|
Çocukluk ArkadaşlarımKategori: Bir Ressamın Yaşamı | 1 Yorum | Yazan: Cemil Eren | 17 Ekim 2009 23:11:50 Nihat. İlk Ölüm acısı: Nihat karşı komşumuz berber Hüseyin'in oğlu idi. İki ablası bir de erkek kardeşi vardı. Aynı yaştaydık. İyi anlaşırdık, birlikte oynardık. Onun babasının geliri belki bizden biraz daha fazlaydı. Evlerine elektrik almışlardı, arada bir Nihat'a oyuncak da alınırdı.
Cumhuriyet bayramında babası bizi gece fener alayına götürdü. Hükümet’in yanındaki parkın kenarındaki duvarın üstünden kutlamaları seyrediyorduk, Nihat’a mantar tabancası alınmıştı, cebinden çıkarıp çıkarıp onunla oynuyordu; bir ara benim elimde tutmama izin vermişti; mantar tabancasına sahip olmak güzel bir şeydi. Bir süre onlarla birlikte oyalandıktan sonra onlardan ayrılmıştım. Ana caddede yokuş aşağı koşmaktaydım, birden bir adam bana saldırdı, başladı dövmeye, ne olduğunu anlamadım; kendimi ellerimle korumaya kalksam da dayak yemekten kurtulamıyordum. Adam hırsını aldıktan sonra bırakıp gitti... Nihat’la Marınca yönündeki bağlara doğru yürüyorduk bir gün, bir amacımız yok, konuşa konuşa bağların arasından geçen yolda yürüyorduk. Mehmet emmim de bağ bekçisi: ona rastlar mıyız diye de bir endişe vardı içimde. Derken karşımıza çıkmaz mı? İkimiz de durduk kaldık. Nere gidiyorsunuz? Demesiyle bende panik başladı, şimdi bize girişecek diyordum. Hemen bir neden bulmam gerekiyordu, Nihat’ın annesi bir şeyler istedi de... Dememle, Nihat’ın anasına öyle bir küfür savurdu ki, yerin dibine geçtim. Hadi siktir olun buradan! Diye bağırınca, geri dönüp süklüm püklüm ayrıldık. Nihat’a karşı nasıl mahcup olmuştum, anlatamam. Nihat hiç sesini çıkartmadı. Karşı gelsek, Mehmet emmi bizi iyice pataklardı. Nihat bundan dolayı bana küsmedi, hiç bir sitemde bulunmadı. İlk okul dörtteydim sanırım. Nihat hastalandı, yatağa düştü, okula gidemiyordu. Arada uğruyordum, bazan o beni çağırtıyordu. Bir gün elindeki futbol topunun iç lastiğini almıştım ondan. Okula götürdüm, şişirip oynadık arkadaşlarımla. Okul çıkışında Osman adındaki bir arkadaşım yalvardı. Bizde topun derisi var, içi yok, ver şunu bu akşam mahallemizde oynayalım, yarın getiririm. Benim değil veremem. Fakat o kadar ısrar etti ki, Nihat bunu istemez belki deyip, verdim. Eve gelince, Nihat’tan bucak bucak uzak durdum. Yarın nasıl olsa alır geri veririm, diye düşünüyordum. Düşündüklerimin tam tersine annesi gelip lastiği Nihat’ın istediğini söyledi. Koşarak Osmanların mahallesine gittim, niye verdim diye kendime kıza kıza. Osmanların mahallesi Merzifon’un alt başında. Bir meydanda çocukların top oynadıklarını görünce onlara doğru gidip, Osman’ı buldum, ya vermezse diye bir korku içimde. Oyun yarıda kaldı diye bozuldu, ama yine de topu yakaladığı gibi söndürüp, lastiği çıkartıp verdi. Bu kez eve dönerken Nihat’a kızdım içimden, istedi diye. Nihat’ın hastalığı geçici değilmiş. Hayalarının şiştiğini söylediler. Bir kaç gün sonra öldüğünü duydum. Çocukluğumun ilk ölüm acısını yaşadım. Giysilerini bana vermeyi teklif ettiler, ama almadım. AĞABEYLERİM Kadir : Kadir ağabeyimin düğünü, bir mecburiyetti. İstemeye istemeye evlendi. Anamgilin oturduğu ev İskender Haki beyden satın alınmış, parasının bir kısmı ödenmiş, gerisi kalmıştı. İskender Haki bey, Kara Mustafa Paşa ilk okulunun baş öğretmeni ve babamın çocukluk arkadaşıydı. Babamla birlikte idadiyi bitirmişler, ikisi de İstanbula gidip öğretmen okulunda okuduktan sonra öğretmen olmak istemişler. İskender bey gitmiş fakat dedem babamı yanından ayırmamak için göndermemiş. İskender Haki beyin iki kız kardeşi varmış; biri Alıcık nahiyesinden Ali yılmazla evlenmiş, iki kız çocuk doğurduktan sonra ölmüş. Diğeri Melek hanım, İdrisler derler, dedeler sülalesinden Rıza efendi ile evlenmiş. Rıza efendi ölünce de dul kalmış. Dul kaldığı yılı anımsıyorum. Melek hanımın çocuğu da olmamış Rıza efendiden. Çocuksuz dul, İdrislerin evinde kalamaz olmuş, ağabeyi Haki beyin evine dönüp gelmiş. Bundan dolayı da anamda büyük bir telaş başlamıştı. Melek hanım ya evi isterse, burada oturacağım derse! Evin borcu ödenmediği için tapusu da alınamamış. Anam çareyi Melek hatunu oğullarından biriyle evlendirmekte bulmuş. Önce Haydara alınmak istenmiş; ama Haydar şiddetle karşı koyunca Kadir’e dönmüşler. Melek hatun da Kadiri daha çok beğenirmiş. Hatırlıyorum Kadir ağabeyim istemedi evlenmeyi; zaten yaşı da küçüktü. Anam ağlaya yalvara razı etti. Önce yaşı büyüttürüldü. Sonra düğün, anamın evinin avlusunda yapıldı. Sağdan soldan sandalyeler bulundu, konuklar avluya sıra sıra oturdular. Kadire düğün için lacivert elbise diktirildi. Çamaşırlar ve elbise bohçalar içinde getirilip orta yere kondu; Damat donatılacaktı. Herkesin önünde don gömlekle görünecek, gömleği, elbisesi giydirilecekti. Her şey hazırdı ama Kadir abim yoktu! Kaçmış, bağlara gitmiş. Arandı, bulundu, getirildi. Sonunda güvey donatıldı. Birer birer büyüklerin ellerini öptü. Dualar edildi. Önce hangi nikahı kıydılar, anımsamıyorum. Direndiğini, herkesin içinde karşı gelip düğünü bozacağını söylemişti, ne yapıp edip onu yatıştırdılar. Böylece kendinden çok yaşlı olan Melek hatunla evlendirildi. Melek hanım eve gelin gelince anamın evsiz kalma korkusu da yok oldu. O sıralar Kadir ağabeyim Çakmakçı dükkanında çırak olarak çalışıyordu. Orta okul ikinci sınıftan ayrılmıştı. Çok çalışkan bir öğrenciydi. Kitap parası bulamadığından, kitap, defter alamadığından okulu bırakmak zorunda kalmıştı. Askeri orta okula benden evvel o gitmek istemiş fakat sağlık muayenesini kazanamamıştı. Öyle bir terslik olmasaydı çok başarılı bir subay olurdu. Sivil okullarda da okuyabilseydi yine çok parlak bir öğrenci olurdu. Çok zekiydi, çalışkandı. Haydar : Haydar ağabeyim orta okula yeniden başlamıştı. O da okulu bırakıp Malatya iplık fabrikasında çalışmaya gitmişti aylarca. Oralarda ne zorluklarla karşılaştığını döndükten sonra anlatmıştı. Bakımsızlıktan bitlenmiş, fabrikada çalışmanın zorluğunu gördükten sonra okumanın daha iyi olacağını kavramıştı. Bir yandan okula devam ediyor, bir yandan da ufak tefek işler yapıp harçlığını çıkarıyordu. Yaptığı işlerden biri iplik boyamaktı; dokuma tezgahlarında kullanılacak ipliklere renk veriyordu. Bir keresinde orta okul izcilerinin elbiselerini boyamıştı; haki olması beklenen elbiseler boyanın dozunu iyi ayarlayamadığından ya da taze ceviz kabuklarıyla da boyayabileceğini düşündüğünden olacak yeşilimsi kahve rengine dönüşmüştü. Beğenilmemişti ama yapacak başka bir şey de yoktu; çünkü Cumhuriyet bayramı çok yakındı. İster istemez kabul etmişlerdi. Kendisi de izci olmuştu. Bir gün sokağın köşesinde, Zehra annemle birlikte, yanımızda başkaları duruyorduk. Haydar ağabeyim aşağıdan ağrı sökün etmişti: Bize doğru geliyordu, evlerine gidecekti. Annem onu izci kılığında görünce, İt bizim ama üstündeki çul kimin, demişti. Bu söze bozulmuştum. Bazı sözler ve davranışlar aradan altmış yıl da geçse unutulmuyor. Buna benzer bir olay da Bahtiyar babamla geçmişti. Bankadaydık. Banka Müdürü İhsan Tekelioğlu densizlik edip babama bir soru yöneltmişti. Üçümüzdük, yanımızda başka kimse yoktu. Birden bire sordu. Bahtiyar efendi hangisini daha çok seviyorsun? Hasan’ı mı Cemil’i mi? Her ikisini aynı derecede, demesini bekledim. Bahtiyar efendi doğrucu olduğu için hiç duraksamaksızın, Hasan’ı dedi. Hasan yanımızda yoktu, ama yine de politik davranmayıp içindekini söylemişti. Bunu da hiç bir zaman unutamamışımdır. İkisini de aynı derecede seviyorum dese belki de unutup gidecektim. KIZLAR Mahallemizin yetişkin kızları, benimle doktorculuk oynayarak, bakımsız bahçelerin otları arasında, ıssız evlerin kapaklı dolapları içinde, bacaklarını açıp yatarak, erkekleşmenin ilk deneyimlerini yaptırıyorlardı. Heyecan veriyordu bunlar bana ama onların işine yarar durumda değildim. Henüz benim yaşım için çok erkendi böyle deneyimler. Elbette bunlar gizli kalıyor, kimselere anlatılmıyordu, yani ben anlatmıyordum; onlar anlatıyor olmalıydı ki gittikçe değişik kızlar çıkıyordu karşıma. Teklif hep onlardan geliyordu. Yaşamım boyunca da karşıdan teklif gelmedikçe kızlarla ilişkiye girmeyi denemedim.
Yorumlarnihat ziyalan
{ 18 Ekim 2009 02:53:18 }
ELİNE SAĞLIK
Diğer Sayfalar: 1. Cemil babanın resimlerine bayılırım. bartın-güzelcehisar''''''''da yaptığı resimler daha sergilenmedi. ama fotolarını gördüm. birer başyapıt. yazıları resimleriyle yarışıyor. gülümseten, hüzünlendiren yazılar. çünkü içten, samimi. bir de çocukluğumu görüyorum o heyecanlandırıcı yazılarda. eline sağlık ustacığım. sydney''''''''den dostlukla. nihat ziyalan
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|