Çocukluk çok güzel, çaresiz... Zayıfsın, bilincin yerine oturmamış. Güçsüz bedenini ve oluşmakta olan kişiliğini koruyacaksın... Acımasızsın... Her yaptığında haklısın, öyle sanıyorsun... Yaşlılıkta... Doğru olmadığını görüyorsun... Artık çok uzaklardalar... Yine çaresizsin... İçinden bir ses öneriyor: "Şimdi bir şeyler yapabilirsin zamanında elini uzatamadıklarına!..."
Yaşamın ağırlığıyla ezilen, horlanan, delirtilen kişilere
Borçlu olduğumun bilinci içinde,
‘’BUNLAR DA YAŞADILAR BU GÜZEL VE KİRLİ DÜNYADA.’’
Demek istiyorum....
DELİ SÜLEYMAN
Bizim mahallemizin delisiydi o.
Tekke mahallesi iki bölük
Bir yanda aleviler,
Diğer yanda Kırımdan gelmiş tatarlar…
Tekke içinden mezarlığa uzanan
İki sokak, üç sıra ev tatarlarındı
Deli Süleyman tatardı
Benim aklımın ermediği
Günlerde bir delisi daha varmış
Tatarların, Mustafa Akay…
Ben Deli Süleyman’ı tanıdım
O bazen akıllanırdı.
Delirince de çılgın…
Annemle evlerine gitmiştik bir kez
İki odalı çivit beyazı …
Tatar evleri tertemiz olur
Bahçelerinde çiçekler...
Deli Süleyman kapatılmıştı bir odaya
Bir de yatak…
Yerler ıslak, duvarlar pis
Kafese tıkılmış bir kaplan,
Soluk soluğa…
Korkuyla bakmıştım
Dışarıdan
Üzerine soğuk sular
Akıllansın diye dayak
Elleri bağlı…
Onu bir kez de Mehmet amcamın tarlasında
Hani şu morlu beyazlı haşhaş çiçekli
Haziran ayında…
Akşam üzeriydi, tarla nadasta
Mahallenin delikanlıları birikmiş
Deli Süleyman ortalarında
Delirmişti sataşmalardan,
Çocukları yakalamak için
Delice koşuyor, daireler çiziyordu
Peşlerinde…
Korkuyordum.
Yanlışlıkla beni yakalar mı diye
O günlerde kırk yaşlarında …
Kızı geldi
Çeke çeke götürdü Süleymanı…