Sanırım, 2007 yılıydı; CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Sosyalist Enternasyonal toplantısı için gittiği Şili’nin başkenti Santiago’da Neruda Müzesi’ni de gezmiş; sergilenen eserler arasında, Nâzım’ın Neruda’ya hediye ettiği gömleği görünce duygulanmıştı. Baykal, “Bizim de Nâzım Hikmet gibi dünyaca ünlü şairimiz var. Ama biz Neruda için yapılan böylesine muhteşem bir müzeyi Nâzım için ne yazık ki yapamadık. Bırakın müze yapmayı hâlâ mezarını bile getiremedik. Bu çok büyük bir kayıptır” sözleri haber olmuştu. Bu, parlamonto dışı solu saymazsak, Nazım’a dair bir liderin ağzından duyulan ilk somut istekti.
O tarihten bu yana, genellikle CHP’li milletvekilleri, Nazım için müze yapılması konusunda yasa teklifleri verdiler. 2007’de Çanakkale milletvekili, eski belediyeci İsmail Özay, 2008’de, CHP Adıyaman Milletvekili Şevket Köse, bu sene de CHP Adana milletvekili Hulusi Güvel, Nazım adına bir müze kurulması konusunda çağrıda bulundu. Hükümet’in bu konudaki sessizliğinin yorumunu da okura bırakmak gerekiyor.
Nazım Müzesi için ilk resmi girişim, Ocak 2004’de gerçekleşmişti. Çankaya Belediyesi tarafından, Ankara Dikmen’de büyük bir alana yapılan parka, Nazım Hikmet adı verilmiş; içinde de müze yapılabilecek bir alan düşünülmüştü. Hatta koordinasyonu benim tarafımdan yürütülen bu proje için büyükelçilikler aracılığıyla 107 ülkenin Kültür Bakanlıklarıyla ülkelerindeki Nazım kitaplarına ve araştırmalarına dair bilgiler istenmişti. Araya giren yerel seçimler, projenin rafa kalkmasına yol açmıştı.
Gerekçemiz açıktı. Nazım Hikmet’in şairliği, yurtseverliği tartışılmazdı. Nazım, şiir denince aşkı, aşk denince Türkiye’yi hatırlatan dünya çapında bir şairdi. Dünyanın çeşitli coğrafyalarında başta, Tolstoy, Kafka, Dostoyevski ve Hemingway gibi usta edebiyatçıların adını taşıyan müzeler bulunmaktaydı. Batı dünyası, her zaman, Dublin’in James Joyce ile anılması örneğinde olduğu gibi, yazar ve şairleriyle anılmayı bir onur olarak görmüşler. Joyce ile Nazım’ın ortak tarafı da var; her ikisi de Hükümetlere sert eleştiriler yöneltmişlerdi.
Ancak Joyce, İrlanda’nın hafızası gibi korunurken, siyaset, Nazım ile “Nazım(!)” arasında fark yaratma uğraşında. İspanyolca’dan İngilizce’ye Rusça’dan İtalyanca’ya, Çince’den Yunanca’ya kadar onlarca dile çevrilmiş Nazım eserleri 30 cildi aşmış durumda. Hakkında yazılanlar neredeyse kendi yazdıklarının iki katı.
Başta da belirtmiştim; İspanya İç Savaşı’nı anlatırken, “Kar yağıyor/ Ve belki bu akşam/ ıslak ayakların üşüyordur” dizelerine can vermişti. Bu dizeler, Dönemin Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer’i bile etkilemiş; Nazım’a, “Anadolu destanını yazsana” demek zorunda bırakmıştı. Nazım, Kurtuluş Savaşı destanını, bu öneriden sonra yazmış; “milli şef” İnönü de, “Nazım Hikmet bu destanla Anadolu Savaşı’nı bir daha kazandı” demişti. Yani kendisini hapse atanların dahi, hakkını teslim ettiği bir şairdi Nazım. Bu nedenle tıpkı uygar dünyanın sanatçısına karşı gösterdiği vefayı göstererek, O’nu gelecek kuşaklara taşıyacak bir müze kurmamız gerekiyor. O İstanbul’u seviyordu ama O’nun yurduna hasret kalmasına ilişkin kararları Ankara verdi; bu nedenle müzenin Ankara’da olması, bir çeşit özeleştiri anlamı da taşıyacak.