A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Sonuç belirli ise; Çatışma - Korku

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 0 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 27 Aralık 2009 20:09:16

Feryadımızla çağrımız arasında kendimizi ararız. Teşekkürle özür arasında çiçek açarız. Hiçlikle sevgi arasında varoluruz. Bu salınımlar arasında sorular üretip yanıtlar ararız. Bütün içsel çatışkılarımız kendini sorularda gösterir, bütün yanıtlarımız bizi yeni boşlukların ortasına atar.

Daha yakından bir söylemle; insan neden soru sorar? Soru sorup yanıt peşine mi düşer, yaksa yanıtlar ulu orta açıktayken onun perdesi aralanıyor da biz onu soruya mı dönüştürüyoruz? Yanıt hazır değilse soru ortaya çıkabilir mi?
 
Ne dersek diyelim, ne yaparsak yapalım hep insanı söyler, insanı üretiriz, yani kendimizi. Çünkü hiçbir şey dışarıda başlayıp bizde bitmez. Tersine her şey bizde başlar yansımalı olarak tekrar bize döner; kuşkular, korkular, sorular, arayışlar feryatlar…
 
Gerçek kendinde nasılsa öyledir, dolayısıyla gerçek gelişmez. Gelişme dediğimiz insanın gerçekliğe açılmasıdır. İnsan gerçek üzerinden kendini açığa çıkarır, potansiyellerini harekete geçirerek yapıp ettikleri hakikat olur.
 
Aslında hiçbir insanın Ben demeye hakkı yoktur (Biz’i tüketip Ben’e ulaşanlar hariç). Ama tüm hayatımızı neredeyse bir Benler ormanının içinde yaşarız. Kendimizi bu orman içinde mevziler elde etmeye, avlar yakalamaya adarız.
 
Acılarımız, kavgalarımız, gerilimlerimiz ve mutsuzluklarımızla hep bu ormanın çalılıkları arasında yaralanarak-yaralayarak dolanıp dururuz. Ne yapalım ki bu varoluşun bir yasası, bu yolculuğu yapmaktan kimse bağışık olamıyor.
 
İlişkiler içinde varoluruz, çünkü orası kendimizi açık etme sürecimizdir. Hem kişiliğimizi beslediğimiz hem de benliğimizi ortaya koyduğumuz yolculuk. İlişkileri üçe ayırmak mümkün; Doğayla, insanlarla ve kendimizle. Aslında ilk iki ilişki alanı üçüncüsünün biçimleridir, hep kendimizle ilişki içinde oluruz. İlişki için en az iki öğe gerektiğine göre bu bir çelişki değil mi? Belirli bir düzeyden (dışsal görünüşler açısından) baktığımızda doğru. Ben ve Ben Olmayanlar var ve tüm ilişki Ben ile Ben Olmayan arasındadır.
 
Burası önemli bir nokta: Pratik bir öneri. Denedim. Sokakta yürüdüm. Boyuma baktım, iskelet yapımı ve adalelerimi düşündüm. Kütle çekim kuvveti olmasaydı bunlar olmazdı. O halde kemiklerim ve adalelerim başka bir şey yoluyla, onun sayesinde varlık kazanıyorlar. Duyduğum sesleri düşündüm. Hava molekülleri ve onların titreşimleri olmasaydı bunu toplamaya göre organize olan kulağım olur muydu? Gördüğüm nesneleri düşündüm. Yansıyan ışık olmasaydı bu ışığı algılamaya göre yapılanmış gözüm olabilir miydi? Bunlar biyolojik boyut. Kullandığım sözcükler, topladığım bilgiler, işlettiğim yetiler… hangisi bana ait. Mutlu oluyorum, üzülüyorum, özlüyorum, hırslanıyorum başıma gelen haller. Ama şunun da farkındayım (farkındayız), bunların tümü bana verilmiş olsa da onlar üzerinde irade kullanan birisi var ve o benim. İşte Ben bilincinin kendine dayanak bulduğu nokta burası.
 
İster biyolojik, ister toplumsal, ister psikolojik olsun tüm insani özellikler hepimizde aynı. Fark nerde? Fark bunlar arasındaki düzenlenme biçiminde. Sadece bunlar arasındaki uyumun hangi merkeze yakın olarak kurulduğundadır. Her birimiz varlığımızda bulunan güçleri ve yetileri yönlendirme, yeniden organize etme ve harekete geçirme iradesine sahip olmakla biriciğiz, tanrısalız, sorumluyuz ve özgürlüğe yazgılıyız. (Tanrı bizi kendi suretinde yarattığını söylüyor. Bu bizim dış görünüşümüz, bedensel biçimimiz olmasa gerek.)  Ben demenin mantıksal dayanağını ve hakkını böylece kendimizde görürüz.
 
Ne zaman Ben desek varoluşla aramızda bir ayrım koyarız. Ben ve Ben Olmayan. Aynı ayrımı bilme alanında da yaparız. Bilen-bilinen-biliş. Farkındalık bizde gerçekleştiği için bu bütünlükte kendimizi (Benimizi) öne çıkarırız. Kendimizi önemsediğimiz ve öne çıkardığımız ölçüde varoluşla aramızdaki ayrım derinleşir. Algılarımız, günlük ilişkilerimiz, bedensel yapımız, amaçlarımız ayrı ayrı olduğu için kendimize ait bir imaj oluştururuz. Aynısını başkası içinde yaparız. İlişkilerimizi bu imajlar üzerinden oluşturur, beklentilerimizi ve umutlarımız buna göre şekillendiririz. Kendimizi çokbilmiş birisi olarak; sanatçı, bilim insanı, iyi konuşmacı, sporcu, yakışıklı, güzel, alçakgönüllü, iyi yürekli birisi… Hepsi bir imajdır. Bedenimiz ve zihnimiz imajımızın iki ayağını oluşturur.
 
İnançlar, ideolojiler, aidiyet duyguları, “bilimsel” doğrularımız benlik imajımızın yapı taşları. Toplumsal yaşamda yarış, rekabet ve kıyas halinde koşuşturup dururuz. Böylesi bir ilişki ortamında insanda güvenlik kaygısı, başka bir deyişle dışlanma, değersizleşme, bir işe yaramaz olarak görülme endişesi güçlenir. İnsan bu kuşkunun yarattığı baskıdan kurtulmak için Benliğin dayanaklarını güçlendirmek gereği duyar; inanç ipine daha sıkı sarılır, ideolojik kalıplara daha fazla yapışır, ait olduğu sığınağının (ulus, din, aile, gelenek…)  duvarlarını daha da yükseltir. Bu süreç kaçınılmaz olarak ayrımı derinleştirir: Ayrımınız ne kadar derinse farklı olanı o ölçüde ötekileştirirsiniz.
 
***
 
Çatışkının ve şiddetin tohumları adım adım böylece kök salıp filizlenir. Bireysel ilişkilerdeki gerilimler, bütün dikkatini kendi kişisel dünyasını korumaya ve güçlendirmeye yöneltmiş tutum ve davranışlar öylesine yoğun ki.
Şiddetin biçimleri, alanları ve dereceleri farklı olabilir, ama o, deyim yerindeyse yaşama dair ne varsa hepsinin karşıtıdır. Onun olduğu  yerde fikir yoktur, sanat yoktur, insani ilişki yoktur.
 
Şiddet sonuçlanmış tutumlardan doğuyor. İnançlar, ideolojiler, teslim olduğumuz aidiyetliklerimiz potansiyel olarak birer şiddet deposudur. Ne zaman bunlara karşı eleştirel, irdeleyici, kaskatılığını göstermeye yönelik bir tutum sergilense bu deponun bacalarından önce öfke dumanları püskürmeye başlıyor, arkasından şiddet alevleri.
 
Bu söylediklerimin bana göre herhangi bir orijinal yanı yok, ama bilincimizi orijinal bir biçimde işletme sorumluluğumuz var. Bu konuda yakınmaya da hiç hakkımız yok, çünkü herkeste bu yeti potansiyel olarak bulunuyor.
 
Varoluşta tekrar yoktur. O sürekli bir akış-oluş halindedir; tazedir, her an orijinaldir. Bu akış içinde yaşamak zorunda kaldığımız için onu anlamak-kavramak gibi bir sorunla yüz yüze geliyoruz. Yeni durum ve yeni olan karşısında yeni şeyler söylemek, taze tutumlar geliştirmek zorunda kalıyoruz. Yeniye yeniyle karşılık vermek için eskiden vazgeçmek zorundayız. Yeni olan gizemli olduğu denli güvensizdir de. Bu noktada bir korkuya kapılırız ve daha önceki deneyimlerimizden edindiğimiz güvenli araçlarımızı terk etmekte zorlanırız. Her deneyim bizi sonuçlanmış bir noktaya getirir. Ama aynı deneyim bize o noktada kalamayacağımızı da tembih eder, çünkü yeni bir süreç ve yeni bir yol açmamız gerekmektedir.
 
Eski fikirler, ideolojiler, inançlar bilindiği ve denendiği için güvenli zannedilir. Onun için onlar bizim için birer sığınak olurlar. Çatışma bunlardan doğar. “Olanı” anlayamadığımız zaman onun yerine önkabülleremizi koyarız. İdeolojik kalıplar olgunun gerçeğiymiş gibi ileri sürülür.
 
Ne söylersek söyleyelim insana dair bir şeyler dile getirmiş oluruz. İnançlara sığınmak, ideolojik kalıplarla düşünmek, şu veya ulusun üstünlüğünü savunmak… Olsun, sorun değil. Sorun bunlara yapışıp kalmakta… Bağlandığın şeyi terk edebilme cesareti gösterebilmekte...  
 
***
 
Dış dünyanın düzene sokulması konusunda hevesli davranan insan sayısı az değil. Elbette bu çok önemli, çünkü kendi bireyselliğimizi bu dünya içinde gerçekleştiriyoruz, varlığımızın sürekliliği ve güvenliği dış dünyanın olanaklarına bağlı. Bu konuda sorumluluk duymak, çaba sarf etmek insanca bir şey. Dünya hakkında kaygılanmak ve dünyayı güzelleştirmeye çalışmak her insanın içinde şu veya bu derecede yanan bir ateştir. Ama dikkat edilirse biz dünyayı algıladığımız ve kavradığımız olarak görürüz; dünya biziz, biz dünyayız. O halde neyi nasıl anladığımız ve yorumladığımız daha can alıcı bir sorun. Çünkü ister kendimize, ister dış dünyaya karşı sorumluluk duyalım, bu sorumluluğun içeriği bizim anlayışımızla ve tasarımlarımızla doludur.
 
Bu, öncelikle insanın kendi korkularını aşmasına bağlıdır. Kendi tefekkürünün ürünleri ile fikir ortaya koymak, kendi aklının yol göstericiliği, vicdanının yargıçlığı ile kendi dünyanı var etmek. Burada Nietzsche’den şu alıntıyı yapmanın uygun olacağını düşünüyorum:
 
“Kendi kötün ve kendi iyini kendine sağlıyabilir misin, kendi istemini bir yasa olarak kendi üstüne asabilir misin? Kendi kendinin yargıcı olabilir misin, ve kendi yasanın öç alıcısı”
 
Bu sürecin belki sıkıntıları vardır, ama onun verdiği ferahlığın, kendinle olan barışıklığın lezzeti de var. Yetersiz kaldığın yerde bunu tam bir gönül rahatlığı ile kabul etmek, sana yol gösterici deneyim ve bilgileri çocukça bir masumiyetle alabilmek ne büyük bir açıklık. Öte yandan farklı olana, yanlış kabul edilen düşüncelere karşı da insani bir anlayışla irdeleyici ve uyarıcı bir esneklikle el uzatmak ne büyük bir aydınlık…
 
Bu kadar hoyrat davranışa karşı hayat ne kadar cömert ve şefkatli. Ne olursa olsun adaletsizlik, sevgisizlik, anlayışsızlık, öfke ve şiddet hala yaşamda yaygın olmasına rağmen bunlara karşı özlem ve arayışta o ölçüde güçleniyor ve yol alıyor. Böyle de olması doğal, varoluşun özü hep kendini açıp gerçekleştirmeye koşullu, insan özgürlüğe mahkûm.
 
Sözlü ve yazılı söylemlerde her ne kadar öfkeli, küfürlü, argolu, alaylı (Bunlar da bir türlü  şiddettir) olsak da  yine birbirimize muhtacız. Hani derler ya “Allah insanı insana birbirine muhtaç yaratmıştır” İşte bu durum bizi
Birbirimize karşı düşman değil dost olmak zorunda bırakan varoluşsal bir yasadır.
 
Karışıklık ve kuşku benliğimizin bir parçası, ama anlayış berraklığı ve eminliğe erişmekte doğamızın en derininde yatan potansiyeli. Ozanın dediği gibi “Dert bizde derman ellerimizdedir.”
 
 
***
 
“Dert ile mihnete dalmayan âşık
Ne yemiş ne doymuş eli bulaşık
Kınama Veysel’i fikri dolaşık
Ayrılmış yârinden yar diyarından”
 
 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 1 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar


Henüz Yorum Yazılmamış

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git