|
|
İktidarin Desteğiyle, İktidar Haricinde Her Unsura 'Muhalefet' EtmekKategori: Kültür/Sanat | 0 Yorum | Yazan: Haberci | 15 Mart 2010 01:57:18 İslami kesimin görsel medyada boy göstermesiyle, 'muhalif olmayan bir sanat var olabilir mi?' tartışması filizleniyor. Bu sorunun tam ortasında 'Dini hassasiyetlere ve cinsellik tabusuna önem göstererek mizah yapma' şiarıyla yayın hayatına başlayan Cafcaf'ı, Sol- Muhalif çizgisiyle bilinen Yeni Harman'ın editörü ve Leman Dergisi yazarlarından Başar Başaran ile konuştuk.
Başaran’a göre, içinde muhalefet olmayan hiçbir şey sanat olamaz ve tutunamaz. Öncelikle Cafcaf’tan yola çıkarak sorayım, muhalif olmadan ne kadar mizah yapılabilir? Yapılamaz. Bugün baktığımız zaman mizahı mizah yapan unsurun içinde barındırdığı muhalefet olduğunu söyleyebiliriz. Yani içinde muhalefet olmayan bir mizahın yapılamayacağını, bundan yola çıkarak yapılacak herhangi bir şeyin de mizah olmayacağını düşünüyorum. Okurlarına ve ‘potansiyel okurlarına’ kendilerini dini hassasiyetleriyle lanse etmelerini nasıl yorumluyorsunuz. Kendilerini tanıttıkları yazıda “’Din’ denince rahatsız olmayan bir kesime hitap etmektedir. İslam ve mizah uyumludur, ‘islamda mizah uymaz’ düşüncesi yanlıştır” gibi bir tartışmaya da giriliyor... Açıkçası şunları söyleyebilirim. Cumhuriyet kurulduğundan beri İslami kesimin mizahla, sinemayla, sinemayla, görsel sanatlarla, içinde muhalefet barındıran yani mevcut düzene dair muhalefet barındıran herhangi bir şeyle uğraşmadığını görüyoruz. Yani bu konuda islamın kökeniyle ilgili bir açıklaması yapılabilse de, islamın bu sanatları ötelediği, İslamın bu sanatlara cevap vermediğini düşünürsek bir açıklama bulabiliriz. Ama bence bugün daha önemli olan şudur: şimdi ne oldu da ‘bu adamlar’ bunları yapmaya başladılar? Peki o zaman ne oldu da artık bu alanlara girmeye karar verdiler? Sizce, onların ‘ihtiyaca cevap’ olarak tanımladığı bu başlangıcı ne doğurdu? Bence bunu deşmek lazım biraz. Ben bunun üç tane sebebi olduğunu düşünüyorum; Birincisi: Mizahtaki muhalefet geleneğinin, yani solun mizahla yaptığı, sinemayla, sanatla yaptığı muhalefetin çok ağır sonuçları vardı. İslamcılar, Cumhuriyet kurulduğundan beri bu sonuçlara katlanmadılar. Böyle bir cesareti gösteremediler ya da göstermediler. Ancak iktidara geldikten sonra bunu yapmaya başladılar çünkü bir insanın iktidarı arkasına aldıktan sonra başka bir şeye muhalefet etmesi kadar kolay bir şey olamaz. Yani bunun konforu ve garantörlüğünde başladılar bu işleri yapmaya. İkinci sebebiyse: bu sinema, tiyatro gibi sanatları kullanarak, Kültür Bakanlığı’ndan faydalanarak devletin kesesine el atmak gibi bir yol kullanıyorlar. Dolayısıyla bugüne kadar sinema yapmayan adamlar Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle sinema yapmaya başladılar. Yani bu işler iktidarla birlikte yapıldığı zaman, bugüne kadar bu işlerle ilgilenmeyenler için bir nemalanma kapısı doğdu. Bence bunun etkisi büyüktür. Üçüncü neden olarak da: bu adamların genel olarak kapitalizmle uzlaşmasında görsel sanatların bir pazar olmasını da gösterebiliriz. Yani bu adamlar artık bu pazarı kullanmak istiyorlar ve kullanıyorlar. Bugüne kadar kullanmadıkları gibi... “GÜLEN ‘RIZA İMALATINI’ İÇİN SİNEMAYI KULLANIYOR” Madem bu kesimin görsel sanatlardaki ‘atılımı’nı konuşuyoruz; bu konuda bir gizli reklamcılık hatta aleni, adil olmayan bir reklamcılık boy gösteriyor sanki. Yani, Mustafa Kemal’i anlatma iddiasıyla çıkan ‘Veda’ filminin tam karşısına Fethullah Gülen’in bir dönem imamlık yaptığı bölgeyi, yine bir imamdan yola çıkarak anlatan ‘Eşrefpaşalılar’ filmi koyuluyor. Başbakan Erdoğan, yardımcısı ve eşiyle bu filmi izlemeye gidiyor. Filmi daha izlemeden, gösterimin sonunda vereceği plaketi yanıbaşında hazır tutuyor. Buradan tüme varırsak? Buradan tüme vardığımızda şunu görüyorum: Bu adamların, düşüncelerini bir pazarlama stratejisi olarak sunma geleneği aslında ABD’nin bulduğu bir yöntem. ABD’nin pazarlama taktikleriyle bire bir örtüşüyor. Gülen Cemaatini de diğer bütün İslami hareketlerden ayıran şey, bunu fark etmesi ve kullanmasıyla başladı. Yani, Gülen Cemaati kendi düşüncesini bir ürün olarak pazarlamaya başladı. Bu ürün de aslında tanıdık, ABD bu ‘rıza imalatı’ denen şey için yıllardır sinemayı kullanıyor. Eğer sen bir PR çalışması yapmak, halkla ilişkiler çalışması yapmak istiyorsan sinemayı kullanmak zorundasın. Bunu artık yapıyorlar. Dizileri, sinemayı kullanıyorlar ve artık bunu bir ürün gibi görüyorlar. Örneğin; görsel sanatlara İslamın tepkisiyle, tüketimin islama tepkisinden arınmış biçimdeler. Artık sadece kendi ürünlerini pazarlama düşünceleri var ve piyasa neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar. Eşrefpaşalılar filmiyle Fethullah Gülen markasını pazarlamaya başlamış olabilirler, Kurtlar Vadisi dizisiyle AKP’yi pazarlıyorlar. Yani tüm bunlar bir sanatla uğraşma haşır neşir olma derdinden değil, belirlenen bir pazar politikasını uygulamadan geçen yollar. ‘İKTİDARDAN YANA MİZAH ÇİFTLİK ÇUPRASIDIR’ Peki devletten ve kamunun hakkı olan kuruluşlardan bu şekilde nasıl yararlanıyorlar. Yani kastettiğiniz, iktidara yakın duran ve öyle işler yapanların devlet kanalı TRT’de sıkça boy gösterebilmesi, hatta program yapabilmesi mi? Öyle ama sadece o kadar değil. Çok daha yakından bildiğim bir örneği söyleyebilirim: ‘Uzak ihtimal’ filmini Kültür Bakanlığı’ndan destekle yaptılar ve filmi gösterimi bittikten sonra TRT’ye sattılar. Yani dönen rant çarkı bu kadar bariz ve bu kadar ezici. Zaten 30 tane yönetim kurulu üyesinden 25 tanesi kendi düşüncelerini taşıyan insanlardan olan bir yere, yaptığın bir işi satmak çok kolay. Yani Türkiye’de aslında genel olarak devlet-sanat ilişkisinde bunu başkaları yapmadı mı daha önce diye sorabilirsiniz. Tabii ki yapıldı ama şimdi devir onların devri ve bu devir sürerken de ‘bu günahtır, bu haksızlıktır, bu bize uymaz’ gibi kıstasları yok. Bu konuda sorulabilecek en basit soru şu: sen 50 yıldır neden sinema yapmadın? Yani sol sinemada Yılmaz Güney gibi birçok isim bedeller ödeyerek bu işleri yaparken, yine sol mizah birçok bedel öderken sen neden bir mizah dergisi çıkarmadın da bugün iktidarın yanındayken bir mizah dergisi çıkarıyorsun? Ama aslında bir muhalefetleri de var, iktidarı yanlarına alarak rejime muhalefet ediyorlar. İktidardan yana mizahı ben çiftlik çuprasına benzetiyorum. Tatsız, tuzsuz bir şey. Artık balık bile değil yani o, bambaşka bir şey... Sizce, görsel sanatlar için kolları sıvayan bu islami kesim bahsettiğiniz bedelleri ödemediği için mi özel pazarlama taktiklerine ihtiyaç duyuyorlar? Tabii ama onun tutması için de bir tabanı olması lazım. Bugün sol sinema, sol edebiyat, sol mizah yapıldığı zaman bunu okuyacak, alacak bir kitlesi var. Yani bu adamların böyle bir tabanı yok. Bu tabanı oluşturma sürecindeler. Ama şunu da görüyorum: Bu yeni kuşak entellektüel islamcılar içerisinde sol literatürü okuyarak entellektüel açıklarını kapatmış ciddi bir çoğunluk var. Dolayısıyla çok uzun zamandan beri bu işleri yapmak için de müthiş özeniyorlar. Eskiden ‘ayıptır, bu bize yakışmaz’ gibi bir düsturları vardı ama bu iktidarla birlikte bunu kırdılar ve artık onlara herşey mübah! Söylediklerim kötüleme amaçlı sarfettiğim laflar değil, vardığım sonuçlardır. ‘İÇİNDE REDDEDİŞ OLMAYAN ŞEY SANAT DEĞİLDİR’ Peki Cafcaf’ın piyasada tutunması mümkün mü? Yani ben yine de fikren onları destekleyen ama sol-muhalif mizah dergilerini tercih eden insanlar görüyorum... İçinde reddediş barındırmayan hiçbir sanatın toplumda uzun soluklu karşılığı olmaz. Bunun dünyada da örneği yok. Siz iktidarla aynı şeyi söyleyerek mizah yapamazsınız, yapsanızda ancak onu alır parti organlarında dağıtırsınız. O mizahın mevcut düzene karşı, her türlü baskıya karşı bir reddediş ve isyan taşıması gerekir. Bugün bizim gibi sol mizah dergilerinin de kan kaybediş sebeplerinden birisi de insanların umutsuzluğa savrulmasından geliyor. Gırgır’ı düşünün 500 bin satıyordu. 200- 250 bin sattığımız Leman’ı düşünün. Yani burda ciddi bir isyan vardı adaletsizliklerin tümüne ve düzene. Sonuç olarak topluma bir şey söylemeyen, daha iyi olan bir şeyi anlatmayan bir sanatın anlamı ve karşılığı yok ki. Hiçbir şekilde tutunamazlar. Değerleri kendilerinden menkul olur, hiçkimsenin umurunda olmazlar. ‘Kalça, göğüs, belaltı esprileri sayfalarımıza taşımayacağız’ diyerek din tabusunun yanına cinselliği de ekleyen Cafcaf’ın bu söyleminde sizin yapageldiğiniz mizaha bir gönderme de var sanki? Uzmanların cinsellik tabu olduğu için birçok travma yaşadığımızı söylediği ülkemizde, bu tabuyla barışık, muhafazakâr bir mizah yapılabilir mi ve yapılması doğru mu? Olmaz. Demek ki onların bambaşka bir insan tahayyülleri var. Yani cinsellikten hariç bir insan olabilir mi? Ergen şakası yapmayan bir lise öğrencisi olabilir mi? Kendisi ilk kez cinsellikle tanışmış bir üniversite öğrencisinin, bunun ‘geyiğini yapmaması’ ne kadar gerçekçi? Bence işte kendileri bu kadar sıktıkları için problem oluyor. Sen belden aşağıyı görmezden gelmeye karar verdiysen, hayatın çok büyük bir kısmını da yok sayıyorsun demektir. Bu bakış açın gerçek değilken, senin yaptığın mizah ne kadar gerçek olabilir ki? ONURKAN AVCI Muhalefet etmeden mizah yapmak Dergimiz yabancı değil yerli bir dergidir. Uzun zamandır eksikliği hissedilen bizden bir dergidir. Değerlerine yabancılaşmadan, kendi kültüründen beslenmektedir. ’Din’ denince rahatsız olmayan bir kesime hitap etmektedir. İslam ve mizah uyumludur, “islamda mizah uymaz” düşüncesi yanlıştır. Esprilerimizde politik konular da yer almaktadır. Espri dozumuz ‘hakaret’ sınırına ulaşmaz. Belli bir muhafazakâr kesime hitap ediyoruz. En geniş kadro bizde. Muhalefet etmeden de mizah üretilebilir. Birilerinin sesi olmamız gerekmiyor. Yine de muhalefet vardır dergimizde ama farklı kesimlerden oluşan kadromuzun hassasiyetlerine dikkat ediliyor. Yukarıdaki sözlerle yayın politikası özetlenmeye çalışılan ve kamuoyuna lansmanı yapılan bir mizah dergisi: Cafcaf!15 günde bir yayınlanıyor, en büyük hedefleri de haftalık olmak ve dağıtım sorununu aşarak tirajını yükseltebilmek... Muhafazakâr kesimin mizah eksikliğini kapatma hedefiyle yola çıkıldığı ve ‘kalça,göğüs, belaltı esprileri’ sayfalarına taşımadan politik taşlama yapılacağı iddiasını da taşıyor. ‘İslami mizah dergisi’ değil, ‘islamcıların çıkardığı mizah dergisi’ denilerek bolca kelime oyunu yapılıyor. Yola çıkış noktasından bakıldığında; dergi, muhafazakâr düşüncenin yayılma ve örgütlenme politikasına paralel olarak tanınmayı ve baskısını artırmayı planlıyor. Çünkü, okurlardan sadece dergiyi okumaları değil, temsilciliğini de üstlenmeleri isteniyor. Cafcaf için internette kısa bir araştırma yaptığınızdaysa kanal 7’nin de hatrı sayılır bir desteği olduğu göze çarpıyor Çok zorlu aşamalardan geçerek bugünlere geldiklerini anlatan derginin yayın yönetmeni Asım Gültekin, okurun ve belki de en önemlisi muhafazakâr kesimin önde gelen isimlerinin Cafcaf’a sahip çıkması gerektiğini belirtirken, Zaman gazetesi ve Aksiyon dergisi yazarı Ahmet Turan Alkan’ın şu sözlerini hatırlatıyor; “Sağ cenahta bugüne kadar eli yüzü düzgün ve istikrarlı mizah dergisi yapılamaması, bizatihi ‘sağ cenah’ın kusurudur; Cafcaf’ı destekleyelim.” Cafcaf’lıların ortaya koyduğu ‘cafcaflı’ işlerle mevcut sol- muhalif mizah dergileri yanyana koyulduğundaysa Rıfat Ilgaz’ın şu sözleri, ister istemez akıllara düşüyor: “Mizah topluma bakış açısıdır. Mizah, tür değil, biçimdir. Mizacımızdan gelen bir özelliktir, bir çeşnidir. Yazı türleri beceri ister, teknik ister. Bunları sağladın mı başarı tamdır. Mizah ne ister? Mizah insanın mizacından geldiği için bilgi değildir, edinilemez. Teknik de değildir. İnsanın yaradılışında bu özellik varsa mizah başarılı olabilir.” Semin Sezerer Kaynak: birgun.com.tr
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|