|
|
Elveda Afrika Hoşçakal ParisKategori: Kültür/Sanat | 1 Yorum | Yazan: Pınar Özkan | 20 Ocak 2010 06:45:59 Hayatın sabahında asla söyleme bana... unuttuğunu bir daha atalarımızın şarkılarındaki hüzünlü şelaleyi... yeni şarkılar öğreneceksin... akşamın dansında söyle şarkılarını... taze çimenlerin üstündeki çiy gibi... bayram sabahındaymış gibi söyle... çıplak ayakla danset batının ölü çimenlerinin üzerinde... ayak altında çiğnenen modası geçmiş çağların bunaltıcı güneşte kavrulan halıları... Francis Babey
“Afrika'yı ilk kez 1960 haziranında Dakar'da tanımıştım. Yıllardan beri kafamda yaşattığım kara Afrika'ya gitmenin sevinci ile içim içime sığmıyordu. Air Afrique uçağı gecenin ortalarında Dakar havaalanına indi. Rutubetli ve sıcak bir havanın ağırlığına karışan ter kokuları boğazımı yakıyordu. Bir taksiye atlayarak kentin yolunu tuttum. Yolda tıklım tıklım minibüslerle karşılaşıyorduk. Gecenin dördünde nereye gidiyordu bu insanlar? Kendimi 'Siyah Orfe' filminin içinde görür gibi oldum...” Hıfzı Topuz Afrika'ya ilk gidişi ile ilgili duygularını böyle anlatmış Elveda Afrika Hoşça kal Paris adlı anı kitabında. Paris'te Unesco genel merkezinde özgür haber dolaşımı şefi olarak çalışırken gazetecilik eğitim seminerleri düzenlemek, çeşitli basın projeleri oluşturmak üzere çok kere değişik Afrika ülkelerine gidiyor. Topuz'un izlenimlerine göre o dönemde Afrika ülkeleri teker teker bağımsızlıklarına kavuşuyorlar. Sömürgeci ülkeler ise çeşitli yollarla eski egemenliklerini sürdürmeye çalışıyor. Afrika'da kapitalizmi savunacak çevreler yok. Ne kapital var, ne de kapitalistler. Büyük ticaret işleri sömürgecilerin tekelinde, küçük ticaret de Lübnanlıların ve Rumların. Küçük burjuvaziyi onlar ve onlarla işbirliği yapan ufak bir yerli azınlık oluşturuyor. Birleşik Amerika yavaş yavaş buralara el atmanın yollarını ararken Sovyetler Birliğinin etkisiyle sosyalizm Afrika`da çok güçleniyor. İlerici aydınlar Marksizme inanıyor, sömürgeciliğe karşı savaşın öncüğülünü yapıyor ve çoğu Afrika ülkesinde sempati topluyorlar. Nyerere, Tanzanya'da Afrika sosyalizminin ilkelerini oluştururken, Kenya'da bağımsızlık savaşının en ünlü liderlerinden biri olan Oginga Odinga ülkenin kaynaklarının bölüşülmesi ve eşítlikten yana olduğunu savunuyor. “Avrupalılar bugün kendi ülkemizde bizden daha güçlü durumdalar. Bu mu bağımsızlık savaşından beklediğimiz sonuç?..” Mali Federasyonu başkanı seçilen Keita da sömürü düzeninin amansız düşmanı. Fransızlar Afrika`dan çekilirken yerlerine kendi adamlarını bırakmak istiyorlar, Keita gibi gerçek bağımsızlık ve ekonomik özgürlük isteyen kişileri değil. Topuz'un katıldığı Basın ve Gelişim konulu konferansta daha ilk toplantıda iki büyük cephe oluşmuş. Biri İngiliz sömürgelerinden gelen gazeteci ve profesörler, Fransızların çoğu ve Senegalli Enformasyon Bakanlığı temsilcileri liberal görüşü savunuyorlar . Diğeri ise Modibo Keita'nın çevresinde yer almış olan Afrikalı sosyalist cephesi. Mali Federasyonu dağılıp da Senegal ile Mali ayrı devletler olunca bu görüş ayrılıkları büsbütün kesinleşiyor. Hıfzı Topuz bulunduğu ülkelerin siyasi gelişimlerine, yönetimlerine bakarken sokaktaki trendeki insanlara karışmayı, bayramlarına, geleneksel törenlerine katılmayı da ihmal etmemiş . Bağlantısı sonraki yıllarda da devam edecek sıradan insanlarla, bağımsızlık savaşında rol oynayan liderlerden dostları olmuş. Olağanüstü bir anı kolleksiyonu ve etkileyici bir belleği var Hıfzı Topuz'un bir de elbette idealist, hayat dolu kişiliği. Bir gün Mali'de maske ve fetiş dükkanlarını dolaşırken ilginç bir satıcıyla karşılaşıyor. Elini hangi maskeye atsa, satıcı satmamak için bir bahane buluyor. O mu! taklittir beş para etmez, değmez almanıza! Ya bu? Bunu kızıma miras bırakacağım. Peki bu? Onu ben Amerika'dan getirdim satmam! Ya bu? O benim büyük tutkum milyonlar teklif etseniz vermem. Sonunda çıkarıyor baklayı ağzından. Ben maskelerimi satmaya pek hevesli değilim, mallarımı değer bilenlere gösteriyorum sadece.. siz de ilgilendiniz. Adının Mamadou olduğunu söylüyor. Bir ara gözü yan odaya ilişiyor Topuz'un, duvarlar kitap raflarıyla kaplı. Fransızca, İngilizce ekonomi, politika ve edebiyat kitapları. Paris'te öğrencilik yıllarından tanıdığı Türk dostları olduğundan bahsediyor satıcı. Paris'te ne okudunuz? Ekonomi-politik. Aynı zamanda gazetecilik yaptım. Bir ara cazla ilgilendim flüt çaldım. İsviçre'li bir kadınla evlendim para durumumuz pek parlak değildi. Karımı Paris'te bırakıp Amerika'ya gittim. 17 yıl Kara Panterlerle çalıştım. Baktım onların yapacakları bir şey yok! Kalkıp Afrika'ya döndüm. Her fırsat bulduğunda Mamadou'ya uğruyor Hıfzı Topuz, adam anlatıyor O dinliyor. İki yıl önce trafik kazası geçirmiş. Önemli bir ameliyat olması gerekiyormuş. Kaçmış. Ünlü bir büyücüyü çağırıp geleneksel yollarla iyileşmiş. Bir kez de elinde bir kitapla açıyor kapıyı. Nedir okuduğunuz? Rimbaud. Kaç yıl önce okumuştum. Özlemişim... Söz politikadan açılıyor. Peki Afrika sosyalizmi hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne desem boş! Kendini Marksist sayanlar Moskova'ya gidip kapitalist döndüler. Fransa'ya gidenler solcu oldu. Ben artık hiçbir şeye inanmıyorum. Topuz'a antik bir çömlek hediye ediyor. Dostluğunu göstermek istiyor para umurunda değil. Yaşamını en geleneksel koşullar altında sürdürüp gidiyor. Mamadou'nun yaşamında bütün Afrika aydınlarının susuzluğu, doyumsuzluğu ve özlemi var. O günlerde Afrika'da Avrupa büyüklüğünde bir ülke daha bağımsızlığa kavuşuyor. Bu ülkenin adı Belçika Kongosu. Burda zengin madenlerin olduğu biliniyor tam bir Belçika sömürgesi. Sömürgelerde bağımsızlık ve özgürlük eylemleri gelişince Kongolular da yavaş yavaş uyanmaya başlıyorlar. Kongo Ulusal hareketi adlı bir örgüt kuruluyor. 33 yaşındaki Patricia Lumumba adında bir genç derhal bağımsızlık diyerek kitleleri sürüklüyor ve 1960 mayısındaki genel seçimlerde Lumumbanın partisi ezici bir çoğunlukla seçimleri kazanıyor, bağımsızlıklarını ilan ediyorlar. Lumumba başbakan oluyor. Bağımsızlıktan iki ay sonra bir darbeyle tutuklanıyor ve bağımsızlığın yedinci ayında da öldürülüyor. Bağımsızlık Kongo'da düş kırıklığı yaratmış. Hayat pahalılığı artmış, fiyatlar ikiye katlanmış, fuhuş alıp yürümüş, işsizlik halkın belini bükmüştü. Bunu görmek için yabancıların oturduğu bütün otellerden barlardan klüplerden çıkıp yerli mahallerinde çöp yığınları arasında dolaşmak, kokmuş et ve balık kokulu çarşılardan geçmek, tek göz evlerde ağırlanmak, içinde sinekler yüzen palmiye rakısından içmek gerekiyordu, diyor Hıfzı Topuz. Belçika'lıların çiçekler içindeki villaları, lüks otomobiller, vitrinlerdeki giysiler, lokantalar, viskiler, şampanyalar, buzdolapları.....her gördüğü şeyde aklı kalıyordu Kongo'lunun.. Öyle ya! ekonomik ve sosyal alanda bağımsızlık savaşını kazanamadıktan sonra bayrağınız olmuş parlamentonuz olmuş neye yarar? Yurtdışı için burs kazanıp giyecek düzgün bir elbisesi olmadığından törene katılamayan, Uluslar arası memurların karşılıklı yardımlaşma anlayışı içinde kendisinden borç para isteyen gazeteci arkadaşları olmuş. Kara insan iki yüzyıl beyazlara diş bilemişti ama beyazlar gidince nasıl bir ekonomik düzenin kurulması gerektiğini düşünmediler. Genel Vali'nin köşküne başbakanın yerleşmesiyle işler düzelmemişti. Sömürgecilik sistemini döndüren çarklar yerinde duruyordu... Bir gün stajyer seçmek üzere Kongo turuna çıkıyor Hıfzı Topuz. Eyaletlerin çoğuna askeri taşıt araçlarıyla gidiliyor. Bunları patates ve soğan çuvallarının arasına sıkıştırıyorlar. Ne oturacak koltuk var ne de kemer! Uçak inişe geçti mi toplu halde bir baştan öteki başa kayıyorlar. Her gittiği yerde 20-30 aday çıkıyor karşısına. Adaylarda mesleki bilgiden çok genel kültür aranıyor. Sömürge yönetiminin insanları nasıl bir bilgisizlik içinde bıraktıklarını göstermek için bazı örnekler veriyor : Adolf Hitler kimdir? Almanya'da Marksizmin temellerini atan bir Alman. Sovyetler Birliği Başbakanı. Büyük başarılar kazanmış bir Amerikalı. İkinci Dünya savaşında Almanya üzerine yürüyen bir Rus generali. Karl Marx kimdir? Sovyetler Birliğinde Başbakan. İsa'nın çağında yaşamış bir kahraman. Bir Alman generali. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri. Büyük Fransız Devrimi sırasındaki Fransız İmparatoru. Birleşik Arap Cumhuriyetinin üyeleri hangi devletlerdir? Çekoslovakya, Çin, İsrail, Etiopya, Birleşik Amerika, Hindistan. General Franco kimdir? Çin Devlet Başkanı. Kongo orkestra şefi. İtalya Kralı. Fransada bugün başbakan kimdir? General Eisenhower. Bir akşamüstü Kongolu arkadaşlarıyla terasta oturuyor. Uzaktan yanık bir Afrika şarkısı duyuluyor. Yanındaki Kongo'lu dostuna soruyor şarkının sözlerini. Çocukları biz yetiştiriyoruz Beyazlar yiyiyor çocukları... Bunu Belçika ordusunda ölen Kongolular için yapmışlar. Aklına Arjantinli şarkıcı Atahualpa Yupanqui'nin bir şarkısı geliyor. Uyu uyu zenci çocuk Eğer uyumazsan Beyaz şeytan gelip bacağını yiyecek... Onlar mı yamyam yoksa biz beyazlar mı? Hıfzı Topuz'un Unescoda yıllarca birlikte çalışıp en çok sevdiği dostlarından biri Francis Babey olmuş. Kimdir bu Francis Babey? Gitarcı, besteci, müzikolog, romancı bir Kamerunlu. O zamanlar 30 yaşlarında. Onun oldukça başarılı bir gitarist olduğunu sonradan öğrenmiş. Francis önce Birleşik Amerika zencilerinin Beyaz Saraya yürüyüşleriyle, Martin Luther King'le, zencilerin kara gözyaşlarıyla ilgili besteler yapmış, sonra doğup büyüdüğü ülkesinin havalarını, batılılaşma çabalarının yarattığı gülünçlükleri ele alıp şarkı sözleri yazmış, besteler yapmış ve bunlar Afrika'da çok tutmuş. Ayrıca müzik üzerine kitapları da yayınlanmış. Bir gün Francis'i evine davet edip Ruhi Su'nun tüm albümlerini dinletiyor. O zamanlar “Seferberlik Türküleri ve Kuvayi Milliye Destanı” daha yeni çıkmış. Francis bunları büyük bir ilgiyle dinledikten sonra şöyle diyor. Ruhi'nin Fransa'da hala tanınmamış olmasına çok şaşırdım. Türk müziğini dünya çapında sevdirecek bir sanatçı. Dünyanın her yerinde anlaşılacak sözler söylüyor. Hiç bıkmadan dinleyebilirim. Francis'in bu sözleri bir yıl sonra Ruhi Su'nun bir plağının arka kapağında yer alıyor. Hıfzı Topuz, Francis'i 1993 eylülünde son kez Paris'te gördüğü zaman ise ilk sözü Duydum! Ruhi ölmüş! oluyor. Almanya'da verdiğim bir konser sonrası bir genç yanıma yaklaşıp “Ben sizi yıllardan beri tanıyorum. Ruhi Su'nun bir plağının arka kapağındaki sözlerinizi okumuştum. Ruhi öldü dedi” Kendisini tanıyamadığıma çok üzgünüm. Francis'i ayrıca Tülay German, Aşık Nesimi, Erdem Buri ve Zülfü Livaneli'yle tanıştırıyor. Hep beraber müzikli Paris akşamları yaşıyorlar. *** Elveda Afríka Hoşça kal Paris, Hızfı Topuz'un Çocukluk ve gençlik yılları, Galatasaray anıları ile üniversite yıllarını anlattığı bölümlerle başlıyor. Neşeli hüzünlü Kartalda'ki köşk günleri, kendine özgü karekterleriyle köşk sakinleri, sevimli göçmen komşular, ava çıkmalar, çiftlik hayvanları, geziler, tangolar, kızlar, Esat Mahmut Karakurt ve Bedros gibi ünlü hocalarla geçen Galatasaray lisesi günleri.. Ardından Paris günleri geliyor. İlk görüşmelerinden birini Jacques Prevert'le yapmış. Hiç nazlanmamış Prevert. Demek siz İstanbul'dan geliyorsunuz ben bayılırım İstanbul'a. Üsküdar'da işkembeciler vardır yine var mı? Ne güzel işkembe keser onlar, ellerinde kocaman bir bıçak bir tempo tuttururlar. Lokumun iyisini yalnız Hacı Bekir'de bulursunuz değil mi ? Yanındaki dostları Serge Reggiani ve Charles Spaak'a dönüp İstanbul'da içtiği ilk rakıdan söz ediyor Prevert, verilen rakıyı nasıl susuz kafasına diktiğini. Su koyacaksın dediler, yahu ben Fransa'dan geliyorum su koyar mıyım içkiye! Yoo gülmeyin, siz daha rakı içmediniz bilemezsiniz tadını! Hıfzı Topuz'un Paris'li günlerini okurken dostlarıyla da tanışıyorsunuz. Kimler mi onlar? Fikret Mualla, Avni Arbaş, Nejat Devrim, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Hasan Ali Yücel, Nazım Hikmet, Zekeriya Sertel, Pertev Naili Boratav, Hasan Esat Işık, Üstün Üstündağ, Fikret Adil ve Dr Safder. Eserlerinden bildiğimiz bu tanıdık isimlerin hayatlarını, kişiliklerini, kavgalarını, aşklarını, öğreniyoruz. Kimi sürgün, kimi küsgün ama hepsinde aynı vatan sevgisi ve özlemi var. Fikret Mualla'yı ilk kez 1952 kasımında Paris'te Çıkrık Çıkmazındaki stüdyosunda tanıyor. Röportaj yapmaya gitmiş. “İçerisi sefil bir stüdyoydu. Yerde alçak bir divan, ortada bir yemek masası üzerinde dört elma, hasır kaplı bir İtalyan şarap şişesi, iki biber, bir baş soğan. Yanda bir resim sehpası, boyalar. Yanmayan bir kömür sobası. Eski terlikler. Sehpanın önünde yayları içine çökmüş patlamış bir koltuk. Duvarda birkaç natürmort. Fikret'in üzerinde kol ağızları akmış soluk bir ceket. Ceketin yakaları kancalı iğne ile tutturulmuş. Boynunda yollu bir yün atkı. Beni bu ortamda kabul ettiği için sıkılmış olacak ki, Bohemliğe hiç merakım yoktur! diye söze başladı. Ben rahatını seven bir insanım ama hiçbir zaman bitpazarı düzeyinin üzerine çıkamadım. Yaşam beni bohem yaptı.” Röportaj samimi bir sohbetle geçiyor. Çocukluğunu, ailesini, nasıl yurt dışına çıktığını bir çırpıda anlattıktan sonra, Bir sigaranız var mı?diye soruyor. İçmem diye yanıtlıyor Topuz. Benden bir resim almaz mısınız? Valla yanımda 1000 franktan başka para yok! (şimdiki 1.30 Euro) Çok iyi, verin siz bana onu. Büyük ve kirli bir karton dosyadan bir guvaş resim seçip uzatıyor. Buyrun bu sizin için. Böyle bir resim hiç 1000 franka verilir mi? Bana bir eskiz verin yeter. Hayır hayır siz verin o 1000 frankı, haydi şimdi aşağıdaki bistroya gidip bir kadeh bir şey içelim burda su bile yok! Hıfzı Topuz'un Fikret Mualla ile 1952'den ölümüne kadar sürecek 15 yıllık dostlukları böyle başlar. Topuz'un Afrika'da olduğu zamanlarda da sürekli mektuplaşırlar. Fikret Mualla'nın 1903'de Kadıköy Bahariye'deki Bakla tarlasında başlayıp çoşkulu, hırçın, zaman zaman çılgınlıklarla geçen yaşamı 1967 temmuzunda Manosque hastanesinde son bulur. Şöyle akşamdan sabaha bir ölsem gözüm arkada kalmayacak! Avni Arbaş'la dostluğunun hikayeleri de çok. Ortak anılarının arasında çok sevdikleri Paul Eluard'ın cenaze töreni yer alıyor. Cenaze bir katafalka konarak kendisini sevenlerin saygı gösterilerine açık tutuluyor. Avni Arbaş'la beraber caddede sonu gelmez kuyruğa katılıp birkaç saat bekliyorlar. Kuyruktaki insanlar ikişer ikişer cenazenin başına geçerek birer dakikalık saygı duruşunda bulunuyorlar. “Bir süre sonra sıra bize geldi Eluard'ın cenazesinin bir başında Avni bir başında ben yer aldık. Kafamdan O'nun özgürlük için yazdığı şiirler geçiyordu...” Okul defterlerime Sırama ağaçlara Kumlara karlara Yazıyorum adını Seni tanımak için doğdum Sana ad koymak için Özgürlük... Cenazede Picasso, Matisse, Aragon, Elsa Triolet, Vercors, Pignon, Marcel Cachin, Fernand Leger, Duclos, Claude Roy, Maurice Druon,Yves Montand ilk göze çarpanlar arasında yer alıyordu. Bedri Rahmi ile dostlukları 1954 yılında Akşam gazetesinde sanat edebiyat sayfası hazırladıkları dönemde başlıyor. Beraber çıktıkları bir Amsterdam gezisinde ise perçinleniyor. Birlikte Hollanda kentlerini müzelerini geziyorlar. Rembrant'ı, Van Gogh'u, Brugel'i, Rubens'i o gezide Bedri'nin yorumlarıyla daha iyi kavradım diyor Hıfzı Topuz. Bedri'nin aşklarını da ilk kez o gezide dinlemiş. İstanbul'da uzun bir aşk yaşadığı Alman kızı Böcek için yazdığı şiirler, kara dutum çatal karam çingenem şiirine konu olan Talaslı kız Mari Gerekmezyan ve aşık olup evlendiği Eren. Eren Paris'te, Talaslı kız ise İstanbul Güzel Sanatlar Akademisindedir. Akademide yürüttüğü karadut atölyesinde mutludur Bedri Rahmi ama aklı bir yanda da Paris'tedir. Bir tutkudur Paris onun için. Sene 1950 mevsim sonbahar Bedri Rahmi Paris'e gelir. O zaman sakal bırakan Türk öğrencilerinin St Michelle'de gittiği bir kahvede kendisini tanıyanlarla sohbete başlar. Bir süre hoş beşten sonra öğrenciler Bedri'ye sorar. Eeee anlat bakalım.. Türkiyede ne var ne yok? İyilik sağlık fazla bir şey yok diye yanıtlar. Yeni bir kitap çıktı Mahmut Makal adlı bir köy öğretmeni yazmış. Gazetelerde çok söz ediliyor. Önemli bir kitap. Gençlerden biri nedir ne yazıyor? diye sorar. Bedri, Köylünün sefaletini anlatıyor der. O genç Haydi ne gezer Türk köylerinde sefalet, halt etmiş! diye bağırdıktan sonra ben bir telefon edeceğim diyerek cebinden not defterini çıkartır ve doğru kahvenin telefon klübesine gider. Bedri işte bu olaydan esinlenerek Sakal makal aferin oğlum Ahmet, bu yolda devam et.. şiirini yazar. Bu genç sonradan Demokrat Partiye oradan da CHP'ye girer, daha sonra da Dışişleri Bakanı olur. Herifçioğlu Sen Mişelde koyuvermiş sakalı Neylesin bizim köyü nitsin Mahmut Makalı Esmeri sarışını kumralı kuzguni karası Cebinde dört dilberin numarası Bir elinde telefon bir elinde kesesi Uyyy! yesin onu ninesi... Bedri Rahmi Poire Williams içkisini Türkçe adıyla armut rakısını ilk kez Pariste tatmış ve çok sevmiş. İşte armut rakısı ve Topuzun Ile Saint Louis deki eve uzanan Tournelle köprüsünün şiiri İçmişim armut rakısını Geçmişim Turnel köprüsünü Varmışım Hıfzı'nın evine Satmışım şeyin anasını Dol kara bakır dol.... Hıfzı Topuz Quai'de Bethune'deki anılarla dolu apartmanına 1983 yılında veda ediyor. Bulunduğu 20 yıl içinde dünyanın çeşitli yerlerine göreve gönderilmiş ve hep Paris'e dönmüş. Çalıştığım havayolunun ana merkezinin Paris'de oluşu, uzun Paris yatıları ve ordan yaptığım sayısız Afrika uçuşları... ve anılar... Sevgili Hıfzı Topuz gibi ben de soruyorum. ''Düş nerede bitiyor, gerçek nerede?''..
YorumlarEla Uluhan
{ 29 Ocak 2010 05:53:07 }
Ayorum'a girmek için yaptğıım sayısız denemelerin sonunda başardım! Hem siteye hem de alt sayfalarına girebildim!
Diğer Sayfalar: 1. Gerçekten de çok bilgilendirici buldum yazıyı. İlk fırsatta kitabı alıp okumak gerek. Teşekkürler Pınar, bir kez daha...
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|