|
|
13. yüzyılda sevgi, direnmek ve şiir (1)Kategori: Kültür/Sanat | 1 Yorum | Yazan: Deniz Günal | 14 Mayıs 2010 01:59:18 Böyle bir konu nereden çıkmış olabilir? Çok ilgisiz, zorlama bir konu mu? Yoksa resmi tarihlerle, çeşitli ideolojilerle, yerleşmiş, kurumlaşmış inançlarla koşullanmış da olsa aklımıza ilginç gelebilecek yeni bir bakış açısı verebilir mi?
Yunus Emre, Aşık Paşa ve Dante… Sevgi tüm insanların rehberi olsun. Bir süredir, İdris peygamberle başlatılan, kadim bilgelik çizgisinde, Mısır’dan Mezopotamya’ya, oradan Anadolu’ya Balkanlara uzanan büyük coğrafyada yaşamış, yazmış, söylemiş, öğretmiş bilgeleri, ozanları, aydınlanmışları araştırıp okuyorum. Bu sık sık çok şaşırtıcı ama kesinlikle iç açıcı, aydınlatıcı bir yolculuk oluyor benim için. İçine doğup biçimlendiğim kültürü, toprakları, inanlık tarihini ne kadar bilmediğimi görüyorum sık sık. Ama öğreniyorum. İnsanın köklerini öğrenirken, bazan maruz kaldığım çokluk da tanık olduğum zulümlerin, hoyratlıkların nereden kaynaklandığını anlıyorum, tıpkı aydınlığın çırağlarını kimlerin yaktığını, bügünlere getirdiğini sevinçle gördüğüm gibi… Dünyaya egemen Batı dünyasına aydınlığın nasıl ulaştığını görüp görüp şaşırıyorum. Hayran olduğumuz, içine katılabilmek için neredeyse arsızca debelendiğimiz Avrupa’nın temsil ettiği Batı dünyasının temellerinde yatan taşları bilmek bana cesaret veriyor. Ne oldum değil ne olacağım demeli, sözüne bağlı olarak, Doğu adına boş bir gurur, büyüklenme içine girmiyorum. Doğu perişan, darmadağın olabilir. Ama derinliklerinde su akıyor. Su yatağını bulur. Kaynak kurumadıkça.. Kaynaksa tarihimizde… Köklerimizde… Kültürümüze sinmiş… Bilmesek de anlamasak da o bizimle.. Aymamızı bekliyor. Sevgili Pir Sultan’ın dedikleri hepimizin başına gelecek bir gün: Uyur idik uyardılar Diriye saydılar bizi Uyanmamızı bekliyor aydınlık. İnsanlığın yolculuğu mutlaka aydınlığa olmak zorunda… Çünkü insanlar, toplumlar, baskıyla, zorbalıkla, korkuyla yaşayamaz, üretemez. Sevgi olmadan bebekler büyüyemez, çocuklar gelişemez. İnsanlar korkak ve hain olur. Sevgisiz insanlık ilerleyemez. İnsanın özünde yok bu. O yüzden her baskı düzeni çökmekle yazgılı. Ama bu arada nice can dünyaya doyamadan gelip geçiyorlar. İnsanın yolculuğa aydınlığa olmak zorunda da neden başımızı çevirdiğimiz her yerde çıkar için kapışmalar görüyoruz? İnsanın önce kendini tanımadan bunu anlaması zor görünüyor. Sözüm özü şu: İnsan olmayı, nasıl insan olunabileceğini kadim bilgeliğin ustalarından okuyarak, öğütlerini duyumsayarak yaşayarak, dinleyerek öğreniyorum. Kendi kadim bilgelik yolculuğumda çok etkilendiğim keşiflerimden biri de Dante ile Yunus Emre`nin çağdaş olduklarını görmemdi. Neden etkilendim? Coğrafyaları farklı da olsa, her ikisi de aydınlığın karanlığa boğulduğu, ardından iktidarların tehdit olarak gördükleri halkları ölçüsüz, benzersiz kıyımlara uğrattığı dönemlerin hemen ardından doğmuş, üretmeye başlamıştı. Sevgili Yunus Emre, Aşık Paşa ve Dante... Kültürleri, dilleri, toprakları, kökleri bambaşka.. Yazım biçimleri apayrı elbette... Ama her ikisinin de ortak bir yolu ve ortak bir konusu vardı. Yol, insanla harmanlanınca... Ortaya kimi zaman çiseler gibi, kimi zaman sağanak gibi çıkıyor. Şiir ve sevgi... Sevgi... Karanlığın içinde ışıldayan bir inci gibi... İnsanın hem yaşama sevincinin hem de direnme gücünün tam merkezinde... Tükenmeyen ama gizli bir hazine. Keşfedilmeyi, anlaşılmayı, ulaşılmayı bekleyor. Aşk da diyebiliriz ona. Şiir ise... Ön yargılarla, korkularla, beklentilerle, yaşanmışlıkla tıka basa dolu insan zihninin duvarlarını, korumalarını aşıp, yüreğinin, bilincinin derinliklerine sızmanın, insana özünü sezdirmenin bir yolu. Kendi kültürümüzün geçmişine baktığımızda bunu en ustaca yapanların gizemci halk ozanları olduğunu görüyoruz. Elbette 13.yy Avrupa ve Anadolusu, kültürlerin teknolojinin nimetleri ile bağlanmadığı bir çağ. Çok farklı coğrafyalar, kökler, diller, alışkanlıklar söz konusu. Fakat tüm bu bambaşkalıklara karşın, insanın ve halkların çok temel özlemleri var. O temel özlemlerde de birbirlerine benziyorlar. 13.yy'da Avrupa coğrafyasına Dante’nin şiir, Anadolu coğrafyasına ise Yunus Emre ve Aşık Paşa’nın gönül penceresinden bakarken, insanın insana benzerliği ile yol alacağım. Yolumuz sevgi, özümüz sevgi olunca konumuz sevgi. Böyleyken bir açıklama yapmam gerek. Cinsel ya da romantik sevgi değil konum. Kişilerin rızalarıyla girdikleri, saygı ile yürüttükleri her ilişki yaşamak isteyenler adına yaşanmaya değer mutlaka.. Fakat burada konumuz tutku, haz, elde etmek, kıskanmak, kendini kabul ettirmeye, kanıtlamaya, göstermeye çalışmakla ilgili oyunlar değil... Egonun ya da kültürümüzün diliyle söylersek, nefsin oyunları ile eğlenceli, oyunlu dünyalardan mutlaka hepimiz nasiplendik. Nasiplerine doyamayanlar içinse, çeşitli flört ortamları, konudan para kazanan medya organları, hatta koskoca bir seks ve kozmetik pazarı mevcut. Aşka dönelim. Gerçek aşka, gerçeğin aşkına... İnsanın özü olan, aşıklarımızla söze dökülen, sazla yürek tellerimizi titreten aşka... Anadolu coğrafyasında sazla, sözle, kendinden geçerek, kendine özüne düşerek aşıklık hali binlerce yıl öncesinden beri yaşanıyor. Ama biz 13.yy'a bakacağız. Moğol akınlarının önünde, Türkmenler Anadoluya akmışlar. Yurt edinmeye başlamışlar. Anadolunun kadim halkları ile tanışmış, hatta karışıp kaynaşmışlar... Bu döneme bakınca insanlığın en güzel evlatlarından Yunus Emre’nin, Aşık Paşa’nın, bir ilk ya da tek olmadığını söyleyebiliriz. Mutlaka Dante de tek değildi... Ama bu yazının konusunu Batı’nın Dante’si, Anadolu’nunsa birer gönül eri, halk ve hak aşığı Yunus Emre ve Aşık Paşa’sı ile sınırlıyorum. Kısaca 13.yy Doğuyla Batının çarpıştığı birbirine girdiği, hem doğunun hem batının kendi içindeki karanlık ve aydınlık güçlerin yoğun bir biçimde çarpıştığı dönemlerden biri. Anadolu... 1236-1240 yılları arası, büyük bir Türkmen başkaldırısına tanık oluyor. Selçuklu’nun zülmünden, debdebesinden, tantanasından, aşağılamasından yılmış, yoksulluk sefalet içindeki Türkmen’ler, Anadolu’nun kadim halklarının da katılması ile bir Horosan ereni Baba İlyas’ın önderliğinde ayaklanıyor. Bu ayaklanma önceleri başarılar kazanıyor, Amasya, Sivas, Kayseri’yi alıyor Türkmenler. Konya da tehdit edilince Selçuklu sultanı Konya’yı terkediyor. Türkmenler Kırşehir’e yöneliyorlar. 1240 yılında Kırşehir’in Malya ovasında, yabancı askerlerle iyice toparlanan Selçuklu’nun ordusundaki zırhlı Frenk ve Gürcü askerlerin öncülüğünde büyük bir kıyım yapılıyor. Ayaklanmış halk, dervişler, Türkmenler karıları, çocukları, yaşlıları, hayvanları ile kalkmış, yollara düşmüş... Her biri kılıçtan geçiriliyor. 1240 aynı zamanda sevgili Yunus Emre’nin doğduğu yıl. Ya Avrupa, Akdeniz... 1209-1255 yılları arasında Papa’lık başlattığı Katar kıyımına tanık olmuştur. Katar’lar Fransa’nın güneyindeki Katar bölgesinde yerleştikleri için bu adla anılan, kökenlerini Bulgaristan Bogomillerine, Bogomillerden de Anadolu Pavlikanlarına kadar getirmemiz gereken, değişik bir halk. İnananlar ile arınmışlardan oluşuyor. İnananlar, kendi aralarında kadın erkek ayrımı göstermiyor, paylaşmacı, adil bir halk. Kendi nefslerini terbiye ederek kötülükten uzak durmaya çalışıyor. İçlerindeki Arınmışlar ise, kadın ve erkek dervişlerden oluşuyor. evlenmiyor, et yemiyor, toplumun geri kalanına önderlik yapıyor, destek veriyor. Zamanlarını hem çalışarak hem de tapınma ile geçiriyor. Devletin, kilisenin otoritesini tanımayan, katolikliğe karşı fakat hristiyan topluma kendilerinin saf, öz hristiyan olduğunu söyleyen bu halk, yerleştikleri Fransa’da soylular ve halk tarafından çok seviliyor, korunuyor. Papalık bir kaç kıyım girişimden sonra, engizisyonu Katarları yok edebilmek için yürürlüğe koyuyor. Bir yandan Katarlar üzerine haçlı seferleri düzenlenirken, bir yandan da engizisyon ile kendileri ya da sempatizanları teker teker yakalanıp, anlatılmaz işkencelerle öldürülüyorlar. 45 yıl boyunca bir yandan haçlılar, bir yandan engisizyon eliyle sistemli bir biçimde yok ediliyor Katarlar, Avrupa üzerinden siliniyorlar. Şair ve yazar Dante, 1265 yılında Florensa’da doğuyor. Kilisenin baskısı aldında, Ortaçağ karanlığı tüm vahşeti ile sürmektedir... Sevgili Yunus Emre, Tapduk Emre’nin dergahına katılır, kırk yıl hizmet eder. Tapduk Emre, Hacı Bektaş Veli’nin hem çağdaşı hem de ardasıdır. Hacı Bektaş Veli ise 1240 yılında öldürülen Horasan ereni, Anadolu Türkmenlerinin ve yerli halklarının sevgili piri Baba İlyas’ın ardasıdır. 1272 yılında Kırşehir’de, baba İlyas’ın torunu Aşık Paşa doğar. Bu yılda, Yunus Emre, 32 yaşında bir derviş, Dante 7 yaşında bir çocuktur.
Yorumlarsaba
{ 16 Mayıs 2010 06:56:33 }
cok guzel bir arastirma deniz. yazinin devamini merakla bekliyorum.
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|