|
|
DP ve sloganların gücüKategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 16 Mayıs 2010 06:53:25 1 Mayıs, 14 Mayıs, 19 Mayıs, 27 Mayıs... Mayıs ayı Kuzey yarıkürede mevsim değişikliğinin, havaların ısınmaya başladığının habercisidir. 1 Mayıs uluslararası bir kutlama günü, 19 Mayıs Türkiye'de bayram. 14 Mayıs'ı, 27 Mayıs'ı pek hatırlayan yok.
Hatırlayanlar da tarihi kendi çıkarlarınca çarpıtmak isteyenlerin yarım yamalak kendilerine aktardıkları kadarıyla biliyorlar ne yazık ki. 14 Mayıs 1950’den bu yana 60, 27 Mayıs 1960’tan bu yana 50 yıl geçmiş. 14 Mayıs 1950, “Yeter, söz milletindir” sloganıyla DP’nin iktidara geldiği, Türkiye’de seçimle ilk iktidar değişikliğinin olduğu tarih, 27 Mayıs 1960 ise askerî bir darbeyle seçimle başa geçmiş bir hükûmetin ilk devrildiği tarih. Çoğumuz bunları biliyoruz ama biraz daha ötesi? Gittiğim ilkokulun adı İnönü İlkokulu idi, Demokrat Parti döneminde Namık Kemal İlkokulu oldu. Menderes ve iki bakanının idam edilmesini haklı olarak eleştirenler ne yazık ki Demokrat Parti hareketinin ne olduğunu, Türkiye’yi nereden nereye getirdiğini ya pek bilmez, ya da göz ardı ederler. Bakın, Özdemir İnce, Doğu Perinçek’ten alıntı yaparak ne diyor: “Demokrat Parti’yi kuranlar gerçekten Demokrat bir parti mi kurmak istemişlerdi, yoksa bir başka dürtüleri mi vardı? Daha sonra Demokrat Parti’nin ağır toplarından olacak olan ve dönemin en büyük toprak ağalarından biri olan CHP Eskişehir Milletvekili Emin Sazak 1945 yılında Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na karşı çıkarken: ‘Padişahı devirdik. Halifeyi kovduk, şapkayı giydik, Latin harflerini kabullendik, tekkeleri kapattık, bazı gerekçelerle varlık vergisini bile kabul ettik. Fakat bunu kabul edemiyorum’ diyerek bunun yanıtını veriyordu.” “13 Haziran 1950 günü, 14 Mayıs’tan 30 gün sonra, ‘Millete mal olmuş inkılâpları mahfuz tutacağız demiştik. Millete mal olmamış, millet vicdanına bir değirmen taşı ağırlığıyla çökmüş olan bazı tedbirleri ortadan kaldıracağız!” diyen kim? DP Başbakanı Adnan Menderes. Aynı Menderes, 1955 yılında, DP grubu kabinesini düşürdüğü halde, kendisini kurtarmak için, ‘Siz isterseniz hilâfeti bile getirebilirsiniz. Kendime sabık başvekil dedirtmem!’ diyecektir”. 1950-60 dönemini yaşayanlar o zamanki tek devlet radyosundaki “Vatan Cephesi” listelerini hatırlarlar. O yıllardan benim aklımda kalan hep bu olmuştur. Cephe savaşta olurdu. Hepimiz vatandan yana değil miydik? Peki o zaman bu cephe kime karşı oluşturulacaktı? “Yeter, söz milletindir” sloganıyla başa geçen DP, milletin mi, toprak ağalarının mı sözcüsüydü? Sözcüklerin, sloganların kişileri, kitleleri yöneltme gücünü azımsamamak gerek. Hitler Alman halkını savaşa, felâkete ve yıkıma yöneltmeden önce “lebensraum”dan söz ediyordu. Yâni Alman halkına diyordu ki “biz buraya sıkışıp kalmışız. Aslında bizim rahat yaşamamız için daha çok toprağa ihtiyacımız var”. Ve tabii bu, Alman halkına çekici geliyordu. Kimse “yahu, bu topraklar bize yeter. Yeter ki iyi kullanalım, nimetlerinden hakça yararlanalım” deme cüretini gösteremiyordu. Bu tür sloganların en güçlü yanı aksini savunmanın güç olmasıdır. Çünkü tanımı gereği basit olan sloganları çürütmek için ayrıntılı cevap vermek gerekir, çoğu kişi de buna kafa yormaya zahmet etmez. Yakın geçmişten Gerzek Bush’un “terörle savaş” sloganını düşünelim. Kim kalkıp “terörle savaş olmaz, olsa olsa terörle mücadele olur, teröristlerle savaş olur. O halde önce teröristlerin kim olduğunu, sonra da bu teröristlerle yapılacak savaşın stratejilerini belirlemek gerekir” diye kılı kırk yarma görüntüsüne girmek ister? Ve ABD, bu sloganın arkasına saklanarak dünya jandarmalığı rolünü oynamaya devam eder. Türkiye’de onyıllardır süregiden terör olgusunun perde arkasına bakalım. Evet, Doğu Anadolu ihmal edilmiştir, evet Kürt kökenli vatandaşlarımız kendi dillerini açıkça konuşup, kendi kültürlerini gönüllerince –yakın zamana kadar- ifade edememişlerdir. Ama Abdullah Öcalan’ın saf Kürt gençlerini dağa çıkartan “Kürdistan sömürgedir” ve “Kürdistan işgal altındadır” sloganları ne ölçüde doğru saptamalardır diye kim sorgulamaktadır? Türkiye’nin Avrupa kesimine Trakya dendiği gibi Kürdistan sözcüğü de coğrafî bir bölgeyi tanımlamak için kullanılabilir. Ama Öcalan “Kürdistan” dediğinde bunu mu kast etmektedir, yoksa –Türkiye’den ayrılmak istemiyoruz söylemine karşın- alttan alta destekçilerine ayrı bir Kürdistan mesajı mı vermektedir? Peki, sömürge nedir? Bir ülkenin sömürge olmasının en önemli belirleyicisi ekonomik sömürüdür. Doğu Anadolu’yu Batı Anadolu mu sömürmüştür? Yoksa Doğu, Batı’nın kaynakları ile mi geliştirilmeye çalışılmaktadır? Hindistan’dan İngilizler 150 yıl boyunca tonlarca altını cebellezine etmişler, İspanyollar Güney Amerika’yı iliklerine kadar yüzyıllar boyu sömürmüşlerdir. Türkiye’de böyle bir sömürü söz konusu mudur? İhmale uğramak başka, sömürge olmak başkadır. İnsanların etnik kimliğini inkâr etmek zorunda kalması veya bırakılması asimilasyon politikasıdır, kötüdür, yanlıştır ama sömürge politikası değildir. Sömürgelerde tam tersine sömürge halkı sömürücüden kesin çizgilerle ayrılır, asimile edilmeye çalışılmaz. Peki, Doğu Anadolu işgâl altında mıdır? 12 Mart ve özellikle de 12 Eylül ertesi tüm Türkiye işgâl altına girmişti. Kürdü de, Türkü de, öteki de beriki de faşist cuntanın dayatmaları, hapisleri, idamları, infazları altında inim inim inlemiştir. Peki, kültürümüz dediğimizde, kendi kültürümüzü yaşamamıza olanak verilmiyor dendiğinde hangi kültürden söz ediyoruz? Elbette bir Kürt kültürü vardır ama Doğu Anadolu’da Türkler arasında halâ yaygın olan feodal kültür gibi Doğu Anadolu’daki Kürtler arasında da halâ feodal kültür yaygındır. “Namus cinayeti” adı altında işlenen vahşetlerin feodal kültürün bir parçası olduğunu, bunun Kürt olsun, Türk olsun, kimse için savunulacak bir yanı olmadığını neden kimse haykırmaz? Kürt kültürünün bir parçasıdır diye bu çağ dışı kültür uygulamalarını mı savunacaktır insanlarımız? Yanlışlara dayalı sloganlarla yola çıkıldığında insanın “kılavuzu karga olanın…” lâfını hatırlamasında yarar vardır.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|