Esmer, saçları dökülmüş, uzun alevi bıyıklı, ağır ağır Belvar aksanı ile konuşan, gülmeyen bir adamdı. Bir bacağını savaşta yitirmiş, takma bir bacakla idare ediyordu. Otururken takma bacağı öne doğru uzanır, yatarken de yatağının yanında kendine paralel olarak uzanmış olurdu.
Belvarlı Topal Mehmet Ağa
Bahtiyar babamın asker arkadaşı. Atının üstünde hep geçermiş bizim sokaktan. Nasılsa hiç karşılaşmamışlar.
Meğer bu geçiş Pazartesi günleri oluyormuş; Merzifon pazarı da hep pazartesileri kurulurdu. Bir gün babam da çenenin başında otururken Mehmet ağa akşam üzeri pazardan dönüyormuş, göz göze gelmişler.
Kamil, sen misin?
Mehmet sen misin?
Diyende, atının gemine asılmış Mehmet ağa.
O günden sonra Mehmet ağa bize uğramadan geçmez oldu. Bazı geceler kalırdı da.
Esmer, saçları dökülmüş, uzun alevi bıyıklı, ağır ağır Belvar aksanı ile konuşan, gülmeyen bir adamdı. Bir bacağını savaşta yitirmiş, takma bir bacakla idare ediyordu. Otururken takma bacağı öne doğru uzanır, yatarken de yatağının yanında kendine paralel olarak uzanmış olurdu. Çelikten yapılmaydı, ayağına da sol ayağının ayakkabısının eşi geçirilmişti.
Çocukluğumda ne zaman Tanrıyı gözümün önüne getirmeye çalışsam veya Tanrıyı düşünsem Topal Mehmet emmiyi görürdüm bulutların üzerine oturmuş, bir bacağını da görkemle uzatmış olarak.
Çekinirdik ondan. Bilgiççe konuşurdu. Bahtiyar, derdi, gece tırnağını kesmeyeceksin, gündüz keseceksin. Şayet kesmek zorunda kalırsan, ayağının küçük parmağından başlayıp baş parmağa doğru keseceksin.
Topal Mehmet emmimin bizim evde gecelediği akşamlar babamla ikisi karşılıklı savaş anılarını anlatırlardı. Özellikle Sarıkamış bozgunu başlıca konularıydı; Mehmet emmim bacağını orda kaybetmiş: Ruslarla savaş başlamış yine, babam sipere girmiş başlamış ateş etmeye, derken Rusun attığı bir kurşun gelmiş namlının ucuna vurmuş; vay anasını var bunda bir gariplik demiş, Bahtiyar çavuş ve ateş etmekten geri durmuş.
Çok şeyler anlatırlardı; çocukluk işte, not almak kimin aklına gelirdi! Dinleyip geçtik. Uyku bastırırdı bir süre sonra zaten.
Bazen da Mehmet emminin köyüne giderdik. Altı ahır olan büyük bir evleri, koyun sürüleri vardı, ekşimtrak koyun yoğurdu yerdik.
Sadık, Hakkı, Mıstık adında üç oğlu, bir de kızı vardı. Sadık en büyükleriydi. Hakkı ile Mıstık bana yakın yaşlardaydılar. Beş sınıf bir arada okutulan köy okullarına, onlarla dinleyici olarak giderdim. Çocukların evlerinden getirdikleri odunlar yakılarak ısıtılırdı okul.
Brlikte Mikadonun çöpleri oyununu oynardık. O zamanlar bu oyunun aynı zamanda bir Japon oyunu olduğunu bilmiyorduk.
Büyük bir köydü, Belvar. Eğlenceli bir konuşma biçimleri vardı, Bevarlıların, heceleri uzatarak, ezerek... Bağları vardı.
Çok çok yıllar sonra, ne de güzel bir kaçak rakı içmiştik o köyde.
Notlar:
Öykünün resimleri 25 Ekim 2009 tarihinde, öykünün birer parçası olarak suluboya ile yapılmıştır.
* Çene: sokak köşesi