|
|
Öfkeye çeki düzenKategori: Yaşam | 7 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 14 Haziran 2010 07:23:24 Resepsiyon masasının ardında haftalık magazin dergisi Woman's Weekly'yi okuyan kadın yüzüme boş boş baktı. Duvardaki yazıyı işaret etti. Mesai saatleri 8.00 - 16.00 yazıyor. Saat 7.48 ve ben az önce kadına bir soru sordum. Mesai 8 de başlıyor da olsa soruma cevap vereceğini düşündüm. Yalnızca küçük bir soru. Soracağım, yanıtını hemen alacağım ve işime gideceğim.
Daha doğrusu öyle olacağını varsaydım. Yapmasını istediğim başka bir şey, her hangi bir bir işlem yok. “Herkesin bir sorusu var, burada mesai 8 de başlıyor,” dedi kadın. Elindeki dergiye döndü bir an, sonra başını kaldırdı. Yandaki odayı işaret etti. “Bekleme odasında bekleyebilirsiniz.” Bekleme odasının nerede olduğunu biliyorum. Öfkelenmeye başladığımı hissettim. Dudakları makyaj kalemiyle çerçevelenmiş kadının. Kırmızı dudak boyasından çok, dudakları sınırlayan çerçeveye takıldı gözlerim. Dudak boyasının bir ton koyusu kalemle çizilmiş. Belki de başka bir kadında olsa gözüme bu denli irkiltici görünmeyecek olan çerçeveli dudaklar mesai saatinden önce kendi haline bırakılmasını isteyen bu kadında rahatımı kaçırdı. Altı üstü bir soru. Müşteriye hizmet değil mi bu kadının görevi? Onun için resepsiyon masasında değil mi? Tamam, seninle bunun tartışmasını mı yapacağım dedim içimden, öfkemin farkına varırken. Kadın da haksız sayılmaz. Yazmışlar işte oraya. 8.00 – 16.00. Niye öfkeleniyorum ki? İşler planladığım gibi gitmediği için. Soruma yanıt alacak ve gecikmeden işe gidecektim. Böyle planladığım için evden normalden erken çıkmıştım. Halbuki şimdi burada on beş dakika daha oyalanacak olursam trafiğin en berbat saatine kalacağım. Bu kadına değil, duruma öfkeliyim aslında. Ama öte yandan bu kadının yerinde bir başkası olsaydı ve bana hemen cevap verseydi, şimdi yolda olacaktım. Öyleyse bu kadına da öfkelenebilirim. Kadının da bana öfkelenme hakkı var. Günlük çalışmasına başlamadan önce sakin sakin Woman’s Weekly’sini okumak istiyor. İster elbette... Peki, öfkelenip çıkışsam kadına, halka ne biçim hizmet bu, bir soruya cevap bile vermeyecek olduktan sonra niye oturuyorsunuz orda diye çevremdekilere duyura duyura sorsam? Müdürünüze şikayet edeceğim, bakalım o zaman ne yapacaksınız diye atıp tutsam ne olur? Böyle yapacak olanlar yok mu? Var. Peki öyle yapmanın yararı var mı? Öfkeyi atıp rahatlamak? Bu kuruluşta Müşteri Hizmetlerinin gelecekte daha verimi çalışmasını sağlamak? Kendimizi tehlikelerden korumak için gerekli olduğu düşünülen korku gibi öfke de gerekli mi? Toplumun bozuk yanlarını değiştirebilmek, düzenin işleyişindeki yanlışları doğru yapmak, sorunlara çözüm bulabilmek, her şeyden once böyle bir çabaya girme gücünü bulmak için önce öfke gerekiyor mu? Baskıya karşı ayaklanabilmek, kötü olanı, yanlış olanı değiştirmek için kavga gerekiyorsa, bu kavgaya başlama yürekliliğini bulmak için öfke mi gerekiyor? Öfkesiz, kavgasız, akılcı bir eleştiri geliştirerek yapamaz mıyız bunları? Öfkelenip saldırganlaşmayı savaşa benzetsek... Savaş öfkenin planlanmış dışa vurumu değil mi? Söz konusu olan kişiler değil ülkeler bu durumda. Savaşı desteklemiyoruz da, neden düşünceleri bize uymayan ya da hoşlanmadığımız bir davranışını gördüğümüz kişinin üzerine öfke kusmayı destekliyoruz ya da hadi destekliyoruz demeyelim, normal, sağlıklı kabul ediyoruz? Öfkeyle bağıran çağıran insanları, saç saça baş başa kavga eden kadınları sergileyen televizyon programlarını neden böylesine keyifle izliyoruz? Niye zorba olmak öğretiliyor insanlara? Altta kalmayacaksın. Kendini ezdirmek istemiyorsan gerekirse sen ezeceksin. İddialı olacaksın. Yarışmacı olacaksın. Eseceksin. Gürleyeceksin. Çatışmalarla dolu hayatin normal olduğu öğretiliyor. Hayatta başarılı olmak istiyorsan kendini çatışmalara hazırlayacaksın. (Danışmanlık şirketleri iddialı ve zorlayıcı (assertive ) olma kursları düzenliyorlar.) Dünya çatışma üzerine kurulmuş sanki. Çatışma, dalaşma, birbirine çelme takma, herkesin önüne geçme, yarışma, yarışma hep yarışma üzerine kurulmuş. Öte yandan öfkenin sürekli olarak bastırılmasının psikolojik ve fiziksel sağlığı nasıl kötü etkilediği konuşuluyor. Öfke var. Öfkenin varlığını yadsıyamayız. O zaman ne yapılıyor? Bireylere öfkelerini denetim altına almaları gerektiği öğretiliyor. Batı dünyasında öfke denetimini öğrenmek için kurslar var. Psikoloji, öfkenin nedenini, engellenme olarak açıklıyor. Kişi engellenmesinin mantıklı bir nedeni olduğunu anlarsa öfke duygusu ve saldırganlık yok edilebilir diyor. Bu arada, insan çevresini gözlemleyerek neyin kabul edilebilir neyin edilemez olduğunu öğreniyor, öfkeyi denetim altına almanın bir yolu da sosyal ilişkilerle öğrenmekten geçiyor. Öfke duygusu gibi olumsuz biçimde ifade edilme olasılığı bulunan duygulara yol açan şeyin, kişilerin karşı karşıya kaldığı olay ya da durumlar değil, olay ve durumlara kişilerin yüklemiş olduğu anlamlar olduğunu söylüyor psikoloji. O halde insan başkalarına yansıttığı öfke gibi olumsuz duyguların ve diğer bütün duygularının sorumluluğunu üstenebilir. Hiçbir duygu sürekli değil. Öfke, biz olmasına izin verdiğimiz için var. Öfkelendiysem bunu karşımdaki kadından çıkarmam gerekmiyor. Kadın da bana öfkelendi işte, fark ediyorum. Öfkelenirsem bu kadının bana saat 8 den önce cevap vermesini sağlayabilir miyim? Bu kadını değiştirebilmem gerekir öfkelenmemek için. Değiştirebilir miyim? Farklı düşünmesini, farklı davranmasını sağlayabilir miyim? O anda oradan çıksam, dışarıdaki havayı solusam, kalabalığa karışsam öfkem beş dakika sonra geçecek. Belki biraz sonra yoğun trafiğin içinde iş yerine fazla gecikmeden ulaşmaya çalışırken yine öfkeleneceğim. Bu öfke kime olacak peki? Yollara daha çok şerit yapmamış olan hükümetlere, belediyelere, saygısızca araba kullanan, durmadan şerit değiştiren, korna çalan öteki sürücülere, hatta tam bu saatte yolda olmaktan başka suçu olmayan başka insanlara öfkelenebiliriz. Bu neyi değiştirir? Oysa, öfkelenmemeyi seçtiğimiz anda bunu başarabiliriz. Çünkü öfkemiz aslında bizden kaynaklanıyor. Yaygın, sıradan düşünceye göre şu anda benim öfkemin kaynağı karşımdaki bu kadındır. Halbuki öfkemin kaynağı bu kadın değil. O yalnızca aracı. Ancak ben değiştirebilirim kendi duygularımı. Ancak ben yok edebilirim öfkemi. Sabah kalktınız, çaydanlığın altını yakmaya gittiniz ve tüpün bittiğini gördünüz. Tüp beklemeye vakit yok. Çaysız çıkmak zorundasınız evden. Öfkelenmemeyi seçebilirsiniz. Öfkelenmek sadece kendinizi daha kötü hissetmenize yol açacak. Çayı ofiste içerim artık diyebilmekse kendinizi bambaşka hissetmenizi sağlayacak. Akşam yorgun argın eve vardınız. Açlıktan ölüyorsunuz, evde yemek yok. Aksi gibi eşiniz/ arkadaşınız/ evi paylaştığınız kişi de trafikten payını almış, hala yolda. Üstelik ona güvenmiştiniz fazlasıyla yorucu geçen bir günün ardından, yemekleri ondan bekliyordunuz. Açlıktan içiniz bayıldıkça, yorgun bedeninizdeki sızıyı duydukça hala gelmeyen eşinize/ arkadaşınıza karşı öfkenin kabardığını duyumsuyorsunuz içinizde. Bu duyguya yenilmek yalnızca kendinizi daha kötü hissetmenize yol açacak. Oysa öfkelenmemeyi seçip biraz peynir ekmek ve sıcacık bir çayla televizyonn karşısına geçmek birden neşenizi yeniden bulmanızı sağlayacak. Seçim bizim elimizde. Kızgınlığın, öfkenin sizi nasıl mutsuz ettiğine dikkat edin. Kendi deneyimlerimden biliyorum ki, sabahleyin yataktan kalktığımızda bugün iyi geçecek diye düşünüp iyi geçmesini beklemekle, gene berbat bir gün başlıyor demek arasında büyük fark var. Daha dün kendimi sınadım. Haziran 2010 Sydney
YorumlarAbidin Kesin
{ 12 Temmuz 2010 15:41:06 }
Çok güzel bir yazı Saba Hanım. "Güzel bakan güzel görür, güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır" Yapmamız gereken öfkemize hakim olmaktır. Yoksa öfkeleri bütün bütün ortadan kaldırmak mümkün değildir... "Öfkenin sürekli olarak bastırılmasının psikolojik ve fiziksel sağlığı kötü etkilemesi değil "asıl öfkemize hakim olamamak sağlığımızı kötü etkileyecektir. Saygılar
mustafa alagoz
{ 11 Temmuz 2010 14:56:12 }
"Bilgili" olduğunu kabul eden insanların kendilerine özgü bir gerilimleri vardır. Çünkü bilgi geçmişe aittir, ve sadece bir haber niteliği taşır. Bilgi akla ait bir çabayla oluştuğu için onu edinen bireyde bir üstünlük duygusunun uyanmasına, kibir gelişmesine yol açar.
Zihin güçlendikçe buna uygun olarak benlikte bir değişiklik olmazsa, ki çoğunlukla olan budur, bir çatışkının olması kaçınılmazdır. Çünkü benlikte bir orantısızlık oluşur ve bu, bireyin iç dünyasında bir dengesizlik yaratır. Bu olguyu kendini uzaman olarak gören pek çok "bilgi deposu", ya da günlük yaşamda söylemiyle "ayaklı kütüphane" olarak kabul edilen insanların üzerinden tecellisini görmek mümkün. Herkesi düzeltmek, her şeye her durumda eleştirel (suçlayıcı anlamda) yaklaşmak, gerginlik, asık surat ve genel olarak "beğenmezlik" halinde belleklerinde biriktirdiklerini ileri sürmek belirgin tutum olarak ortaya çıkar. Bundan dolayı söylenenler pek etkili olmaz, çünkü sahici değildirler. Bir söylemin sahiciliği söyleyenin kendi özdeneyimlerine dayanmasından kaynaklanır. Sağdan-soldan toparlanmış bilgileri sayıp dökmek ise benlik yarışı, kıskançlık ve üstünlük taslamaya yol açar. Sevgili Saba'nın yazısı bu açıdan sahici ve sahici olduğu içinde etkileyici. "Öfke" hakkında son derece tumturaklı sözler söylenebilir, analizler yapılabilir, uzmanlardan alıntı yapılabilir, ama hiçbirisi bunun kadar etkili olamaz. Elbette bu bilimsel söylemler çok önemli, ancak kendi özdeneyimlerimiz üzerinden kalkarak düşünce üretmeye kalktığımızda bu bilimsel söylemlerden faydalandığımızda çok daha güzel oluyor. O zaman bilgi haber olmaktan çıkıp işlevli bir güç, bir deneyimin daha tutarlı dile getirilmesine araç oluyor. Deneyim ve birikmiş bilgi buluşuyor. Hayata tanıklık kendimize tanıklıktan geçer. Bu yazı, yaşayanın kendi duyumsamasından yaptığı çözümlemelerle yazıldığı için samimi, sahici ve etkili. Sevgli Saba'yı bu içtenliği ve sahiciliğinden dolayı kutlarım. Bu vesileyle Bilge Süleyman'ın şu özdeyişine, onu anlamak adına biraz daha yaklaştığımı hissettiğimi söylemek istiyorum. "Bilgi arttıran dert arttırır." pinar ozkan
{ 16 Haziran 2010 06:57:49 }
sevgili Saba, gercek erdemin ahlak denilen şeyle
hiçbir ilgisi yoktur, hani Sokrates'in anlamlı saptamasında olduğu gibi" Bilgi erdemdir" Bilgiyle kendini bilmeyi kasteder yani varlığımızın farkındalığını. Iç dünyana yaptığın bu cesur özeleştiri nasıl da güzel bir örnek olmus, hepimizin yapması gereken bir sorgulama, bir büyüme... Üstelik sen paylaşmışsın. Bu yararli paylaşımların devamı dileğiyle... Evin
{ 15 Haziran 2010 18:47:06 }
Sabacım,
Öncelikle ellerine sağlık.Zaten hep şunu söylerim insanlar hep iyi düşünceler içinde olsa ve birbirine saygı duymayı öğrendikleri gün dünya biraz daha yaşanır hale gelecektir.Bunu okadar güzel ifade etmişsinki arkdaşım teşekkürler.... Esen Akyel
{ 15 Haziran 2010 11:53:50 }
Saba,
İnsanın iç hesaplaşmasını öfke üzerinden çok güzel tanımlamışsın.Bunu da çok basit bir olaydan giderek başarmışsın.Yazın ve irdelemelerin sonuçta insanı rahatlatıyor.Ellerine sağlık... nilgün karababa
{ 15 Haziran 2010 04:12:18 }
ben de İstanbul'da güne Ayorum ve sizleri okuyarak başladım. son günlerde öfkemi kontrol edemediğime şahit olarak geçiriyorum. kırk beş yaşına kadar güne her şeye rağmen iyi düşüncelerle başlamaya gayret etsem de, iki gündür psikolojik yardım almayı düşünüyordum ki,(yine alırım) sorunumu düşündüren yazınız yakınımda ki yeni dostum oldu. hemen çıktısını aldım ve uzun süredir görmediğim dostum ziyaretime gelmişcesine yanımda ve yakınımda gezmeye çıkarttım.
düşündüğünüz ve dile getirip yazdığınız benim beklediğim yardımdı. teşekkürlerimi sunarım. deniz kabugu
{ 15 Haziran 2010 01:41:38 }
sevgili saba...
Diğer Sayfalar: 1. insanin kendini boyle sorgulayabilmesi ne kadar imrenilecek, ozenilecek bir olgunluk. hele bu sorgulamayi yapabilmek icin hayata, insanlara bakabilecek arilikta olmak, gozlem gucunu, sorgulamanin zorlu surecinden gecirip paylasabilmek... bu sabah gune yazinla basladigim icin ben de kendimi cok sansli hissettim. sanirim yazin, done done okuyacagim bir bas ucu yazisi olacak. yuregine aklina saglik. sevgilerimle.... -su anda kullanidigm bilgisayar turkce karakterleri acmamakta ben de bu yorumu yazmakta israr ettim... guzel turkcemden ozur dileyerek...
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|