Birkaç gün önce, 12 Eylül öncesi inancı, özveriyi, acıyı paylaştığım üç arkadaşla birlikteydim. Bilim ve teknoloji neredeyse onun peşinden gitmek gerektiğini savunuyor bu yüzden de ABD'yi yüceltiyor, yaptıklarını onaylıyor, Irak'ı işgalini bölgeye demokrasi ve özgürlük getirdiği için alkışlıyor; Türkiye'de ise AKP'yi ve R.T.Erdoğan'ı (demokrasi ve insan haklarının gelişimi adına!) yürekten destekliyorlardı.
Zaten Mustafa Kemal’de, İngilizlerin ve Padişahın onayıyla Samsun’a çıkmışmış. İngilizlerin istediklerini gerçekleştirmişmiş!..
Bu son yaklaşımları sözün bittiği yerdi...
Bu konunun ayrıntılarına gelecek yazıda değineceğim.Şimdi genel bir değerlendirme ile yetineceğim...
Kırgın ve kızgınım.
Kime mi?
Cumhuriyet ve onun başta laiklik olmak üzere tüm değerlerine saldıran, bugün yaşanan olumsuzlukların sorumlusu olarak Kurtuluş Savaşı’mızı kazanan ve Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal ve arkadaşlarını gören, bu Cumhuriyetin değerleriyle birlikte yıkılarak yeni bir yapılanmanın (artık Ilımlı İslam Cumhuriyeti mi olur, İkinci Cumhuriyet mi olur, Şeriat mı olur!) kurulmasını amaçlayan, bu yüzden de Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline dinamit koyan dincilerle etnik ayrılıkçıları demokrasi kahramanı olarak değerlendirip, peşlerine takılan “entel” takımına...
“Aydın” yerine “entel” sözcüğünü bilerek kullanıyorum.
Çünkü “aydın” aydınlanmadan yana olan demektir.
Nedir “aydınlanma”?
İnsan aklı, insanın inancını sorgulamaya başladığı an “aydınlanma” doğdu. Bu süreçte sayısız insan din ve kilise adına diri diri yakıldı.
Aydınlanma bu insan küllerinin üzerinde doğdu.
Bu günlerde,Osmanlı ancak zifiriden alaca karanlığa geçiyordu.
Gökyüzünün ağarması için, Anadolu’nun altını üstüne getirecek bir destanın yazılması gerekiyordu. Bu destanı da 20. yüzyılın başında Mustafa Kemal önderliğinde Kuvay-ı Milliyeciler yazdılar.
Adı “Türkiye Aydınlanması” olan bu süreçte, özgürlük ve bağımsızlıkla birlikte ümmet ve kul yerini vatandaş ve bireye bırakacaklardı...
İşte bu süreçten yana olanların adıdır “aydın”...
“Entel” ise bulunduğu konumun bile ayrımına varamayan, bindiği dalı kestiğinin farkında olamayan, karanlık güçlerin değirmenine su taşıyan, emperyalizmin maşası olduğunun ayırdına varmaksızın tüm bunları da “demokrasi” ve “insan hakları” adına yaptığını sanan aymazların adıdır...
Osmanlı döneminde “komprador alafranga” takımıydılar...
Kurtuluş Savaşı sırasında “mandacı”ydılar...
Şimdilerde ise “ikinci cumhuriyetçi”ler...
Globalleşmeye tapıyorlar...
Emperyalizme tam köleliği savunuyorlar...
Bağımsızlığı küçümseyen tavırlarıyla şeriatçı ve etnik ayrılıkçılara destek verip kraldan çok kralcılık yapıyorlar...
Peki Mustafa Kemal’e neden böylesine düşmanlar dersiniz?
“Sermaye Enternasyonalizmi”nin çıkarları uğruna “Bağımsızlık”a böylesi saldırmaları olmasın altındaki neden?
Çünkü ne diyordu Mustafa Kemal?
“Bağımsızlık ve özgürlük benim karekterimdir...”
Onlara göre Atatürkçü olmanın,ulusal mücadele ruhundan söz etmenin modası geçti...
Hele de bağımsızlıktan...
Ama o bağımsızlık ki kılıç hakkıyla kazanıldı...
Var mı öyle kolayından teslim edivermek?..
Yağma yok!..
Kan,barut ve ateş içinde doğan Cumhuriyet’i de,laikliği de,bağımsızlığı da koruyacağız...
Yanlışı varsa düzeltecek, eksiği varsa tamamlayacak, eleştiri gerekiyorsa eleştiri, özeleştiri gerekiyorsa özeleştiri yaparak gelişmiş bir demokrasiye taşıyacağız..
Bunu da askeri darbelerden en çok acı çekenler olarak, askeri darbelerin önüne dikilip, gerçek insan hakları ve demokrasi savunucuları olan ve “en gerçek yol gösterici bilim”i rehber edinen, onların “dinazor” dediği bizler yapacağız...