|
|
Serap yolu sensiz, eylül kadar sessizKategori: Yaşam | 19 Yorum | Yazan: Saba Öymen | 27 Kasım 2009 10:17:58 Yolun kumsalı gören yanındaki bankta oturmuştu kadın. Uzaklara bakıyordu. Belki denizin gökle birleştiği çizgiye, çizginin üzerindeki hafifçe kızarmış maviliğe... Fark ediliyordu. Uzaklara baktığı, dalıp gittiği için... Yalnız olduğu için... Buralarda pek kimseyi yalnız göremezsiniz çünkü.
Şimdi eylül... Ege’yle Akdeniz’in birleştiği bu yerlerde hava hala sıcak, geç kalmış tatilcilerle şehre dönmek için ekim sonunu bekleyen emekliler dağla denizin paylaşamadığı bu köşeyi bırakıp gitmemişler henüz. Buralarda pek kimseyi yalnız göremezsiniz. Temmuzun ağustosun deli kalabalığında da göremezsiniz. Anneler, babalar, çocuklarla doludur plaj en çok. Sonra, kocaları şehirde işlerinin başında kadınlar vardır; çığlık çığlığa suya girip çıkan çocuklarını rengarenk havlularla kurularlar; kumda az ötede oturan ve kocaları şehirde olan başka kadınlarla selamlaşırlar, konuşurlar. Emekli öğretmen hanımlar görürsünüz, emekli avukat hanımlar, bankacı, eczacı hanımlar. Üçer dörder kişilik gruplar oluştururlar, erken gelip ağaçların altlarını kaparak, bir gün önceden bıraktıkları plaj sandalyelerini beğendikleri noktalara taşıyıp, “aman başım güneşte kalmasın, sen de gel Semiha hanım, gel bak burası gölge, gelirim gelirim ama ben önce biraz bacaklarımı güneşe alayım da ısınayım, şu romatizma yok mu” diye çene çalarak. Akşam üzerleri deniz saatinin bitişinden sonraki zamanla yemek saati henüz başlamadan önceki zaman arasındaki o ara saatlerde kumsala paralel uzayıp giden “piyasa” yoluna çıkarlar kadınlar erkekler iki kişi, üç kişi, dört kişi. Gece çay bahçesinde masaların çevresi her zaman doludur. Akşam yemeğini geç yiyenler erkencilere katılırlar, öbür masalardaki boş sandalyeleri çekerek. Çaycı çocuk askılı çay tepsisini dolaştırır. Masalardaki yarı içilmiş çaylara yenileri katılır hemen. Şimdi eylül... Çocuklu aileler çoktan şehre döndüler. Şehirdeki erkekler geldiler, birkaç gün tatil yapıp aldılar götürdüler eşlerini, çocuklarını. Emekli hanımlarsa hala keyifle çene çalıyorlar sonbaharın ilk günlerinde; emekli beyler kumsalda sabah yürüyüşlerine çıkıyorlar. *** Banktan kalktığında, kumlarda oturan birkaç kişinin arasında fark edildi kadın. Yalnızlığıyla, sık sık önüne eğdiği başıyla, göğsünün üzerinde kavuşturduğu kollarıyla...Fark edildiğini bilmeden yürüdü. Sonbahar kumu ılıktı, yumuşaktı, uyumluydu ayaklarının altında. Yakmıyordu. Kayıp gidiyordu her adım atışında. Kadının uzaklaşmasını, evlerin ağaçların arasında yitişini izliyorum. Belki tek başına tatil yapıyor, diye düşünüyorum. Tek başımıza tatil yapmayı sevmeyiz pek. Tek başımıza sinemaya gitmeyi, tek başımıza bir lokantada oturup yemek yemeyi sevmeyiz. Aslında yalnız kalmayı sevmeyiz. Ancak yalnız olduğumuzda ayırt edeceğimiz, duyumsayacağımız şeylerden korkarız belki, kendimizle başbaşa kalmaktan kaçarız. Birileriyle olmak güvenlik duygusu verir. Oysa insan birbiriyle var olduğu kadar yalnızlığıyla da var. Yalnızlık, kendini kendine anlatmak, dinlemek, kendini öğrenmek için gerekli. Güç toplamak için gerekli. İnsan toplumsal olduğu denli yalnız. Yalnızlık yaşam boyu, yaşamın ta kendisi. Üçüncü gün ekmek almış dönerken sitenin kıvrılıp giden sokaklarında yürüyorum yolumu uzatıp. Evler eskimeye yüz tutmuş, ahşap merdivenlerde çatlaklar, duvarlarda yağmur lekeleri. Altı yıl oldu buraya son gelişimden bu yana.Zaman burayı da değiştirmiş. Sonra, kıyıda yalnız dolaşan kadını görüyorum gene. Ufuk çizgisine yaklaşan güneşin önündeki silueti tanıdık değil ilkin. Bulunduğum yöne doğru yürürken bir an duraklıyor, beni fark ediyor sanırım. Yolunun önüne herhangi birinin çıkmasını istemeyen bir hali var, ya da bana öyle geliyor. Geri dönmenin veya yolunu değiştirmenin tuhaf olacağını düşünmüş olmalı, yürümeyi sürdürüyor sonra. Yaklaşan kadının yüzünde, başını yana çevirirken boynunu hafifçe eğmesinde tanıdık birşeyler var. Nereden tanıyorum onu? Yaz ortasında bir sokak oluyor sonra her yer. Yaz ortası güneşinin ışıklı aydınlığında, sıcağında uzayıp giden boş bir sokak, Serap sokağı. Ahmet. Ahmet’i görüyorum durgun, tozlu sokağın başında. “Eylül gelecek ama o gelmeyecek”, diyor. “Ne diyorsun sen”, diye soruyorum ama ne dediğini biliyorum. Hümeyra Ahmet’i bırakıyor. Üniversiteye başlamak için büyük şehre gidiyor. “Eylülde Gel’i dinleyip durdum yaz boyu”,diyor Ahmet, “bütün bir kasedi o şarkıyla doldurtmuştum biliyor muydun? Geçen yıl eylülde döndü Hümeyra, ama bu yıl gelmeyecek.” Kadının başını öbür yana çevirmesine aldırmıyorum. “Hümeyra, sen misin?” Boynunu hafifçe yana eğerek bana çeviriyor bakışını. Şaşırmış, gülümsüyor. Evet, çökmüş yüzünde koyu gözleri tanıdık bu kadın Hümeyra. Kaç yıl oldu? “Yirmi sekiz, yirmi dokuz belki”diyor. Ahmet... Ahmet kim bilir nerede? “Biz Ahmet’le evlendik,”diyor, “bilmiyor musun?” Bilmiyordum. Ne zaman? Benim niye haberim olmadı? Çok sonra, ikisinin de izini kaybettiğim yıllarda olmalı. “Ve bitirdik birbirimizi. Keşke... keşke evlenmeseydik.” “Lisedeyken Ahmet eylülü güçlükle beklerdi her yaz”, diyorum alçak sesle. Yirmi sekiz yıl sonra Hümeyra’yı görünce hemen söylenecek şey bu mu? Ama yıllar boyu benimle kalmış, eylül bana hep Ahmet’i Hümeyra’yı anımsatmış. “Yarın benimle kasabaya gelsene”,diyor, “kasaba bu mevsimde çok güzel. Yazın kalabalığı boşaldı. Çok sevdiğim bir çay bahçesi var, orada otururuz.” Ertesi sabah on buçuk sıralarında arabayla beni almaya geliyor. Genç bir kız var arabada, on altı on yedi yaşlarında. “ Kızım,”diyor, “Ahmet’in kızı.” Kasaba, Akdeniz’in simgesi beyaz evleriyle, kıyıda demirlemiş tekneleriyle, tenhalaşmiş ama yaşayan sokaklarıyla hoş. Kıyıdaki çay bahçesine doğru yürüyoruz. “Kendimi toparlamam gerek, “diyor Hümeyra “düşünebilmem, karar verebilmem gerek, Onun için buradayım.” Kocaman ağaçların altına atılmış tahta masalar, müziğin belli belirsiz sesi, havadaki yeni demlenmiş çay kokusu çağırıyor. Denizi gören bir masaya oturuyoruz. Çay bahçesinin yan duvarını gösteriyor Hümeyra. Serap yolu sensiz, eylül kadar sessiz, yazıyor duvardaki tabelada. Birşey söylemek istiyorum, ne diyeceğimi bilemiyorum. Çok şey var söylenecek. Kızı, “Anne,”diyor, “eylül geldi, okullar açılalı üç gün oldu, hala buradayız. Gitmek istiyorum.” Hümeyra gülüyor, çayından bir yudum alıyor. “ Biliyorum niye gitmek istediğini. Pazara gidiyoruz, endişelenme. Pazartesi okul yolunda olacaksın.” Hümeyra beni eve bıraktıktan sonra, çok sonra, gece, sonbahar rüzgarı Güney’in bu köşesinde bile yaprakları güçle savururken, üzerimdeki hırkaya sarınıp karanlık denizi seyrediyorum. Eylül 2009 Datça – Kasım 2009 Sydney
YorumlarLevent ÖZTEMİZ
{ 02 Eylül 2023 15:28:35 }
Gözlerim dolu ellerim boş
Yaşım ilerlemiş ve yine Boşluk içinde koşuşturmalar Bir şey eksik kaldı içimde Sanki keşke diyeceğim Bir eksiklik ne olabilirdim Ne yapabilirdim kendimden başka Neden geldim, bir işe yaradımı Bir ömür boşa mı geçti Dünler özlemler nerede Çocukluğumu saflığımı geri verin bana Söz her şeyi unutacağım. Levent ÖZTEMİZ
{ 27 Mart 2023 19:41:52 }
Hala yaşıyorum ama sanki yıllar ay, aylar hafta, haftalar gün oldu.
Levent ÖZTEMİZ
{ 29 Kasım 2020 00:04:15 }
Hayatım boyunca yanlızlığımı paylaşabileceğim birini aradım. Onca boşa giden zaman, Ne yazık ki kendimden başka birini bulamadım.
Levent ÖZTEMİZ
{ 28 Mart 2020 04:40:44 }
Arayıp ta bulamadığımız Tanrı nerede?
Cennet nerede ya aramızdan onca gidenler Göremediğimiz Tanrı belkide bastığımız topraktır Kuştur ağaçtır belki de gözümüzdeki yaştır Sen bu dünyada cennet yok mu sanırsın? Sakın arama doğmadan öncesi gibi olur hayat senden sonrada devam eder. Levent ÖZTEMİZ
{ 07 Kasım 2019 03:20:46 }
Denize Açılmak
Denize açılmak, denize açılmak Derinliğin hafifliği içinde Hayaller gerçek olur. İki ruhun birleştiği yerde Sadece tek bir dilek gerçek olur. Bir öpücük yaşamı ateşler, Şimşek ve yıldırım ile. Bedenim artık benden çıkar, Evrenin merkezine ulaşmam ile. Çocukça bir kucaklaşma Öpücüklerin en safı. Sonra geriye kalan Sadece tek bir arzu. Senin bakışların ve benimkiler, Sürekli yankılanıyor, sessizce tekrarlayarak: Derine, daha derine, Et ve kanın ötesindeki her şeye.. Ama ben her zaman uyanıktım Ve her zaman ölümü diledim, Dudaklarım sonsuza dek Senin saçlarına kenetlenmiş olarak. [Ramon Sampedro] Levent ÖZTEMİZ
{ 17 Şubat 2019 05:52:17 }
Ömür kısa,
bir rüya sığmaz buna, gözler kapanır, bitmeyen hayaller kalanlara mirastır. Levent ÖZTEMİZ
{ 12 Temmuz 2018 18:19:29 }
Denize Açılmak
Denize açılmak, Derinliğin hafifliği içinde Hayaller gerçek olur. İki ruhun birleştiği yerde Sadece tek bir dilek gerçek olur. Bir öpücük yaşamı ateşler, Şimşek ve yıldırım ile. Bedenim artık benden çıkar, Evrenin merkezine ulaşmam ile. Çocukça bir kucaklaşma Öpücüklerin en safı. Sonra geriye kalan Sadece tek bir arzu. Senin bakışların ve benimkiler, Sürekli yankılanıyor, sessizce tekrarlayarak: Derine, daha derine, Et ve kanın ötesindeki her şeye.. Ama ben her zaman uyanıktım Ve her zaman ölümü diledim, Dudaklarım sonsuza dek Senin saçlarına kenetlenmiş olarak. Ramon Sampedro LEVENT ÖZTEMİZ
{ 16 Nisan 2018 03:43:59 }
Ne de mutluyum seninle
Sanki bütün şarkılar bizim için yazılmış Sanki güneş bizim için doğuyor Şiirler bizi anlatıyor Çiçekler kuşlar bizi selamlıyor Sakın bu rüya olmasın Öyleyse eğer uyanmak istemem. Levent ÖZTEMİZ LEVENT ÖZTEMİZ
{ 15 Nisan 2018 23:48:17 }
Şimdi yanlızlığın tam ortasında
İçim yanarken yaptığım hatalarımla her anım ızdırap doluyken Sen ise çok uzaklarda Umutsuz acı dolu günlerimle Zaman hızla akıp geçse de yaşlansam da yine bu gözler Kapanana kadar hep seni arar Levent ÖZTEMİZ Levent ÖZTEMİZ
{ 25 Mart 2018 23:24:53 }
Unutamadığım rü’yâ gibi bir yazdı.
Diğer Sayfalar: 1. 2. Sen yarattın hevesinle, Her ânı, her rengi, her şiiri Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle! Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin: Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde; Mehtâb, iri güller ve senin en güzel aksinle, Velhasıl o rü’yâ duruyor yerli yerinde!
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|