adnan'a saatli maarif takvimi gelmiş biyerlerden. tam paketi açıyodu ben geldim üstüne. biraz da istemiyerek: "saatli maarif takvimi..." dedi "ister misin bitane ?"... istedik bitane... verdi...
bu saatli maarif takvimi iki kısımdan oluşuyo.. bi karton kısmı.. duvara asmak için.. bi de üçyüzaltmış küsur adet yapraktan oluşan ana takvim kısmı.
üçyüzaltmış küsur yapraklı, on santim eninde onbeş santim boyunda bi blok..
üçyüzaltmış küsur adet yapraa da sıkısıkya tutsun diye kenarları ve üstü zamklı.. bu “blok”tan her gün bitane bitane yaprak koparıyosun.. onu da duvara asılan kartona tutturuyosun..
karton kısmını bikenara koydum.. kullanılmıyo ki..
asıl olan “blok takvimi” de masanın üstüne diktim…
üç tarafından zamklanmış kağıtla üçyüz küsur yapraaın hacmi ile masanın üzerinde dimdik duruyo..
şimdilik..
hergün itinayla bi yapraa alttan işaret parmaanla hafifçe kaldırıyosun.. önce sağ tarafı şöööyle kitap açar gibi tırt tırt koparıyosun.. sora üstünü.. sora en son sol tarafını.. hadi bakalım al sana biten bigün daha..
“fırtına.. 1419 zilkade.. gecenin devamı oniki saat bilmem nekadar dakika.. hazreti ali’den güzel bi laf.. sora arka taraf.. şiir.. fıkra.. çorba ciğer sarması yerelması börek ve meyva.”.
işte bukadar..
eh.. dile kolay üçyüz küsur gün.. her gün bi yaprak gidecek.. gidecek te daha şubat’ı bile bitirmedik.. bunun mart’ı var, haziran’ı var, eylül’ü, kasım’ı var.. sonlara doğru “blok” iyice cılızlaşcak.. belkide daha eylül’e varmadan ayakta zor durcak.. belki de yıkılıvercek masanın üstüne zavallı.. ekim’de artık ya bi yerelere dayamam ya da masanın üstüne yatırmam icap edcek..
yapraklarında aralığın onbeşi falan yazdığında artık bi zamanların bütün ağırlığını, heybetini ve cesametini kaybetmiş olarak sadece üç beş yapraklık kalan ömrünle masanın orasına burasına itilip kakılcak belkide..
o sıralarda adnan’a mutlaka bi koli içinde yeni saatli maarif takvimleri gelir.. onlardan bitane edinilirse..
hoş..
daha hemen açılmaz..
olsa olsa ambalaj kısmı dikkatlice yırtılıp hazırlanır.. belkide masanın üzernde kaykılıp kalmış olan zavallı üçbeş yaprağın yanına “dikilir”..
inat olsun diye..
aralığın o son yapraklarını düşünebiliyo musun..
masanın üstüne kararı bekleyen kurbanlık koyun gibi uzanmış.. yanıbaşında kazulet gibi dimdik duran yeni bitme, görmemiş, arsız, ukala, kendini beğenmiş sözde “yeni sene takviminin” cakası..
”çok gördük oğlum bunları biz..ohoo..daha dubakalım..
senin ambalajın bile yarı açılmış açılmamış..
geçsin şöyle bikaç ay..
senin de fiyakan bozulur elbet..
zaman bu zaman..
kim dayanmış ki..
süleyman’a bile yar olmamış..”
bunlar tabii zavallı son üçbeş yaprağın artık gitmeden bi yerlere takılabilmek, bi yerlere tutunabilmek, gitmemek, kalmak, yok olmamak için son çabaları, son çırpınışları..
aralığın otuzbir yazdığı son yapraa ise gereğinden fazla bi önem gösterlicek.. kimbilir.. bir kitap arasına konup saklanır mı ? yoksa orijinallik olsun diye çerçevelenip duvara mı asılır..
ondan sonra gelsin yeni “blok”..
dimdik..
boşuna.. boşuna..
seni de görürüz..
hele şu ocak geçsin..
bi de şubat’ı devirdik mi…