|
Elveda Afrika...... Hoşçakal MelbourneKategori: Anılar | 12 Yorum | Yazan: Pınar Özkan | 13 Nisan 2010 08:08:17 Yaşam yolculuğumuzda ne çok duraklar var... Ne çok bırakışlar... Ne çok dönüşler... İki ayrı zamanda iki ayrı kentten aynı kente dönüşün öyküsü... Atilla İlhan'ın 'İstanbul Ağrısı'nda dediği gibi... "sen eğer yine İstanbul'san/ aldanmıyorsam / yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa/ kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar / yine senin emrindeyim" Kazanan yine İstanbul... Ve ben yine onun emrindeyim...
Tahta zeminin üzerinde beş büyük kutu. Her birinin üzerinde adım, İstanbul adresim ve telefon numaralarım yazılı. Etrafında yürüdükçe tahta gıcırdısı yankı yapıyor. Yarım saate kadar oradayız diyor telefonun ucundaki kargo görevlisi. Bekliyorum, diyorum. Boş odada sesim de yankılanıyor. Kutulara bakıyorum. Ani bir karar, ani bir dönüş. On yıllık Melburn yaşamımdan topladıklarımı bu beş kutuya nasıl sığdırdığıma hayret ediyorum. Elveda Afrika... benim Afrikam Elindeki telsizle bavulları işaret ediyor Gabon'lu yer görevlisi. Aprondaki uçak gürültüsünden dolayı bağırarak konuşuyor. Bu beş bavul ekip kargosuna mı konacak? Beş arkadaş kırmızı burunlarımızı çekerek başımızı evet anlamında sallıyoruz. Ağır lacivert bavullar heybetli Jumbo uçağının ön taraftaki ekip kargosuna atılıyor. Sessizce izliyoruz. Bir yıl doldu. Merdivenlerden çıkarken dönüp son kez bakıyorum Libreville havaalanına. Beklemediğimiz ani bir karar, ani bir dönüş. Air Gabon'un tanıdık kıdemli yüzleri karşıyorlar bizi kapıda. Uçak büyük, ekip kalabalık. Alaycı espriler, gülüşmeler, yanaktan makas almacalar yok bu kez. Oturacağımız yeri gösteriyorlar, el bagajlarımızı yerleştiriyorlar. Elizabeth taşlı gözlüğünü düzeltiyor ve sessizliğe son veriyor. Yolcuların gelmesine zaman var uçağı gezmek ister misiniz? Beraber geziyoruz hayran olduğumuz Boeing 747 uçağını, zoraki makyajla kapattığımız şiş gözlerimize yayılan tebessümden memnun oluyor Gabonlu stewardlar. Koltuk başlıkları, logolar, troleyler, catering ve duty free malzemeleri, renkler, kokular herşey ne kadar da tanıdık görünüyor. Kendi evimizde konuk gibiyiz. Kokpitten gelen boarding sesiyle bize ayrılan koltuklara geçip oturuyoruz. Gabonlu yolcular disiplinli bir sıra içinde uçağa giriyorlar. Bir yıl içinde her zaman taşıdığımız yolculardan farklılar. Demek Paris yolcuları böyle oluyor. Çoğu işadamı, takım elbiselerinden ellerindeki çantalardan belli oluyor. Birkaç Fransız öndeki birinci sınıfta yerlerini alıyor. Esmer tenine giydiği beyaz tül gömlek sarıya boyanmış kıvırcık saçlar ve makyajlı yüzüyle neşeli bir Gabon'lu erkek yanındaki arkadaşlarıyla şakalaşıp kahkahalar atıyor. Ekipten ünlü bir modacı olduğuna dair bilgiyi alıyoruz hemen. Uçakta nerdeyse aile ve çocuk yok. Bir anda bütün koltuklar doluyor kapılar kapanıyor. Ekip sineklere karşı yapılan rutin ilaçlamayı hızlıca bitirip uçak piste doğru yol alırken ellerinde oksijen maskeleri, can yelekleriyle demo gösterilerine başlıyorlar. Fransızca anons devam ederken pencereden havalanına, geride bıraktığımız terminale ve yakınından geçtiğimiz kuleye eğilip bakıyorum. Elveda Gabon.. Seni özleyeceğim. Elveda Afrika.. bir gün yine görüşür müyüz ne dersin? Arkadaşlarım sessizlik içindeler hiç konuşmuyorlar. Bugün üniformalarımızı son kez giyiyoruz hepimiz biliyoruz. Heybetli uçak hızlanıyor, pisti sonuna kadar kullanıp burnunu kaldırıyor. Başımı yaslayıp karşıda bir noktaya kitliyorum gözlerimi. Derin bir nefes çekerken içime, yolcuya yüzü dönük oturan steward'a yakalanıyorum ıslak gözlerimle. Uçuşlarımda birkaç kez sıtması tutan çocuk değil mi o? Evet O. Bakışlarını kaçırıyor hemen. Supervisor olarak bildiği bizleri seyrettiğini göstermek istemiyor. Bense biz burayı sevdik, biz sizi sevdik mesajı göndermek istiyorum gözlerimle. İstediği yüksekliğe ulaşıncaya kadar tırmanıyor heybetli uçak. Sigara ve kemer ışıklarının sönmesiyle yorgun gözlerim uykuya yenik düşüyor. Kızlar birbirlerine soruyorlar. Paris'e uçuş beş saat mi demişti kaptan? Onun gibi bir şey. Fırınlardan yemek kokuları gelmeye başladı. Perdeleri çekili mutfaklardan açılıp kapanan troleylerin, dolap kapaklarının sesleri duyuluyor. Perdelere rağmen arkasındaki hazırlıkları görebiliyorum. Bu hazırlıklar sürerken bizim yolcu koltuklarında oturuyor olmamız tuhaf bir duygu. Ekibin eli çabuk, servise başladılar bile. Önümüze konan yemekleri biraz olsun tırtıklıyoruz son iki gündür doğru dürüst bir şey yemediğimizi hatırlayarak. Aylardan sonra ilk kez Afrika kıtasından çıkıyoruz. Paris'e dönüyor olmak artık bu işin bittiğini gösteriyor, belirsizlik umutlarımızı kırıyor. Şirketimiz ya bu işi noktalıyor ya da biz son kalan ekibini devreden çıkarıyor. Herşey İstanbul'a döndüğümüzde anlaşılacak. Servis sonrası yolcuların kimisi uyuyor, kimisi film seyrediyor, kimi ayakta duruyor, bazıları kabinde turluyor. Çoğunluğu batılı kıyafetler içinde. Geleneksel kıyafetliler bu yolculuk için belli ki en güzelini en canlı renklisini seçip giymiş. Arasıra ünlü modacının neşeli kahkahalarıyla başlarımız ona doğru çevriliyor. Ayakta durduğu yerde fırfırlı gömleğinin yakalarını tutarak dans ediyor. Yolcular uyumlu, yolcular keyifli. Yolcular.... benim güzel kara derili Afrikalı yolcularım. Ekip profesyonel telaşsız tüm işleri bitirdiler yolcularla ilgileniyorlar. Bizi de ihmal etmiyorlar. Birazdan alçalmaya başlayacağız. Tuvaletlere dağılıp üniformamıza saç ve makyajımıza çeki düzen verip yerimize dönüyoruz. Kemer ışıkları yanar yanmaz kaptanın anonsu duyuluyor. Paris için alçalmaya başladık. Hava sıcaklığı 10 derece. Suratımızı ekşitiyoruz. Doğru ya! Avrupa'da sonbahar şimdi. Yazdan kışa gelmek ne tatsız! Bulutların arasından şehir gözükmeye başladı. Puslu havada hiç de güzel görünmüyor Paris, neyseki hemen İstanbul'a uçacağız. Eve gitmek istiyoruz. Bizi birilerinin karşılaması gerekiyor, biletlerimizi alıp uçacağımız şirketin kontuarına gitmeliyiz. Umarım yeterince zamanımız vardır. Paris'in üzerinde tur atıyor heybetli uçak, anlaşılan iniş sırası var. Başlar pencerelerden dışarı çevrili. Mutfaklar emniyete alınıp perdeler bağlanıyor. Toplanan battaniye ve kulaklıklar torbalar içinde tuvaletlere tıkılıyor, kapılar kitleniyor. Kaptan iniş sırasının bize geldiğini anons ediyor. Kabin ekibi iniş için yerlerinizi alın.. Ekip yerlerine bağlanıyor. Gelip Orly' nin binlerce uçağın lastik izleri bıraktığı uzun pistine konuyoruz. Sol tarafımızda kalkış için sıraya girmiş uçakları hızlıca geçiyoruz. Bayanlar baylar Orly havaalanına hoşgeldiniz.. Hızını kesiyor heybetli uçak terminaldeki körüklere doğru yavaş yavaş ilerliyor. Müzik çalmıyor. Kabin sessizlik içinde. Yolcularda heyecan sohbet ya da gülümseme yok öylece oturuyorlar. Havadaki neşeli hallerine ne oldu? Ayağa kalkıp arkamdaki yolcuya gülümsüyorum. Gözlerini kaçırıyor. Modacı başı önde elindeki dergiyi çeviriyor. Onları tanıyorum bu ilgisiz bakışlar bu sessiz kabulleniş siyah beyaz konu olduğunda ortaya çıkar. Avrupa'ya geldik ondan mı? Körüğe yanaşıyoruz, pencereden Orly'e bakıyorum. Bir yıl önce Gabon yolculuğumuz burdan başlamıştı. Uçağımızla yolcu getirip boş kalkmış Air Gabon logosu'nun uçak üstüne boyanması için Fransa'nın Kırmızı Şato anlamına gelen başka bir şehrine uçmuştuk. Çok mutluyduk. Pencereden valizleri indirmek için yaklaşan yer görevlilerini, kargo kapılarına doğru uzayan bantları seyrediyorum. Hepsi maske takmış, uçağın etrafında birkaç asker duruyor.İhbar falan mı aldık acaba? Ayakta olan sadece biziz. Ön kapı açılıyor. Yer görevlileriyle beraber iki silahlı komando giriyor, çıkış kapısını tutuyorlar körük başını bekleyen birkaç polis görünüyor Telsizlerden anlamadığım Fransızca konuşmalar duyuluyor. Yolcular tembihlenmiş çocuklar gibi oturuyorlar. Kızlarla birbirimize bakıyoruz. Neler oluyor? Yakınımdaki steward'a doğru yürüyüp telaşla soruyorum. Ne olur söyler misin niye askerler burda? uçağın çevresindekiler niye maske takıyorlar? Biz hastalık mı taşıyoruz? Niye herkes sessiz oturuyor? Gabonlu steward artık biz onlardan değilmişiz gibi bakıyor yüzüme Bütün Afrikalı uçaklara bu muamele yapılır! Bilmiyordum. Paris Afrika arası kendi uçağımızla çok uçuş yapmıştık hiç böyle birşeyle karşılaşmamıştım. Birinci sınıfta oturan Fransızlar çantalarını alıp iniyorlar. Uçağın ön tarafı telsizlerini sallayarak ekibe talimat veren yer personeliyle doluyor. Yolcular suçlu gibi sessizce izliyorlar. Biz ne yapacağımızı bilemiyoruz, kızlar ağlamaya başlıyor. Yolcular pasaportlarını çıkarıp ellerinde tutuyorlar. Anlaşılan pasaport kontrolu teker teker uçakta yapılacak iltica etmek niyetinde olanı körüğe çıkmadan engelleyecekler. Körüğe ayak bastığı an ülkeye ayak bastığı için iltica hakkına sahip oluyor yolcu. Elizabeth'in yanına gelip duruyoruz. Sarılıyoruz ona. Öndeki kargaşanın içinde biri bize sesleniyor. Bizim şirketin yer işlerini yürüten Fransız adam, Jean Pierre mi neydi adı? Hoşgeldiniz. Valizlerinizi çıkarttım. İstanbul'a giden uçağa götüreceğim sizi. Fransız'ın gülümseyen yüzü kurtarıcı gibi geliyor. Elizabeth'e, öndeki ekibe çabucak sarılıp veda ediyoruz. Askerlerin arasından dışarı çıkarken arkamızda kalan steward'lar el sallıyor. Elizabeth gözlüklerini çıkarıp yaşlarını siliyor. Fransız sırıtıyor. Yanlış mı görüyorum? beyazların arkasından ağlayan bir Afrikalı! Cevap vermiyoruz. Sessizce Fransızı takip ediyoruz. Beş lacivert valiz dışarda bizi bekliyor. Ağır valizlerimizi çekerek yürümeye başlıyoruz terminalde. Tekerleklerin çıkardığı ses yüksek topuklu ayakkabılarımızın çıkardığı sese karışıyor. Dev uçağın kuşlu logosunu kaybedene kadar arkama dönüp dönüp bakıyorum. Hoşçakal Melbourne Kapı çalınıyor. Kutuları almaya geldiler. 5 taneydi değil mi? bir haftaya kadar İstanbul'da olur, oraya bol uçak var. Eşyalarım içinde uzaklaşıyor kamyon. Boş evi dolaşıyorum. Ön bahçeye çıkıyor kedimin dolaştığı çimenlerde yürüyüp son kez kullanacağım arabaya biniyorum. Gözden kayboluncaya kadar aynadan arkamda bıraktığım eve bakıyorum.
YorumlarEmre Öztürk
{ 14 Şubat 2021 15:54:43 }
Pınar hanım yazılarınızı en baştan en sona kadar okudum gerçekten anlatımınıza hayran kaldım ama böyle olmamalıydı burda bitmemeliydi. Keşke devam etseniz. 2014 de son paylaşımınızı yapmışsınız acaba Pınar hanımın bir sosyal medyası var mı takip etmek istiyorum kendisini..
Umarım iyidir. Figen Hasimoglu
{ 10 Ekim 2010 01:48:49 }
Pinarcigim,
Gecen gun ogretmen arkadaslarla malum sinavlar oncesi biraraya geldik. Gozlerim once seni aradi. Arkadaslardan Turkiye''ye donus haberini aldim. Huzunlendim. Ancak senin Istanbul ozleminin karsisinda diyecek birsey bulamadim. Umarim sevdiklerinle cok mutlu gunler gecirirsin. Seninle konusurcasina yazilarini okudum. Ellerine saglik. Seni ozlemle kucakliyorum. Melbourne''daki seni seven dostlarindan... Figen nilüfer altıntaş
{ 24 Mayıs 2010 10:48:33 }
pınar hanım ben sizin gibi inanın duygularımı yazıya dökemiyorum ama içimdeki hisleri o kadar güzel dile getirmişsiniz ki ne diyecegimi bilemiyorum.Aglayarak okudum ve gözyaşlarıma hala engel olamıyorum sadece size birşey demek istiyorum ben umudumu hiç yitirmedim eger allah bize 1 yıl muhteşem ülke afrikada sizlerle yaşattıysa tekrar bir gün yine yaşıycaz.Hatırlıyor musun arkamızdan afrikalı ekip ve bizlerde aglamıştıkta bende adını unuttugum yer görevlisi bir beyaz afrikalının arkasından,afrikalı birininde beyazın arkasından agladıgını ilk kez sizde gördüm demişti bize yaşattıgın geçmişten dolayı sana çok teşekkür ederim nidalin ve mösyö eliyede teşekkürler afrikayı sevdirmelerinde payları büyük
Ela Uluhan
{ 15 Mayıs 2010 05:39:06 }
Böyle yürekli bir insana ayağının tozuyla yapılmaz bu biliyorum, ama, ne İstanbul Attila İlhan'ın İstanbul'u, ne de o İstanbul'dan geriye iz kaldı. Senin yüreğin, eminim, bu 'artık olmayan'a da dayanır. Yeni yolculuklar, yeni yollar bulur.
Hoş geldin! Beatrice Selma Berkman
{ 03 Mayıs 2010 21:34:28 }
Pinarcim,sen her yerde mutlu olan veya mutlu olmasini bilen bir insansin.Akilli sozlerin ve nasihatlarin hala aklimda ve zaman ,zaman uyguluyorum.
Onunde cok uzun bir omur ve eminim guzel experyanslar var Insallah yuvanda mutlu olusun ve bizimle ucus yazilarini paylasmaya devam edersin. Hilal Dursun
{ 18 Nisan 2010 14:05:32 }
Cok duygulandim, hayat bir kus gibi ucup ucup gidiyor , anilarin cok guzel ,umarim hep yuzun guler .
Sevgilerimle Hilal saba
{ 15 Nisan 2010 20:49:37 }
sevgili pinar, harika bir yazi. cok severek okudum. iste yasam bu... huznuyle, hazziyla, ayrilmasiyla, kavusmasiyla...
Ozlem
{ 15 Nisan 2010 08:58:16 }
Pinar''cigim, o kadar guzel ifade etmissin ki gozlerim dola dola okudum. Yuregine saglik canim benim.
Aşkın Fırat ALTINOK
{ 15 Nisan 2010 05:55:08 }
Arkadaşım inşallah İstanbul seni aldatmıyor ve aldatmayacak. yine Atilla İlhan'ın dediği gibi kazanan sen, İstanbul ve eskiden gelen bir dosta daha da yakın olmanın mutluluğu ile bizler olacağız.
Yuvana hoş geldin. Ardında bıraktığın güzlliklerin katlanarak devam etmesi diliği ile. aykut yazgan
{ 15 Nisan 2010 01:33:47 }
hiç bu kadar hüzünlenmemiştim...
Diğer Sayfalar: 1. 2.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|