A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Başlangıç belirli ise

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 3 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 01 Kasım 2009 23:05:29

Tanım yapmakla belirleme yapmak ayrı şeyler: Tanım; bilmek-anlamak üzere önümüze koyduğumuz şeyi Bir'e getirmektir, yani onu çevresinden ayırarak isimlendirmektir. "Bir şeyin ismi ise, o şeyin bilinmesinin tanınmasının aracıdır" (İbni Arabî). Ele alınan olgu kesin sınırlarla çevresinden ayrılmadan onu bilmek olanaksızdır.

Belirleme yapmak ise tanımlanan şeyin içini doldurmak, onun niteliklerini ortaya koymaktır.
 
Bilme serüvenini sonsuz bir yolculuk olarak görmek gerekir. Sonsuza gider ama bir başlangıcı olmak zorundadır. Bilimler için başlangıç kolaydır, çünkü kendine bir alan belirler ve o alana dair bir nesneden hareket eder. Kimya elementi, biyoloji hücreyi, astronomi gök cisimlerini…
 
Tarih, psikoloji, ekonomi gibi tinsel bilimlerde sonuçta belirli bir alanı ele alırlar ve bu alandan herhangi bir olguyu başlangıç noktası yaparak yola çıkarlar. Örneğin Marx “Meta” dan başlar ve tüm ekonomik ve tarihsel çözümlemelerini bunun üzerine kurar.
 
Konu felsefe olduğunda durum değişir. Çünkü burada konu doğrudan düşüncenin kendisidir. Kısaca bileni bilmek diyebiliriz. Düşüncenin düşünülmesi; diğer tüm alanlardan en temel ayrım şurada yatar; konu ve konuyu anlamaya çalışan güç aynı; Düşünce.
 
Tinsel alanda başlangıç, kabul edilen bir doğru, sonuçlanmış bir yargıyla yapıldığı zaman bilimsel anlayış adına hiçbir adım atılamıyor. Hele söz konusu olan insan olduğunda durum daha da karmaşıklaşıyor. Çünkü önyargılar, geçmişin alışkanlıkları, çıkarlar, hayaller ve korkular gibi pek çok öznel duruş noktaları devreye giriyor.
 
***
 
Hayatın kendisi baştan sona iletişimden oluşur. İletişim ise kendinde olanı ötekine armağan etmektir. Eğer armağan yoksa otorite arayışı, güç dayatması, boyun eğdirme ve kendini yüceltme yanılgı ve yanılsamaları var demektir. İlişkilerin niteliğini kendi üzerimizden anlamak en güvenli ve etkili bir yoldur. Duyumsamalarda mantığın yeri yoktur, zihinsel çabalarla yaşanamayacağı gibi, yine zihinsel gayretlerle kendimizden uzaklaştıramayız.
 
Okuduğunuz bir yazıdan, dinlediğiniz bir müzikten ya da katıldığınız bir sohbetten sonra bir hafiflik, ferahlık gibi şeyler hissedersiniz. Bu his sizin elinizde değil, başınıza gelir. Tersi de geçerli; yaşadığınız bir ilişkiden sonra kendinizi kötü hissedebilirsiniz, sinirlenmiş bir durumda bulabilirsiniz, öfkelenmiş, alaycı ve küçük düşürme isteği ile dolu olarak da bulabilirsiniz.
 
İşte bu haller insanın kendi derinliğine tanık olması ve karşıdaki insanı anlaması için önemli fırsatlardır. Fakat çoğunlukla bu duyumsamaların akışına kendimizi teslim ederiz ve her duyumsamanın kendine göre akışına kapılıp gideriz. Bunlar içsel uyaranlardır aynı zamanda. Bu uyaranların doğasına uygun olarak tavır-duruş belirlediğimizde kendimizi son derece özgür ve irade sahibi olarak görürüz ki aslında tam tersidir. Burada bir özgürlük değil kölelik vardır; başına gelen “Hal”in itkisiyle yaşamak söz konusu olduğu için. Onun için asıl özgürlük kendinden özgürleşmedir. Derinden bakıldığında tüm dinlerin irfanı (anlayış) bunun üzerine oturur. Kadim bilgeliğin tüm çabası bunun içindir. Kendi bireyselliğine kavuşmak.
 
***
 
Anlamak, iletişimin olmazsa olmaz koşulu, ama bilgilenmek değil. Bilgilenmek haber almak, anlamak ise kendi deneyimlerinle birlikte haberi kendine katmaktır. Dönüşme-dönüştürme ancak bu yolla olur. Bunu (Dönüşümü) bir görevmiş gibi algılamamak gerekir, o zaten hayatın akışı içinde kendini bize dayatır. Daha doğrusu dönüşüm bizlerin üzerinden kendini gerçekleştirir. Biz derken temel olarak anlayışımızı, düşünme biçimimizi başka bir deyişle mantıksal yöntemi kastediyorum. Dönüşmek dönüştürmektir de, bunun yolu da iletişim; iletişim ise anlama-anlaşılma sürecidir.
 
Bütün bu akış içinde önemli olan bireyin yerinin ne olacağıdır. Daha açık söylersek iletişimin nasıl kurulacağıdır. Yaşamımızda en önemli yer tutan olgular dilimize en çok dolanan sözcükler biçiminde ortaya dökülür. Sevgi, aşk, özlem, özgürlük, dostluk gibi; iletişim de bunlardan birisi. Böylesine değerli kavramlar yaşamımızda az olduğu ölçüde dilimizde o ölçüde çoğalıyorlar, sanki aralarında ters orantı varmış gibi.
 
İletişim ilk elden insanın kendini ifade etmesi olarak görülür. Bir söylem varsa bu, bir dinleyene yönelik demektir. Söylediklerimizi sadece birisine ulaştırmakla yetinemeyiz, onun yankısını da almak isteriz ki, böylece “iletişim” çemberi tamamlanmış olur. Söylem bir yolculuk yapar, bir ağızdan çıkıp, bir akla ulaşır ve oradan yankısını alarak kendini tekrar görme fırsatını yakalar.
 
Fark ediyorum, lafı çok uzattım, konuya bir çırpıda girme becerisi gösteremiyorum. Şu nokta dikkat çekici; insanlar kendilerini ifade ederken neden başkasının hatasını,  yetersizliğini, dikkatsizliğini büyük bir iştahla, acımasızca kullanıyorlar? Ya da bir söylem (Politik, sanatsal, felsefi, …) karşısında duruş belirlerken neden kendi sabit dayanaklarını ölçü alıyorlar? Bu durumda bir iletişim, düşünsel bir üretkenlik, olumlu insani bir duygu üretmek mümkün mü?
 
Neden ufak-tefek kusurlar, bu kusurların kat kat fazlasına karşılık gelen “düzgün” şeylerden daha çok dikkat çeker?
 
Bunun temelinde yatan nedir?
-Kıyaslamalı düşünme biçimi mi?
-Kendisinin o kusuru işlemeyecek kadar yetkin olduğunu zannetmek mi?
-Bir hata karşısında yeni bir şey söylemeksizin ve böylece hiçbir sorumluluk üstlenmeden kolayından “bilgiçlik” yaşamak mı?
-Yoksa hayatı kusursuz bir bütün, pürüzsüz bir yüzey olarak algılamak istediği mi?
 
Sorular çoğaltılabilir, yanıtlarını ben de tam olarak bilmiyorum, ancak bu tutumun hiçbir şeye yaramadığını biliyorum. “Hani ağzının payını vermenin” nefse hoş gelen bir yanı var, ama insan olmaklığa uygun olamayan…  Şu açık; bir insanı, bir düşünceyi, bir önermeyi küçük düşürmek, küfretmek, alaya almak bunu yapanı da bence aynı düzleme taşır. Bir başka yan; her insan, her ilişki, her söylem yaşamın gizemine açılan bir kapı, bizi hep yeni arayışa iten, anlayışı derinleştirmeye yönelten, anlamaya ve deneyimlemeye heveslendiren bir nimet de olabilir.
 
İnsan kendini bir özelliği, bir yetisi, bir aidiyeti; inancı, alışkanlığı ve sahip olduğu şeylerle kolayca özdeşleştirebiliyor. Özdeşleştiğimiz şey bizi ele geçiriyor. Öylesine ki, özdeşleştiğimiz şey artık bizim onurumuz, bizim güvenlik dayanağımız, toplumsal saygınlığımız, varoluşsal anlamımız haline geliyor. İnsan ne zaman “ben şuyum, ben buyum” dese işte orada Ego oluşmuş demektir. Bu durumda kendimize sabit noktalar oluşturmak zorunda kalıyoruz. İnançlar, ideolojiler, geçmişten gelen alışkanlıklar, kültürel değerler, zanlar ve içimizde oluşturduğumuz ilahlar. Bunlar birer savunma mevzileri olduğu gibi saldırı silahı haline de geliyor.
 
Bu sabit noktalar deyim yerindeyse bizimle dışımızdaki insan arasında bir mesafe yaratıyor, bir atmosfer oluşturuyor. Okuduğumuz, duyduğumuz, gözlemlediğimiz her şey bu atmosferden geçerek bilincimize geliyor. Işığın bir ortamdan bir başka ortama geçerken kırılması gibi. Olgularda bilincimize bu sabit duruş noktalarımızdan, aklımızın gözetleme kulelerinin denetiminden geçerek ulaşıyorlar. Böylece zaten bize ulaşıncaya kadar epeyce çarpıtılmış oluyorlar. Akıl kalıplarımızda (inançlar, sabit doğrular, ideolojik ilkeler) hazır ise bir de bu kalıplara dökülüyor ve böylece dışarı çıkıyorlar.  
 
Bu durumda kim kimi nasıl anlayacak? Birbirinden farklı düşünen insanların karşılıklı diyaloglarını birazcık izlediğimizde (eğer birkaç adım devam edecek gücü kalmışsa) söylemlerin nerelere vardığını görmek zor değil.
 
Kendimizce her birimiz bir hoşgörü ocağıyız, anlayış ve şefkat timsaliyiz, özgürlükçüyüz, farklılıklara karşı tam bir sevecenlik ruhuyla donanımlıyız… Ama çıkarlarıma, inançlarıma, benim doğrularıma, benim hayallerime, benim beklentilerime, benim olan herhangi bir şey ters düşmemesi koşuluyla!
 
Sevgili İsa’yı anmanın yeri: “Düşmanlarınızı da sevin”, yani hayatta size ters gelen şeylerde yaşamın bir gerçeği onu kabullenin demek istemişti. Demek öyle ha…? Getirin çivileri. Baş kâhin Kayafa’lar her zaman olmaya devam edecek, bu varoluşun bir gerçeğidir. Bireysel varlığımız ve toplumsal dünyamız hep bu çatışkılarla yol alıyor. İnsan insanlığının tüm güzelliğini ve gücünü kendinde bir yeti olarak taşıyor. Bu hakikat insanın içini umutla dolduruyor.
 
Kuran’a göre Hz. Muhammed üzerinden Allah da şöyle söylüyor: “Rahmetim gazabımı geçecektir”.
 
 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 3 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

aykut kilitcioğlu { 26 Kasım 2009 17:07:17 }
ben olmak,genel kültür ve gelişmişlikle değişkenlik ve durağanlık.bazende kendini kapatmak,sanki kilerle dolu olmadan çarpıcı yüzleşmeyide barındırıyor. cesur olmak cesaret sahibi olmak,ilkellikle özdeşleşiyor.öyleya geri adım atmayı marifet sanan bir düşüncenin egemenliği hayatın her alanında kendini yükseltiyor.okuduklarımızdan ne anladığımızıda sorgulamakla beraber,payımıza düşenide yüceltip çoğltmak,bize nasıl döneceğinide merakla bekliyorum.izninle facebookta paylaşıyorum yazını.selamlar.yazmadan geçemeyeceğim çok yıllar önce bir gece vakti çimenlerde uzun uzun yatıp gökyüzünü yıldızlrı seyredip arsız düşüncelere sahip aramıştık.teraziyi sorgulayıncada olmuyor.
mustafa alagöz { 02 Kasım 2009 14:58:18 }
Böyle irdeleyici, yol açmaya dönük çabalar, yazılar çok önemli. Bu yazıyı yazan (M. Alagöz) insanları konu edinmemeye özen gösterir. Daha çok anlayışları, düşünme metodlarını anlamaya çalışır.Bu yazıda şuna dikkat edildi: Bir tavır belirlerken bizdeki itici güç nedir?Benim derdimde bu sevgili Deniz; hep bakacak ayna arıyorum.
deniz kizi { 02 Kasım 2009 05:58:38 }
"Neden ufak-tefek kusurlar, bu kusurların kat kat fazlasına karşılık gelen `düzgün` şeylerden daha çok dikkat çeker?"

Sevgili Mustafa, bu soru aslında soruna değil sonuçlarına dikkat çekiyor.

Sen de biliyorsun, aşkın gözü kördür de derler. Çünkü insan sevdiğinin kusurlarına aldırmaz. Görmez, duymaz, bilmemezlikten gelir. Hepimiz yalnızca kusurları görsek hiç bir zaman arkadaş, dost edinemeyiz, kahramanlarımız, yol göstericilerimiz olmaz.

Sanırım, soruyu, "neden bazı insanların kusurları düzgün işlerinden çok daha fazla dikkat çeker, ya da tepki alır" diye sorarsak daha gerçekçi olur.

Fakat bu soruyu sormadan önce, belli ki bir varsayımda bulunuyoruz. Sorunun varsayımı sanırım şu: Bazı önemli insanların, ufak tefek kusurları yaptıkları düzgün işlerine göre çok önemsizken, neden diğer insanlar bu kusurlara yoğunlaşıyor, düzgün işlerine değil.

Bunun hiç bir ince felsefik açılımını yapmadan da yanıtı var. En büyük neden, kıskançlık. Ya da herhangi bir siyasi ya da ekonomik nedenle onları "gözden düşürerek" kendine çıkar sağlamaya çalışmak.

Peki, sevgili Mustafa, ya sorunun varsayımı yanlışsa.... Söz konusu önemli insanların ufak tefek görünen kusurları, yalnızca yaptıkları çok düzgün görünen işlerle birlikte değil de, diğer "eylemleri, girdikleri ilişkiler, sağladıkları ayrıcalıklar, çıkarlarla" birlikte değerlendiriliyorsa. Ve onlar, ufak tefek kusurlu yaptıkları büyük işlerle sağladıkları ayrıcalıklarla her yerde sürekli boy gösteriyor, yeni yeni ayrıcalıklar kazanıyorken, benzer değerler üreten diğer kişiler ötelenip duruyorsa...

Bizler, büyük bir cehalet uygarlığında, sevginin tüketim aracına dönüştüğü, kendin olarak sevilmenin değerli olmanın yaşanmadığı bir ortamda, değer duygumuzu başkalarının bize sağlamasını bekleyerek yetiştik. Bu kökten yanlıştı fakat. Fakat değer yargıları yozlaştırılmasaydı, yaptığımız işler, kendi değerleri ile görülme şansına kavuşsaydı, belki de kendimizi ötelenmiş, dışlanmış, değersizleştirilmiş duyumsamayıp, önemli kişilerin ufak tefek kusurlarına atlamayacaktık.

Yalnızca kıskanç olduğumuz için değil, bir adalet duygusuyla da, biz, sıradan insanlar, incinir, dışlanır, ötelenirken; toplumun önüne çıkan insanların bunu gerçekten de hak etmesini istiyoruz. Daha bir duyarlı oluyoruz. Böyle olmadığında da, bazan dilimizi ısırıyor, bazan da o dili kullanarak onları ısırmaya çalışıyoruz.

Lütfen sen çok üzülme bizim bu durumumuza. Biz acılarımızı çekecek, kendi değerimizi kendi içimizde bir şekilde, zamanın bir yerinde bulacağız. Isırmaya çalıştığımız insanlara da üzülme, onlar bizi duymayacak kadar yükseklerdeler zaten.

Çok isterim, biz incinmiş, başkalarının önemsiz kusurlarına takılarak egosunun tuzaklarına düşmüş insanlara tuttuğun aynayı, önemli işlerle toplumun önüne çıkmış, yüceliğini uygarlığımızın sağladığı tüm araçlarla, büyük bir özveriyle, eli bollukla sunan o önemli kişilere de tut.

Bizler onların ufak tefek kusurlarından ötesini göremiyoruz. Tüm samimiyetimle yazıyorum. Sana inanıyorum. Lütfen aynanda göster o insanları. Armağan et.

Nasıl gösterirsen öyle görmeye çalışacağım.


deniz kizi
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git