|
|
PerspektifKategori: Ayorum Güncel | 0 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 03 Ekim 2009 07:20:32 Suya sabuna dokunmazmış - Pis! | Özdemir Asaf... Zaman zaman internetten ilginç iletiler geliyor. Geçenlerde bunlardan biri dikkatimi çekti. Bir öğretmen öğrencisine bir ders vermek için şöyle bir soru yöneltmiş: "Bir bacadan iki kişi düşmüş: biri pis, biri temiz. Hangisi yıkanmaya gider?" Öğrenci "tabii ki pis olan yıkanmaya gider" diye yanıtlamış.
Öğretmen “bilemedin” demiş. “Pis olan temiz olanı görür ve kendisinin de temiz olduğunu sandığından yıkanmaya gitmez. Temiz olan pis olanı görür ve kendisinin de pis olduğunu sandığından yıkanmaya gider”. Öğrenci şaşırmış ve “bunu neden düşünemedim?” demiş. Öğretmen “bir kere daha soruyorum” demiş. “Bir bacadan iki kişi düşmüş: biri pis, biri temiz. Hangisi yıkanmaya gider?” Öğrenci “pis olan temiz olanı görür ve kendisinin de temiz olduğunu sandığından yıkanmaya gitmez. Temiz olan pis olanı görür ve kendisinin de pis olduğunu sandığından yıkanmaya gider” diye yanıtlamış bu sefer. Öğretmen “yine bilemedin” demiş. Öğrenci şaşırmış ve “nasıl olur?” diye sormuş. Öğretmen: “temiz olan odada bulunan aynaya bakar ve temiz olduğunu anlar, o yıkanmaz fakat pis olan aynaya bakar ve pis olduğunu anlar; o gider yıkanır” demiş. Öğrenci itiraz etmiş: “bana odada ayna olduğunu söylememiştiniz ki!” demiş. Öğretmen “bütün olasılıkları göz önünde bulundurmak gerek” diye yanıtlamış onu. Öğrenci bu yanıtı kabul etmek zorunda kalmış. Öğretmen “son kez soruyorum” demiş. “Bir bacadan iki kişi düşmüş: biri pis, biri temiz. Hangisi yıkanmaya gider?” Öğrenci, artık tüm olasılıkları bildiğinden emin bir şekilde: “eğer odada ayna bulunmuyorsa, pis olan temiz olanı görür ve kendisinin de temiz olduğunu sandığından yıkanmaya gitmez. Temiz olan pis olanı görür ve kendisinin de pis olduğunu sandığından yıkanmaya gider. Eğer odada bir ayna bulunuyorsa temiz olan odada bulunan aynaya bakar ve temiz olduğunu anlar, o yıkanmaz fakat pis olan aynaya bakar ve pis olduğunu anlar; o gider yıkanır” demiş. Öğretmen “yine bilemedin”diyerek son dersini vermiş. “Eğer bir bacadan iki kişi düşerse, nasıl biri pis olur da diğeri temiz kalır? İkisi de pislenir.” Kıssadan çıkarılacak hisse aman ola ki birilerine pis demeye çalıştığım olmasın. Yalnızca kafaları bir görüşe, bir yaklaşıma, bir dogmaya saplanıp kalanlara takılmak istedim. Perspektif dediğimiz olay, yâni bir şeye, bir olaya, bir kişiye hangi açıdan baktığımız, ne gördüğümüzü, ne düşündüğümüzü doğrudan etkiler. Resimde perspektif olayı ancak rönesans döneminde Avrupa’da ortaya çıkmıştı. Orta çağda yapılan resimlere bakarsak burnumuzun dibindeki bir kişiyle yüz metre uzaktaki kişi aynı büyüklükte görülür. İslâm ülkelerinde gelişen minyatür sanatı da öyledir. O eski güzelim Osmanlı minyatürlerinde de perspektif diye bir olay yoktur. Çünkü herşey mutlaktır, bakış açısı önemli değildir. Rönesans öncesi Hıristiyan uygarlığında da öyledir. Dinin mutlak hakimiyeti, dinin buyurduklarının mutlak doğru kabul edilmesi Hıristiyan dünyasında yüzyıllar sürmüş, bunların bakış açılarından yalnızca bir tanesi olduğunun, başka bakış açılarının, başka yaklaşımların olabileceğinin kilise tarafında kabul edilmesi yüzyıllar almıştır. Ve bu yüzyıllar süresince kıral-kilise ikilisi tarafından dinî buyruklara ters düşen düşünceler yasaklanmış, insanlar işkence görmüş, diri diri yakılmış, resmen “anaları ağlatılmış”tır. Daha yakın tarihe kadar ABD’de insanın başka canlılardan evrimleşerek ortaya çıktığı gerçeği mahkemelere konu olmuş, bunu öğreten öğretmenlerin başı olmadık belâlara girmiştir. 17. yüzyılda yaşayan İrlanda başpiskoposu James Ussher (1581-1656), Tevrat ve İncil’deki söylemlere dayanarak dünyanın, evrenin, herşeyin Milâttan Önce 4004 yılında 23 Ekim Pazar günü yaratıldığını, Adem ile Havva’nın Milâttan Önce 4004 yılı 10 Kasım Pazartesi günü cennetten kovulduğunu hesaplamış, Nuh’un gemisinin Milâttan Önce 2348 yılı 5 Mayıs Çarşamba günü Ağrı dağının tepesine oturduğunu savlamıştı. (denizden 5165 metre yüksekte bulunan Ağrı dağına geminin oturması için yeterince su var mı dünyada?) Ussher’den sonra bilimsel yöntemlerle bulunan yüzbinler yaşındaki fosiller bugün halâ o kafada olanları ikna edememekte, bu kişiler fosillerin M.Ö. 4004 yılında herşeyi yarattığı zaman Allah’ın bu fosilleri de oralara koymuş olduğunu savunabilmektedirler. Avustralya Aborijinlerinin 40,000 ya da 60,000 yıllık tarihlerinin M.Ö. 4004 yılına ne denli aykırı olduğu göz ardı edilebilmektedir. Ancak bu kafadaki kişiler Hıristiyan dünyasında (belki ABD hariç) alay konusu olmaktadır. Bunu da insanlık rönesans ile gelen aydınlanma dönemine borçludur. Doğal olayları, doğal felâketleri Allah’ın gazabı ile açıklayanlar, rüyalardan medet umanlar varsa da bunlar Batı’da bilimsel araştırmaları, bilimsel yaklaşımları önleyecek güçlerini artık yitirmiş bulunmaktadırlar. Danny Nalliah adlı bir papaz Victoria’daki son yangınlarla ilgili olarak şöyle demiş: “rüyamda her yerin alev alev yandığını gördüm. Uyandığımda Kutsal Ruh bana bu rüyayı Avustralya’nın, özellikle de Victoria eyâletinin kürtajı yasal kılması yüzünden Allah’ın artık Avustralya’yı korumaktan vazgeçtiği şeklinde yorumladı. İncil apaçıktır. Allah’ın himayesinden çıkar, sırtınızı O’na dönerseniz şeytanın sizi mahvetmesi için hedef haline gelirsiniz. 170 kişinin öldüğü, 750 evin yandığı bu felâketten sonra dua edip oruç tutarak Allah’ın şefaatine sığınıyoruz”. Demek ki yangın tehlikesini azaltmak için tedbir, itfaiye, güvenli yerlere ev yapmak, sigorta falan hepsi fasarya. Dua edin, oruç tutun, kürtajı, evlilik dışı seksi, eşcinselliği yasaklayın, yangın mangın olmaz artık. Ve bu adam, rönesansın getirdiği aydınlanmadan 300 yıl sonra Avustralya’da yaşayan bir papaz. İslâm’da reform mu demiştiniz?
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|