|
|
Bir okurdan iki yazı: DEMOKRATİK AÇILIM ve DERSİMKategori: Ayorum Güncel | 1 Yorum | 18 Kasım 2009 22:42:01 Son günlerde, ülkemizin gündemi yine yoğun. Daha Habur'dan Türkiye'ye giren PKK'lılar ve domuz gribi salgınıyla ilgili haberler soğumadan, Hükümet 10 ve 13 Kasım 2009 tarihlerinde TBMM'de, kendi deyimiyle demokratik açılımı Milletvekillerine anlattı ve adeta kaynayan siyaset kazanının altına bir odun daha attı.
Fakat açılımın mihmandarlığını yapan İçişleri Bakanı her zamanki gibi ağdalı cümleler ve hamasi nutuklar dışında sorunun çözümüne yönelik net ve somut yeni şeyler söylemedi. Hala anaların ağlamamasından ve akan gözyaşlarının dinmesinden bahsediliyor. Elbette hiç kimse bu ülkede tek damla gözyaşı istemez ve yine hiç kimse anaların ağladığı bir ülkede ilkeli ve ahlaklı bir siyaset yapamaz. Pekii ama akan gözyaşı nasıl dinecek, anaların ağlaması ne yapılarak, hangi politika izlenerek engellenecek. Örneğin Dağdaki PKK teröristlerine genel af sağlanarak, örgütün lider kadrosunu 3. bir ülkeye göndererek mi akan gözyaşını ve kanı durduracağız? Terör örgütüyle müzakere ederek ya da terör örgütünün siyasi temsilcileriyle konuşarak mı, İmralıdan gelen talimatları, yol haritasını izleyerek mi akan kanı durduracağız? Akan kanı durdurmak için hangi ilkeli, net ve somut adımları atacağız. İşte sorun da, çözüm de yukarıdaki paragrafta gizli aslında. Öncelikle Kürt sorunu ile Terör sorununu birbirinden kalın çizgilerle ayırmamız gerekiyor. Bu ülkede Kürt kökenli vatandaşlarımızın sadece 87 yıllık Cumhuriyet döneminde değil Osmanlı döneminde de büyük acılar çektiği bir vakıadır. Önemli olan, bu sorunları sürekli olarak gündemde tutarak acıları tazelemek olmamalı var olan sorunun çözümüne yönelik net öneriler getirilmeli. Örneğin, terör sorunuyla silahlı mücadele en etkin şekilde kendi yöntemi içinde sürdürülmelidir. Fakat teröristle mücadele edilirken bunu bahane olarak gösterip bölge halkının üzerindeki baskılar arttırılmamalıdır. Öte yandan, ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgelerinin ekonomik olarak diğer bölgelerden geri kaldığı açıktır. Var olan bu geri kalmışlığın ortadan kaldırılmasına yönelik olarak hazırlanan ekonomik kalkınma programları, sosyal demokrat politikalarla perçinlenerek kararlı bir şekilde uygulanmalı ve belirtilen tarihten önce bitirilmelidir. Bunun yanında, Kürt kökenli vatandaşlarımıza da kendilerini eşit yurttaş olarak hissedebilmeleri için eksik olan demokratik hakların verilebilmesi hususunda tüm engeller kaldırılmalıdır. Örneğin, Ülkemizde her dilden kitap, dergi basılmasına, farklı dil ve lehçelerde film çekilmesine izin verilmelidir. Aynı zamanda, Farklı dil ve lehçelerde yayın yapan özel televizyonların kurulması sağlanmalıdır. Söz konusu özel televizyonlarda gösterilecek reklamlar için de dil sınırlaması kaldırılmalıdır. Ayrıca Devletin denetimi altında faaliyet göstermek kaydı ile farklı dillerde eğitim veren özel okullar açılmalıdır. Devlet okullarında da yeterli katılımın olması koşuluyla seçmeli ders olarak okutulacak derslerin sınırlaması kaldırılmalıdır. Her tutuklu ve hükümlüye yanında o dili ve Türkçeyi iyi derecede bilen bir çevirmen bulunması kaydıyla istediği dilde görüş imkanı sağlanmalıdır. Yukarıda sayılan önerilerle ilgili Anayasadan başlayarak tüm yasal düzenlemeler acilen yapılmalıdır. Yapılmaya çalışılan demokratik açılım, Habur’dan gelen teröristlerin Silopi’de kurulan seyyar mahkeme neticesinde serbest bırakılması ve Halka PKK’ya karşı genel af çıkacağı sinyallerinin verilmesiyle birlikte daha başlamadan bitmiştir. Anamuhalefet Partisi İktidarın kendisini çekmeye çalıştığı açmaza düşmeyerek akılcı davranmıştır. Son söz de Cumhuriyet Halk Partisine; CHP’de demokratik açılım ile ilgili olarak 1989 raporunda belirtilen çözüm önerilerini ve eklenmesi düşünülen varsa diğer önerilerini net bir şekilde, somut olarak sıralamaya başlarsa iktidarın CHP’ye yönelik olumsuz muhalefet yapıyor, demokratik açılımla ilgili karşı olmaktan başka bir şeyler söylemiyor tarzındaki eleştirilerini rahatlıkla göğüsleyebilir. *** DERSİM Demokratik açılım konusunun tartışıldığı 10 Kasım 2009 tarihli Meclis oturumunda CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur ÖYMEN CHP grubu adına söz aldıktan sonra “…Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Kıbrıs'ta analar ağlamadı mı? Bir tek kişi Türkiye'de çıkıp da "Analar ağlamasın diye, bu mücadeleyi durduralım." dedi mi? Dünyada diyen var mı? Amerika'da bir saat içinde 3 bin kişiyi öldürdü teröristler. Bir Amerikalı devlet adamı çıkıp da "Aman, analar ağlamasın. Şu teröristlerle bir uzlaşalım." dedi mi? İlk siz diyorsunuz. Niçin? Çünkü, terörle mücadele cesaretiniz yok. Sizden önceki bütün hükûmetlerin gösterdiği cesareti siz gösteremiyorsunuz…” dedi ve ertesi gün Türkiye’nin gündemi yine değişti. Konuşmasında geçen Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Sözü üzerine Başbakandan DTP liderine, ülkemizdeki bazı alevi vatandaşlardan, alevi derneklerinden tutun da CHP içindeki bazı alevi kökenli milletvekillerine kadar birçok kişi Onur ÖYMEN’i eleştirdi. 1937 yılında patlak veren Dersim isyanını kanlı bir şekilde bastıran zamanın hükümetini 2009 yılından bakarak etnosentrik bir şekilde eleştirmek acaba ne derece haklı bir davranış. 1937 yılında henüz 15 yıllık yeni bir Cumhuriyet var ve bu Cumhuriyet ulus devlet kurma amacıyla bazı adımlar atıyor. Dönemin Tunceli Valisi Abdullah ALPDOĞAN’ın elindeki olağanüstü yetkiler, isyanın bastırılması sırasında askerlerce aşırı güç kullanılması, sonrasında yaşanan sürgünler elbetteki bu çağda kabul edilebilir şeyler değildir. Fakat yukarıda da bahsettiğim gibi dönemi kendi şartları içerisinde değerlendirirsek çekilen acılar belki biraz hafifler. Fakat burada önemli nokta şudur: İktidar ve iktidara yakın çevreler bu sefer de Dersim olayları üzerinden Mustafa Kemal Atatürk’e saldırmaktadırlar. Onu adeta diktatör gibi göstermektedirler. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül geçen yıl yaptığı bir konuşmada “Bugün eğer Ege’de Rumlar devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum, ama eski dengelere bakarsanız, bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır. Bugün dahi Güneydoğu’da verilen mücadelede bu ’nation building’de kendilerini mağdur sayanların katkısını, özellikle tehcir sebebiyle mağdur sayanların katkısını reddedemeyiz” demiştir. O gün bu açıklamalara sessiz kalan ve Bakanın bireysel görüşüdür Hükümetimizi bağlamaz diyen Başbakan neden bugün Onur ÖYMEN’ e saldırıyor. Esasen ÖYMEN’in sözleri üzerine bir bardak suda fırtına kopartılıyor. Ne yazık ki Türkiye bunu da gördü ve Atatürk’ü savunmak suç, isyan edenleri savunmak hak ve adil oldu. Sonuç olarak, Deniz BAYKAL bu noktada ÖYMEN’e sahip çıkarak doğru bir hareket yapmış, başkaları istiyor diye Genel Başkan Yardımcısını yanından uzaklaştırmamıştır. İkinci olarak, CHP Kürt ve alevi kökenli bazı Milletvekillerini bölgeye göndererek Öymen’in yanlış anlaşıldığını ve CHP’nin konuya yaklaşım tarzını halka anlatmalı ve seçmenin yanlış anlamadan doğan alınganlığını gidermelidir. Ahmet CEYLANLI
Yorumlarayhan karaca
{ 21 Kasım 2009 09:13:00 }
1.yazı için: Tanzimatla batılıların söylediklerine göre ülkemizi idare etmeye başladık. 80 yıl içinde koca Osmanlı devletini yıktık. Onun için Atatürk "Hangi bağımsız devlet vardır ki yabancıların planlarıyla yükselsin? Tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir." demişti. Bu meseleler batılıların telkin ettiklerinin tam aksini yaparak çözülür. Atatürk'ün siyasetine dönmeliyiz.
Diğer Sayfalar: 1. 2.yazı için: Beğendim. Çok teşekkürler...
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|