|
Babama Mektuplar (1)Kategori: Babama Mektup | 4 Yorum | Yazan: Şule Sencer Töreci | 05 Ocak 2010 04:35:36 Sevgili babacığım, nereden esti ise sana bu gün bir mektup yazmaya karar verdim. Mektubuma şimdi başlıyor olsam da, ne zaman bitireceğim hakkında en ufak bir fikrim yok. Sana anlatacak o kadar çok şeyim var ki...
Bu Dünya’dan mezuniyetinin ardından tam 20 yıl geçti ve ben, bu acelenden ötürü sana karşı hala öfke doluyum. Niçin üçer beşer atlayıp çıktı basamakları? Nereye yetişecekti? Neden arada merdiven sahanlıklarında dinlenmedi? Hep kafamda dönüp duran sorular. Belki o zaman çok daha kolay alışırdım yokluğuna. Tek bir günün içine nasıl da sığdırdın herşeyi, nasıl öylece çekip gittin anlaşılır gibi değil. Kalp krizi bahane. Aslında senin o bitip tükenmek bilmeyen enerjini düşündükce “Bu tam da sana uygun bir gidişti” demekten kendimi alamıyorum. Gidişin öylesine ani oldu ki, diplomanı bile elimize tutuşturdular alel acele, biz ise ardından öyle baka kaldık. Senin mezuniyet “Cumhuriyet” gazetesine de haber oldu. Sanırım bizler gibi onlar da çok şaşırmışlardı bu oldu bittiye. Her ne kadar koltuklarım kabardı ise de başarı puanlarını listelediklerinde... Yine de... Biliyorsun işte. Buraya kadar yazdıklarımı bir “flash back” olarak yorumla lütfen. Artık bu erken gidişe eskisi kadar öfke duymuyorum. “Üstelik” diyorum “ne kadar da haklıymış acele etmekte.” Bak bu gün benim ve benim gibi milyonların yaşadığı ve tanık olduğu gönül kırıkları ve şaşkınlıklardan uzak, kariyerini tamamlamaya vermişsin kendini ne güzel. Ne mutlu sana. Sen gittikten sonra çok geçmedi, Dünya’ya bir küreselleşme kavramıdır gelip oturdu. Ben nasıl sevinçliydim anlatamam. “Yaşasın” diyordum. “Artık Etopya da aç, Arjantin de evsiz çocuk kalmayacak. Mademki küreselleşiyoruz, mademki Dünya tek bir ulusmuşcasına yol almakta, bu zenginler de eşek değil ya, paylaşacaklar elbette servetlerini yoksullarla. Afrika’nın köylerine kadar içme suyu gelecek, Brezilya nın en ücra köşelerinde sosyal konutlar inşa edilecek. Okulsuz, aşsız aşısız tek bir çocuk bile kalmayacak. Sonuçta; doğru, bir paylaşım oldu olmasına hala da olmakta ancak, hiç de benim düşlediğim gibi değil. Zenginler, ki şimdilerde onlara “G8” deniliyor, yoksulları hallaç pamuğu gibi atmakta, gariplerin ellerindeki son zenginlikleri de sömürme peşinde birbirleriyle yarışmaktalar. Bu nedenle senin mezuniyetinden bu yana Dünya’da daha çok açlık, daha çok göz yaşı ve daha çok kan var. Çocuklar bile savaş yorgunu. Kelimeler anlamını yitirdi. Barış için savaş yapıyorlar artık. Demokrasi getirmek adına da faşizimi sürüyorlar ortaya! Silah baronları küreselleşmekte olan Dünya’nın kaymak tabakası oluşturuyor. İnsanlar birbirlerine sarılmayı unuttu, ağaçlara sarılıyorlar artık sevgi istediklerinde. Şöyle çevreme bir donüp baktığımda pek de haksız bulmuyorum onları laf aramızda, yeni dinimizin adı “Para”. Ona tapınılmakta bu günlerde. Elbette Dünya’da bunlar olup biterken, ülkemiz de küreselleşmeye açılmakta gecikmedi. Benim ilkokul dönemlerimden beri “Gelişmekte olan ülkeler” arasında yer alan Türkiye, hala yeteri kadar gelişememiş olacak ki, o da haraç mezat küresel işporta tezgahlarındaki yerini aldı. Sümerbank’dan Tüpraş’a, PTT nin “T” sinden (ki bu “T” telgraf değil kolayca tahmin edebileceğin gibi) Petrol Ofisi’ne kadar pek çok şey artık bizim değil inanabiliyor musun? Şimdi de itfaiye satışta. Karadeniz’de çayları söküp yerlerine kivi dikiyorlar. Bursadaki tekstil sanayiini unut, yakında Bursa havlularımız da Çin den gelir artık. Yok yok dalga geçmiyorum. İnanmıyorsan, arada başını tezlerinden kaldır da şöyle bir aşağılara bak. Ülkemiz son 7 yıldır Amerika’dan yönetilmekte. Ancak yine de düşünceli davranıp, isimleri Türk olanlardan kurdu kabineyi Sam Amca. Ha artık “Türk” de değiliz biliyor musun? “Türkiyeli”yiz. Ülkede “Türk” üm demek ırkçılığa giriyor şimdilerde. Kısacası “Ben Ermeniyim”, “Ben Kürdüm” in, “Ben Türküm” out. Ha sahi bak böyle de konuşur olduk nicedir. “in” ler, “out”lar falan. İyi ki çekip gittin be babacığım, sen o Fransızcan ile burada kelimenin tam anlamı ile Fransız kalacaktın, din programlarında bile hocalarımız “kavram” yerine “consept” i kullanırken... Her şeyi bırak; halam var ya halam hani senin sevgili kız kardeşin, o bile “saldırgan” ı unuttu, bazı davranışlarımı “aggressive” bulmaya başladı, iyi mi? Bu arada başımızdaki kendine Müslüman hükümetimiz giderek ilginçleşmekte. Cumhuriyetin okulları kaçak ya da arsası iyi rant getiriyor diye yıkılıp satılırken, her yanda pıtrak gibi kuran kursları açılmakta. Ancak ben burada fena şekilde takılıyorum yine. Bu Kuran, ne anlaşılmaz şeymiş ki öğret öğret bitmiyor. Sen kulları okuyamasın, okusa da anlıyamasın diye kitap indiren bir Tanrı düşünebiliyor musun? Ayni şeyi Hıristiyanların İncil’i, Yahudiler’in Tevrat’ı için de söylemek olası. Onlar da en az 2000 yıldır okuyorlar da okuyorlar. Ya okuduklarını anlamıyorlar, ya da daha kötüsü ayni kitaptan herkes başka bir şey anlıyor. Ancak onların yine de şöyle bir lüksleri var; Fransız İncili’ni Fransızca, Alman Almanca okuyabiliyor. Yani papazın biri çıkıp da: “Bak René’ciğim bunları Fransızca da okuyabilirsin elbette. Ancak İbrani’ce kadar Tanrı katında makbul müdür bilemem?” demiyor. Bunu deyip de inanların yüreklerine kuşku tohumları serpmiyor. Ama bizde Arapça nerede ise şart. (Helal olsun şu Araplara, emperyalizmin böylesini İngilizler bile akıl edemedi bu güne kadar.) Eh bir bakıma kendilerince haklılar da, herkes okuduğunu anlıyacak olduktan sonra Kuran Kursları’nın ne işlevleri kalırdı değil mi? Babacığım çok uzattım kusura bakma. Biliyorsun çenem biraz düşüktü, hala öyle. Sana yazmaya devam edeceğim. Bu arada bizler iyiyiz. Benim için kurduğun hayalleri torunun gerçekleştirdi, her ne kadar Sorbone da “Science Politique” okumadıysa da Australya’da New South Wales Üniversitesi’nin “Uluslararası İlişkiler ve Politika” bölümünü bitirdi. Bitirdi de iyi mi yaptı? Teori ile pratik arasındaki farkı gözlemledikten sonra inancını yitirdi, oy bile kullanmaz oldu. Halbuki ben ne güzel onun göbeğinden arta kalanı ta Türkiyelerden buralara taşımış, Sydney’deki Opera House’un bahçesine ekmiştim. Tutmadı demek ki. Fahri desen emekli. Harika pizalar ve salatalar yapıp, doğa yürüyüşlerine çıkmakta. Ben bildiğin gibi, biraz amiyane kaçsa da, ki gerçek bu “Hıyarım var” diyene tuz yetiştirmeyi sürdürüyorum hala. Şu sıralar Türkiye’de en çok tuz ihtiyacını yoksul çocuklar ve sokak hayvanları çekmekte. Bir de korunmasız doğa tabii. Benim ise elimde bir koca tuzluk. Seni hala çok özlüyorum biliyor musun? Ama bunu artık eskisi gibi dert etmiyorum. Biliyorum ki aslında benden o kadar da uzak değilsin. Tasavvuf Felsefesine göre hani hepimiz Tanrı’nın bir parçasıyız ya, işte o senin Tanrısal parçan çoğunlukla benimle birlikte. Önce senin o değişmez traş losyonun “Fa Bergé” yi duyumsuyorum. Sonra gözlerimi kapatıp derin derin içime çekiyorum kokunu. Ve işte sen o nefesin ta kendisi oluyorsun o anda. Baba, ben lavantayı onun için mi bu kadar çok seviyorum dersin?
YorumlarDilek Kutzli
{ 19 Kasım 2010 14:34:01 }
Sevgili Ş.
Uzun zamandır arıyordum seni. FaceBook geldi aklıma, bulamadım, sonra google dan arattım ve yazılarını buldum. İz edebiyat'taki yazını görünce içim cızz etti. Ankara'yı, annemi, Suphi ağabey'i ne güzel anlatmışsın... Sonra buradaki yazını okudum. Şalih Bey'in resmini görünce nasıl sevgiyle andım, ne hoş bir insandı... Babaanneciğini haıtladım eğilemeyip masaya doğru namaz klılışını.... Nasıl özlüyorum hepinizi... Sana birkaç e-posta yolladım. Sanırım eline ulaşmadı, ya da henüz cevaplayamadın. Bilinmeyen numaralardan bir GSM numarası buldum, ama açılmadı, sesli mesaj bıraktım. Tasmanya'lardan cep numarana ulaşabileceğimi düşünmemiştim zaten, ama olur ya, bayram filan, belki dedim Türkiye'ye dönmüştür, bir mucize olur telefona çıkar, konuşuruz diye hayallere kapıldım... Buradaki çocukluk resmine baktım, sonra bendekilere... Yanak yanağa çekilmiş iki küçük siyah beyaz fotoğrafa baktım Don Quixote olmuştun sanırım, yüzünde boyalar ... Ve doğum günündeki o Deniz ablamın diktiği İspanyol kıyafeti içerisindeki resmine... Yurt dışında yaşadığını duymuştum ama Tasmanya hiç mi hiç gelmezdi aklıma doğrusu... Şaşkınım biraz, sana ulaşamadım ama hiç değilse yazdıklarını okudum ve seni hissettim biraz... Ne zarif, ne duyarlı, kalemi ne kuvvetli biri olmuşsun... Çok mutlu oldum... Ben evlendim, ayrıldım tekrar evlendim... İki güzel oğlum oldu, fakülteye gittim, güzel sanatları bitirdim. Sanata ilgi duymamda sanırım çocukluğumun o sıra dışı kişileri çok etkili olmuştur. Baban, Suphi ağabey bu kişilerden ikisi... Şu anda Bodrum'da yaşıyoruz. Eşim 'yabancı' İstanbul'da yaşayamadı ben de Avrupa'da. Bodrum karmaşık yapısıya doğu ve batı'nın kesişim noktası, her ikimiz içinde yabancı bir yerdi ama yabancıların dediği gibi 'genius loci'si eşimle benim iç dinamiklerimize çok uydu, hem de çocuklarıma yakınım... Canım Ş. Umarım iyi ve mutlusundur.... Bu yaştan sonra kızamık çıkaracak halimiz yok ama umarım önemli sağlık sorunların yoktur ve umarım bir gün bir araya gelebiliriz... Daha çok şey konuşabilirim seninle, çocukluk insanın anayurdu... Sen de benim ilk çocukluk arkadaşımsın, seninle olan anılarım çok kuvvetli... Umarım, okursun ve yazarsın bana. Sevgiyle öpüyorum güzel yüzünden... ilknur Gökalp
{ 15 Mayıs 2010 02:42:50 }
Ta nerelerden nerelere.O küçümen,yerinde bir dakika durmayan cıvıl cıvıl kız.Anne olmuş,yazar da olmuş.Çok güzel de bir kadın olmuş. Beni hatırlayacağını umuyorum.Bana cici annem derdin.Oysa aramızda pek de bir yaş farkı yoktu ama... konum olarak da bu söyelenebilecek bir deyim di aslında.
Sana şiir kitabımdan bir tanesini yazıyorum. SUNU Ağlatmayın çocukları.sevgiyle,kahkaha verin. Aç bırakmayın hayvanları,sunun sevginizi Korkmadan sunun. Sevginizin büyüklüğü çocuklar da, Bir de hayvanlarda sonsuzluğa erişir. Varsa böylesi sevginiz, Bilin ki siz yalnız değilsiniz. İ.Gökalp Sevgilerimi en sıcak kucaklamalarımla yanına yolluyorum. ibrahim ince
{ 17 Ocak 2010 04:13:34 }
bir nefeste okudum. ahmet şalih sencer ile tanış olan ve biraz da tanıyan birisi olrak duygulandım. düşünüyorum da bu denemen baban ile ilgili yazılabileceklerın-anlatılabileceklerın başlangıcı olabilir ancak.aşs deki vizyon''''a, girişimcilik ruhuna çok az kişide rastlanılabilir. ışıklar içinde yatsın. ii.
ceylan
{ 11 Ocak 2010 09:47:09 }
ozlemisim ...
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|