğunu vurgulamak istemiştir. Bu ortak yan, zurna çalmamak olsa bile. Ortak yanlar insanları birbirine bağlar. Birçok insanın aynı kültürden, hattâ aynı bölgeden, hattâ hattâ aynı köyden insanlarla evlenmek istemesi bu nedendendir. Bu, bazen aile içi evlilikler sonucu ebleh çocuk sahibi olma riskine karşın amca oğlu, teyze kızı kadar yakın kişiler olabilir. Bunlar mı münasebetsiz, Mehmet Efendi mi? Tarih boyunca toplumlar evrimleştikçe, insanın ufku genişledikçe, hele hele şimdilerde internet gibi bir olgu varken bu gelişmelere ayak uydurabilen insanlar kendilerinin akrabasına değil, köylüsüne, kentlisine, memleketlisine değil, kendi ırkından olanlara değil, tüm insanlara benzer olduğunun ayırdına varmaya başlar. Farklılıkların değil, benzerliklerin üzerinde durulur. Ulaşımın çok sınırlı olduğu, iletişimin hemen hiç olmadığı zamanlarda ve yerlerde köyünden 20 kilometre uzağa gidemeyen, gurbete giden yavuklusundan, anasından babasından haber alamayan köylü, feodal düzenin içine tıkılıp kalır, beyni ve dünya görüşü de köyünün sınırları ölçüsünde sınırlıdır. Feodal düzeni toplumun, doğanın doğal düzeni sanır, sorgulamaz, boyun eğer. Bu kültürde o boydan, o kabileden, o aşiretten olmayan kişi teyakkuzla yaklaşılacak şüpheli bir kişidir. Toprak sahibi, ağa, köyün de, köydekilerin de sahibidir. Feodal düzenden sanayileşmeye, şehirleşmeye, kapitalizme geçiş ileri bir adımdır. Kapitalist düzenin insan emeğinin sömürüsü üzerine kurulmuş olmasına karşın artık insanların sahibi yoktur, ufku genişlemeye, kendi köyünün ya da aşiretinin dışına taşmaya başlamıştır. Kapitalist düzenin kötülüklerinden yakınarak “ah nerede o eski günler” nostaljisiyle feodal sisteme geri dönme özlemi en hafif deyimiyle gericiliktir. Tabii feodal düzenin insanlar üzerindeki en olumsuz ve en kalıcı etkisi kendi beynini kullanmama, bu yetiyi ağaya verme alışkanlığıdır. Artık ağanın olmadığı bir ortamda yaşıyor bile olsa insanların “büyüklerimiz, ya da önderimiz, ya da partimiz benden iyi düşünür” yaklaşımı feodal düzenin tortusudur. Feodal düzenin vazgeçilmez bir parçası olan “insanların sahibi olma” olgusu “töre cinayeti” denen vahşetin altında yatan olgudur. Değişiklik çoğu insan için korkutucudur. Değişikliği sevdiğini söyleyen insanlar bile bu değişiklikleri bildik sınırlar içinde tutmaya çalışırlar. “ben 40 yıl önce ne idiysem, şimdi de oyum” ya da “ben babamdan, anamdan bunu gördüm” sözleri övünülecek değil, utanılacak sözlerdir. Değişmemek için direnmek insanın kendi kendisine vurduğu prangalardır. Değişmek, kaypak olmak demek değildir, ilkesiz olmak değildir. İnsanı özgürleştiren değişiklikleri “bu benim kültürüm, bu benim âdetim, geleneğim” diyerek elinin tersiyle itmek kendi kendini feodal düzenin zihin zindanında yaşayıp ölmeye mahkûm etmektir. Tabii içinde büyüdüğümüz, yetiştiğimiz kültürün öğeleri bize çok daha yakın, çok daha sıcak gelir, kendimizi evimizde hissederiz. Zeytinyağlı yaprak sarması ya da çiğ köfte yiyip halay çekmek veya horon tepmek bunun güzel ve sevilesi yanlarıdır. Kendi dilimizi konuşmak, kendimizi daha iyi ifade edebildiğimiz için gerilimi azaltır. Herşeyi sorgulamayı öğrettiği için ölüme mahkûm edilen Sokrat’ın daha 2,500 yıl önce söylediği sözler bugün için halâ geçerlidir. “Mercek altına alınmayan hayat, yaşanmaya değmeyen hayattır”. Sorgulamaya, “ben ne yapıyorum ve neden yapıyorum” diye başlamak gerekir. Değişiklik, özgürleşme yolunda ilk adım budur.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|