Doru donlum / Kara gözlüm / Yağız yeleli / Mahzun bakışlım / Bağlarda mor menevşeler / Çiçek açtı / Yoncalarla çayırlar / Seni bekler / Kalk gidelim, dedim / Sarıldım / boynuna / Kalkamadı...
Öptüm kara gözlerinden
Ne olur ölme, dedim
Duyamadı…
BABAMIN ATIBabamın doru donlu bir atı vardı
Kent dışına çıktığında
O ata biner,
Hacıbektaş’a gidip aylarca kaldığında da…
Yolunu gözlerdim gelecek diye
Gelmez, gelmez, gelmezdi…
Sanki bir ömür beklemişim gibi,
Hiç gelmeyecek!..
Geldiğinde de inanamazdım!
Beni eğerin üstüne, kucağına
Alıp mezarlıkların arasında
At koşturduğunda
Gerçekleşirdi geldiği…
Doru, ufak tefekti atımız…
Tek başıma ben binebilirdim ona.
Ahırdan çıkartır
Eyersiz biner mezarlığın kıyısına
Götürürdüm otlatmaya,
Usluydu.
Bazen de Haydar ağabeyimle
Marınca yönündeki
Bağların arasında otlatırdık.
Yine bir gün
Ahırdan çıkarttım, gemini taktım
Bindim
Otlatmaya götürüyorum.
Köylü derdik bir oğlan vardı
Bizim sokakta
Elinde boş bir su tenekesi
Peşime düştü
Durmadan vuruyor tenekeye
Elindeki sopa ile…
Yapma diye bağırıyorum
Dinlemiyor.
At ürktü, koşuyor
Zapt edemiyorum
Mezarlığa saptı
Koca koca mezar taşlarının arasından
Dörtnal gidiyor,
Sıkıca yapıştım yelelerine
Mezarlığı aştık,
Bir iniş var
Hemen sonra
Gübre yığınının üzerine düştüm.
Göğsümde bir sancı…
Başka bir şeyim yok
Mezarlıkta düşmediğime şükrediyorum.
Köylü kaçtı gitti…
At biraz ilerde durmuş
Bana bakıyor…
Yerden kalktım ama
Kaburgamdaki sancı artıyor…
Atı yedekledim eve döndük.
Köylüyü ele geçirsem yandı…
Kıvranıyorum
Zehra annem fark etti.
Attan düştüm!...
Komşumuz Karatepeli var, çıkıkçı
Ona götürdü
Kadın parmaklarını bastırdı
Sancı fena halde acıya döndü,
Kaburgalarımdan biri kırık…
Yumurta yakısı …
Göğsümü sıkıca sardı
Nefes aldıkça batıyor.
Uzun sürdü iyileşmem.
Atımızı büyük ağabeyimle
Bağlar arasındaki
Çimenliklere götürdük
Kıyır kıyır çimleri
Yedikçe çimenlerin
Nefis kokusu yayılır
Sırtüstü yatar tek tük geçen
Ak bulutları izlerdim
Attan gelen kıyırtıdan başka
Hiç ses olmazdı
Sessizlik ve çim kokusu
Soluğumda…
O yaz tatilinde
Bankanın yanındaki
Kahveci Kazım’da çırak…
Çay bir, elli bir diye bağırdığımda
Usta bir kahve ve bir çay yapardı.
Bir soprano gibi çıkardı sesim.
Bahtiyar amcam
Birkaç gün önce
Bankada çalışan memurlardan
Sabri adında birine vermişti
Babamın atını,
Köylere gidecekmiş banka için
Atı getirmiş,
Bankanın önünde duruyor
Direğe bağlı
Bunu eve götür, dedi Bahtiyar amcam…
Doru atın keyfi yok
Süklüm püklüm
Başı öne eğik bekliyor.
Anladım bir pislik olduğunu…
Banka memuru Sabri
Atın yanında yok
Hayvanı fena koşturmuş
Terli terli su içirmiş,
At dinlenmeden su verilmezmiş.
Çatlatmış atı…
Bin üstüne dedi Bahtiyar amcam
Eğeri üstünde…
Çarşıdan geçtik yavaşça.
Pazar yerini de geçtik
Atım halsiz
Arada bir duraklıyor…
Durdu, indim.
Yedeğime aldım
Adım atacak hali yok.
Yokuş başını geçtik
Kiliseden aşağı iniyoruz
Yolun üstünde durdu, yere oturdu
Ne yapacağımı bilemiyorum
Yoldan gelen giden yok
Bekliyorum biraz güç toplasın diye
Boynuna sarılıyorum
Kalk kara gözlüm
Bahar geldi bak
Bağlara gidelim…
Ne kadar bekledim?
Haydi kalk gidelim,
Ölme ne olur!..
Kalkmasına yardım ettim
Kalktı, isteksiz
Yürütmeye çalışıyorum
Gem elimde, önden çekiyorum.
Dinlene yürüye eve vardık.
Anamın avlusuna bağladım.
Haydar ağabeyime koştum,
İplik boyuyor dokumacı için
Elleri boya, kara...
Hemen işini bıraktı
Ellerini yıkadı ...
Ağabeyim benden beş altı yaş büyük…
Veterinere gidecek atı bana verip
Eve gönderen de cahil…
Ağabeyim nerden bilecek ne yapacağını!..
Tek aklına gelen atı koşturmak
Öyle bir şey duymuş…
Mezarlığın arkasındaki boş tarlaya gidiyoruz
Atın üstüne binip kamçılıyor
Zavallı atın yürüyecek hali yok ki
Nasıl koşacak?!..
Onları gördükçe ölüyorum…
Ağabeyim yoruluyor
Vazgeçiyor…
Eve getirip ahıra bağlıyor…
Ertesi sabah baktığında
Atımız ölmüş…
Sabri kaçıyor bucak bucak
Bedeli isteniyor birkaç kez
Hep ödeyecek!...
Adam pişkin...
Babam atsız artık…
Bir daha atı olmadı…
Ezilmiş çayırların
Kokusunu alarak
Sırt üstü uzanmış
Yeşillikler içinde
Doru atımızı izlemek
Düşlerde kaldı…