|
Yaşar Kemal'in toplum psikolojisiKategori: Kul / Özerk Benlik | 0 Yorum | Yazan: Prof. Dr. M. Orhan Öztürk | 16 Aralık 2009 17:41:09 YER DEMİR, GÖK BAKIR ile Yaşar Kemal, yazın dünyasına olağanüstü yenilik ve sağlamlıkta bir eser kazandırmıştır. Bu yazıda, ilk çağlardan beri, bütün toplumlara özgü kimi ruhsal özelliklerin bu küçük özlü romanda nasıl incelendiğini göstermeye çalışacağım. Hemen söylemeliyim ki bu üstün sanatçı "sosyal psikoloji" ve "sosyal antropoloji" bakımından son derece ilgi çeken bir araştırıcı, bir düşünür olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yaşar Kemal, bu romanında, insanoğlunun temel ihtiyaçlarını, güven duygusunun önemini, güvensizliğin bireyde ve toplumda nasıl bunaltı (anxiété, angst) kaynağı olabileceğini gösteriyor. Güvensizlikten, bunaltıdan kurtulabilmek için çabalayan, doğa karşısında çaresiz kalan insanın düşünce dizgesindeki ilkel özellikler nelerdir? İnsanüstü güçlerin varlığına inanmanın kaynakları nerededir? Ermişler, peygamberler, tanrılar, dinler nasıl gelişir, neye yararlar? Toplumların efsaneleri, düşleri, masalları ve bunlara bağlı birçok gelenekleri nereden çıkar, neye yararlar? İşte Yaşar Kemal, bilerek ya da bilmeyerek, son romanında bu sorularla uğraşıyor. Bilerek ya da bilmeyerek diyorum, çünkü kendisini tanımam. Şurası gerçek ki yazar, insanın, toplumun bilinçli ve bilinçdışı eğilimlerini, gereksinimlerini, çatışmalarını; bunları karşılama, doyurma, bunlarla başetme yollarını ya üstün sanatçıya özgü bir sezi ile seziyor ya da bilinçli olarak iyice tanıyor. Yaşar Kemal, bu romanında da konu olarak Toros köylerinden birini seçmiş. Köylü, her türlü oyunu ve kötülüğü yapabilecek muhtar Sefer’e kanarak verimsiz bir pamuk tarlasına girmiş, sonunda da köyüne eli boş dönmüştü. Kasabanın Adil Efendisine her yıl borçlarını öderlerken, bu yıl ödeyememişlerdi. Gelenek bozulmuş, köylü utanılacak duruma düşmüştü. Bir gün Adil Efendi gelecek, alacaklarını isteyecekti. Romanın başlangıcında Yaşar Kemal, usta bir dille, köylüde gittikçe büyüyen, büyüyen, yagınlaşan bir kaygı, bir bunaltı gelişmesini anlatıyor. Adil'in gelme korkusuna, geleneğin bozulmasına bağlı utanç ve suçluluk duygusu köylünün bütün düşüncelerini, duygularını kapsar. Varoluşları tehlikeye girmiştir. Bu yüzden de gerçeği değerlendiremeyen, geleceği kestiremeyen, uygun karar veremeyen bir duruma düşerler. Bu arada, gene muhtar Sefer'in öğüdüne kanarak, eşya, hayvan ve yiyeceklerini mağaralara saklarlar, Adil'i beklemeye koyulurlar. Adil, bu dakikada, bu saatte, bugün, yarın, bugünlerde kesin gelecektir. Bunaltı ve korkudan yılan, kurtulmak isteyen köylünün artık dört gözle beklediği Adil bir türlü gelmez. Mallarını mağaralara saklamakla gülünç, bir kat daha utanılacak duruma düştüklerini görürler. Adil, köylünün gözünde büyük bir cezanın, korkunun temsilcisi olarak büyüdükçe büyür. Yaşar Kemal, köylüyü tek tek ve toplum içinde ele alarak onlarda gelişen, devleşen bunaltıyı, okuyanın da yaşayacağı kadar canlı bir dille anlatmaktadır. Yaşayan varlıkların tehlikeye karşı kendilerini nasıl savunduklarını biliriz. İnsanda bu savunmalar biyolojik, ruhsal ve toplumsal düzeylerde olabilir. Mikroplara karşı kanda akyuvarların artması biyolojik, onur kırıcı olaylardan kaçınma ruhsal, toplumun yasakları, gelenekleri de toplumsal savunmalara örnek olarak gösterilebilir. İnsan için tehlikeler yalnızca dış çevreden gelmez. Kendi içindeki bilinçdışı istekler, dürtüler, çatışmalar da tehlike kaynağı olabilir ve bunlar insanın benliğini son derece tehdit edebilirler. Böyle iç tehlikelerle karşılaşan kişide dayanılması güç kaygılar, bunaltılar ortaya çıkabilir. Bu bunaltıya karşı benliğin bir çok karışık bilinç-dışı savunmalarını bu yazımızda anlatmaya olanak yoktur. Ancak, son derece önemli olan bir nokta şudur: Kaynakları bilinçdışında olan bu iç tehlikelerin çoğu zaman dışarıda gerçek dünyaya bağlı bilinçli bir etkenle temsil edilmesidir. Yaşar Kemal, Adil’i toplum içinde şiddetli bunaltı, kaygı doğuran etkenlerin bir simgesi olarak ele alıyor. Bu bunaltıya ve onu doğuran etkenlere karşı köylünün bilinçdışı savunma yollarını belirtiyor. Adil korkusu gerçekte köylünün içindeki doyumsuzluğun, benliğinin zaman ve yer içerisindeki belirsizliğinin, güvensizliğinin göstergesidir. Psikoloji ile uğraşanlar iyi bilirler ki, çocukluğun ilk dönemlerinde karşılaşılan yoksunluklar, doyumsuzluklar, kişilik gelişmesine önem vermeyen çocuk yetiştirme yolları bu güvensizliğin ve bunaltının gerçek nedenleridir. Adil olayı ancak, köylü kişiliğinin temelindeki doyumsuzluğu, güvensizliği ve bunlara bağlı bunaltıyı yüzeye çıkarmaya, kamçılamaya yaramaktadır. Böyle olmasaydı olağan bir alacaklıdan bu değin korkmak, kaygı duymak anlamsız, gereksiz kalırdı. Dayanılması güç bir dereceye çıkan bunaltının yok edilmesi Adil'in ortadan kalkması ile olamaz. Çünkü Adil, daha derindeki tehlike kaynaklarının simgesidir. Kişisel ve toplumsal benliğin savunulması için bu kaynakları gerçek ya da gerçek dışı bir dünyada yok etmek gerekir. Gerçek dünyada bunu yapmaya köylünün gücü yetmemektedir. Doğa ile ilkel yollarla savaşında, köylü yenik durumdadır; doğa karşısında kendisini güçsüz, çaresiz hissetmektedir. Gerçek dünya (toprak, mevsimler, geleneksel toplum...) doyumsuzluklarla dolu bir çevredir. İşte Yaşar Kemal, Adil’de simgeleşen ve çaresiz bırakan güçlere karşı amansız bir savaş vermek zorunda kalan köylünün en gelenekleşmiş tepkisini anlatıyor: Peygamber gibi güçlü bir ermiş yaratılarak köylünün acı, bunaltı, doyumsuzluklarla dolu gerçek dünyası değiştirilebilir. Temel sorunları (çaresizlik→güvensizlik→bunaltı) çözülebilir. Dayanılması güç bir bunaltıya kapılan Toros köylüsünün de bulduğu çözüm yolu budur. Binlerce yıldan beri ve çağımızda da köylünün, daha doğrusu bütün toplumların bu sorunlara karşı bulduğu bilinçdışı çözüm yolu temel çizgileriyle aynıdır. Yıllardan beri, muhtar Sefer'le savaşmakta olan ve romanda ussal (rasyonel) düşünmeyi temsil eden Taşbaşoğlu Mehmet'in ermiş yapılmasını, onun üzerine kurulan masalları, genişletilen söylenceleri Yaşar Kemal, unutulmaz bir dille, yepyeni bir biçemle anlatmaktadır. Bu arada muhtar Sefer'in, Taşbaşoğlu'nun ve köylüden daha bir çoğunun kişisel varlıkları, dünyaları ve iç çatışmaları değme görüngüsel (fenomenolojik) incelemelere taş çıkartacak bir açıklık ve sağlamlıkla öykülendirilmiştir. Taşbaşoğlu, kendi isteğine aykırı olarak, köylünün kurduğu bir sürü söylencelerle, düşlerle, masallarla ermiş yapılmıştır. Taşbaşoğlu'nun varlığı ile köylünün dünyası daha güvenli, doyurucu bir dünya olmuştur. Artık açlık, kıtlık, hastalık, alacaklı...gibi güncel yaşam sorunları çözülmüştür. Bunaltı yatışmış, köylü rahatlamış, bunaltının yerine Taşbaşoğlu'na ilişkin söylenceler, düşler, masallar geçmiştir. Romanın sonuna doğru, birçok dinlerin kuruluşunda olduğu gibi, karşıt kurallar ve güçlerin baskısı da ilgi çekici bir simgeleştirme ile anlatılıyor. Taşbaşoğlu'nun iç kaygılarını okurken eski peygamberlerin çatışma ve kuşkularını; jandarma onbaşısı ve yüzbaşıyı okurken de, İsa'yı çarmıha gerdiren güçlerin aracı olan Romalı askeri anımsamamak elde değil. Bir yapıtın gerçek değerini belirtmeye çalışırken onun bir bütün olarak ele alınmasına inanıyorum. Ülkemizde ve dış ülkelerde YER DEMİR, GÖK BAKIR üzerine çok söz edileceğini, eleştiricilerin onu bütün yönleriyle inceleyeceklerini umuyorum. Ben yalnızca, bu başyapıtın çağdaş ruhbilim bakımından önemini belirtmeye çalıştım. Forum Dergisi, Aralık 1964
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|