'Çarşambayı sel aldı... Bir yar sevdim el aldı' Bu türküyü kim yazdı bilemem ama benim talihsiz Hüsamettin Amcamı çok iyi tanımlar... İlkokula başlamamıştım... Dört- beş yaşlarımda olmalıyım... Amcam, evimizin ikinci katına çıkan tahta merdivenin sahanlığında oturuyor.
Bir kaç basamak yukarıdan ona bakıyor, sigara dumanından paslanmış yanık sesiyle dudaklarından dökülen türküyü dinliyorum:
‘Çarşambayı sel aldı…bir yar sevdim el aldı…’
Davudi sesiyle pesten söylediği türkü amcamın içinde kalmış arzularla gerçeklerin karması olarak sokakta yankılanıp gidiyor…
Yaşamı yoksulluklar içinde perişan geçtiği gibi, ölüm de onu beklenmedik biçimde yakalayacaktı.
Amcam ben doğmadan çok önce güzel bir tatar kızıyla evlenmiş…
Çocukken, beni havalara kaldırıp sen büyüyünce kiminle evleneceksin diye soran Binnaz ablam amcamın tatar eşinden olmalıydı…
Ona vereceğim yanıt her zaman, seninle, olurdu…
Amcamın talihsizliği Binnaz’ın anasının ölümüyle başlamış olmalı…
İkinci eşiyle bizim sokakta birkaç ev aşağıda otururlardı, karanlıktı evleri; bir kızları vardı. Evlerine çok az giderdik, bizim aile de pek sevmezdi karısından dolayı. Bir akşam davet edilmiştik; amcamın avladığı tavşan yahnisini yemek için…
Kızı Süheyla çok yaramazdı, onunla uslu akıllı oynanamazdı, pek arkadaşı da yoktu. Birlikte oynadığı kızlarla kavga eder, canı yanınca da annesini çağırırdı. Deli karınca(annesi) olumsuzluklarla doluydu. Hemen koşar gelir kızının şikayet ettiği çocukları haşlardı.
Amcamın karısı ile ilişkileri dayanılmaz hale gelmişti.
Ayrıldılar.
Hepsi kenti terk etti…
Nereye gittiklerini bilemedik.
Ben lisede okurken gelmişti amcam kente, yıllar sonra.
Amasya’da evlenmiş ve oraya yerleşmiş…
Tatile gelmiştim. Ağabeyim Kadir’in dükkanına uğradığımda gördüm onu. Yaşlanmış, iyice çökmüştü.
Çarşıda bir lokantada yemek yemişler. Amcamı yolcu etmek için tek atlı arabasını bıraktığı yere gidip elini öptük ve arabasına binmesini izledik
Kamçısını havada sallamasıyla at yürüdü, kentin güneyine doğru araba hareket etti.
Arkasından bakınca amcamın kambur gibi görünen sırtını, sigaranın dumanını ve havada sallanan kamçısını görüyorduk… Görüntü kayboluncaya dek arkasından baktım…
Son kez Ankara’da halamın oğlunun evinde karşılaştık.
Ben okulumu bitirmiş Levazım subayı olarak hizmet veriyordum. Halamın oğlunun bitişiğinde bir oda kiralamıştım. Sigara içmeye ve resim yapmaya çalışıyordum. Sigaranın zararlarından söz eden yoktu. Tam tersine erkek adam sigara içmeliydi…
Gençlikten gelen küstahlıkla amcamın yanında sigara yaktım ve rakı içtim.
Sesini çıkartmadı.
Ezikti.
Sarhoş oldum.
Evime götürüp yatırdılar…
Ertesi sabah ben işime gittim.
Akşam eve döndüğümde yoktu…
Bir daha görüşmedik.
Yıllar sonra Amasya’yı bırakıp Merzifon’a gelmiş üçüncü eşi ve kızıyla… Kadir ağabeyimin tamirhanesinde bir odaya sığışmışlar…
Kış gelince dışarıda yaktıkları mangalla ısınrlarmış. Mangalı son yaktıklarında kömürler iyice yanmadan içeri alınmış. O gece yanmamış kömürden çıkan karbon monoksit gazından zehirlenmiş amcam.
Kurtaramamışlar…
“Çarşambayı sel aldı’’ türküsünü ne zaman duysam amcamın yanık sesi çınlar kulaklarımda…