|
|
Anayasa paketi'nin madde madde analiziKategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: A.Ulak | 22 Mart 2010 17:07:12 Buna anayasal reform diyorsanız Ecevit ile Bahçeli'yi büyük devrimciler olarak anmak gerekiyor. Cumhuriyeti kuran kadrolar için reform yapmakla yasa yapmak aynı anlama geliyordu. Peki şimdi? Kemalizm eleştirisinde muhafazakâr-liberal ittifakın avadanlığında kullanılabilecek neler varsa bugün bunlarla bizatihi bu ittifakı eleştirmek mümkün: Toplum mühendisliği, gardırop devrimciliği, pozitivizm vb...
Hükümetin her çıkardığı ya da çıkarmaya çalıştığı yasayı reform olarak allayıp pullayanlarda devlet merkezli epistemoloji bütün siyasal ve hukuksal çözümlemeye hakim ve kuramsal çerçeveleri üst yapı kurumlarına odaklı: Ordu, hükümet, yargı, HSYK vb. Sanki bütün toplumsal sorunlar bu kurumlarda cisimleşmiş ve bunlar da kanun maddelerinde ve dava dosyalarında çözümlenebilirmiş gibi. Çözümleneceğini iddia edenlere pozitivist diyoruz. PAKETİN MADDE MADDE ANALİZİ Paketten kimileri adına iktidar çıkarken halk adına özgürlük çıkmıyor. Eşitliğe ilişkin 10. maddede öngörülen değişiklik zaten uluslararası sözleşmeler, içtihat ve doktrinle yerleşmiş olan pozitif ayrımcılık: yani malumun ilanı. Özel Hayatın Gizliliğine ilişkin 20. maddede öngörülen değişiklik, kişisel verilerin korunmasına ilişkin ve yine sözleşmelerle, doktrin ve içtihatlarla yerleşmiş bir düzenleme. Üstelik bu verilerin hukuka aykırı bir şekilde toplanması ve kullanılması konusunda hükümetin kendi görevini ne kadar yerine getirdiği ortadayken, bu değişikliğin hayata geçirilmesine ilişkin beklentimiz fazla değil. Nitekim zamanın Ulaştırma Bakanı da çare olarak “telefonla konuşmamayı öneriyordu”. 53. madde de kamu çalışanlarına sadece toplu sözleşme hakkı getiriyor. Bu hak zaten var: Sendika hakkı daha önce anayasaya konulmuş idi. Grev ve toplu sözleşme sendika hakkının özüdür, böyle olmasa sendika hakkı ile dernek kurma hakkının arasında bir fark kalmaz. Sendika hakkının grev ve toplu sözleşme hakkını içermediğini iddia etmek Anayasa’nın 13. maddesini ihlal etmektir, yani hakkın özüne dokunmaktır. Siyasi parti kapatma konusunda getirilen yenilikler daha önce kamuoyuna yansımış idi. Ama bir saçmalık hemen dikkatimizi çekiyor: “İdarenin işlem ve eylemleri, odaklaşmanın tespitinde gözetilemez.” Bu madde iktidar partisinin kapatılamayacağına ilişkin liberal hukukçular tarafından zaman zaman dile getirilen saçma düşünceyi yansıtıyor. Diyelim herhangi bir hükümet belli bir etnik grubun tehcirine ilişkin karar alacak bu idari işlem niteliğinde olduğu için hükümetteki parti sorumlu olmayacak, bizler o partiye faşist diyebileceğiz ama Anayasa Mahkemesi bunu diyemeyecek. 74. Maddede öngörülen düzenlemeyle kamu denetçiliği öngörülüyor. Seçimi de Meclise bırakılıyor. Kamu Etik Kurulunun kurulmasına ilişkin yasadaki gibi birçok istisnanın burada da yer almasını beklemek kötümserlik değil. SGK’daki bir personel çocuğunu sigortalı gösterdiği için kınanabiliyor ama aynı işlemi yapan devlet büyükleri kınanamıyor. 125. maddedeki değişiklik ile YAŞ kararları yargı denetimine açılıyor. Hukuk devleti açısından olumlu fakat yargıya ilişkin diğer değişikliklerle birlikte düşündüğümüzde alt metin amacın farklı olduğunu söylüyor. Aynı maddedeki değişiklikle mahkemelerin yerindelik denetimi yapamayacağı öngörülüyor. Kural olarak aksini iddia eden de yok zaten, bu hüküm konmasa da yerindelik denetimi yapamazlar, değişikliğin bir anlamı yok. 148. Madde ile anayasa şikayeti yolu açılıyor. Ama hemen daraltma çalışması başlıyor. Şikayet sadece Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümleri ve anayasal haklarla sınırlı. Dolayısıyla AİHM’ne başvuruyu kısıtlamak anlamına geliyor mu diye düşünüyoruz. ÖZEL ÇIKARLAR KAMUSAL YARAR KILIFINDA Denetleyici değil destekleyici kamuoyu özlemi hükümetin tüm icraatına yansımışken bile, reformlarına toplumsal bir talep yaratmak konusunda başarılı oldukları ya da olacakları söylenemez: Her arz kendi talebini yaratmıyor. Peki devletin tepesinde keman çalındığı zaman, aşağıdakilerin oynamaya koyulmamalarını nasıl bekleyebiliriz? Gönüllü oynayanların köşe yazarları, televizyon müdavimleri, parti fanatikleri, siyasal ya da hukuki polemiklerde ikbal kollayanlar olduğunu kaydediyoruz. Bunların arasında oyuna ilkel kabile dillerindeki sözcük sayısıyla katılan liberallere özel önem veriyoruz. En önde liberal hukukçuları görüyoruz. Kemanın kıvrak ritimlerine en iyi onlar eşlik ediyor: Nikâh törenlerinde gelin cenaze törenlerinde ceset olmak istiyor. Hümanist yanımız depreşiyor. Onları, iktidarın nikâhında görmeyi toprağın altında görmeye tercih ediyoruz. Liberalleri bugün işbaşında tutan şey baskının olduğu yerde bir eksikliği tamamlamak: Rızayı. Tekel işçilerine, “yedikleri copun aslında acılarının ilacı olduğu”, tersane işçilerine, “yakamozları seyretmek için gece vardiyasını tercih etmeleri gerektiği” konusunda sofistçe nutuklar atarken görebilirsiniz onları. Ancak gaz sıkışmasının sadece midede değil, kömür ocaklarında da olabileceğine ikna edemezsiniz. Poulantzas’ın söylediği gibi, hukuksal sistem, bir yandan var olan mülkiyet ve mübadele ilişkilerini onaylayıp üretim koşullarının yeniden üretilmesini sağlarken, diğer yandan siyasal işlevler üstlenir; bir sınıf ya da fraksiyonun ötekiler üzerinde hegemonyasını düzenler. Bu gün de özel çıkarlar kamusal yarar kılığında piyasaya sürülüyor: Bir kliğin beka kaygısına bugün anayasal reform deniyor. ÖZGÜRLÜKSÜZLÜĞÜN MAGNA CARTA’SI Ancak Büyük İskender bile sadece kılıcın gücüne güvenmedi: Gündemdeki anayasal reform paketi içerisindeki elma şekerlerini görünce şaşırmıyor, sapını unutmuyoruz. Reform paketini geçirebilmek için hak kırıntılarından bahsediliyor. Ne büyük reform! Bunlar zaten var, fiili olarak kullanılamamaları baskıdan ve sendikaların renginden ileri geliyor. Bu hakların anayasal düzeyde tanınmaları bir ilerleme olarak değerlendirilse bile bunun anlamını iktidarın özgürlüklere düşkünlüğünde değil, bir mübadele ilişkisinde arıyoruz: Rızayı satın almak için ödenecek ucuz bir bedel. Liberaller ise fiyatı düşürmek için var güçleriyle çalışıyor: “Yargı reformu herkes için gerekli”, “Hâkimlerin iktidarı demokrasiyi engelliyor.”, “Demokrasi dalgası geliyor”. Sonuçta belirlenecek olan özgürlüksüzlüğü kimin dayatacağı. Marx’ı hatırlıyor, anayasal reformlarına özgürlüksüzlüğün Magna Carta’sı diyoruz. Özgürlüksüzlüğün uygulayıcıları değişiyor özgürlüksüzlüğün sınırları ve ilkesi değişmiyor. Sadece halk desteği hiçbir iktidarı demokrat yapmıyor. Bu yüzden hiç kimse Hitler’e demokrat demiyor. Wallerstein ekliyor, “Halk egemenliği uygulamasını ehlileştirmenin hikâyesi liberal ideolojinin hikâyesidir.” Onlardan ötesini beklemiyoruz. Dr. İlker Kılıç Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kaynak : Odatv.com
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|