|
Benlik ÖzerkliğiKategori: Kul / Özerk Benlik | 1 Yorum | Yazan: Prof. Dr. M. Orhan Öztürk | 02 Ekim 2009 08:29:29 Toplumumuzda daha çok ülkenin, ülke ekonomisinin, yargının, üniversitelerin ya da bir başka önemli kurumun özerkliğinden söz edilmekte, özerkliğin kazanılması ve korunması yasal bir sorun gibi görülmektedir. Bireysel benlik özerkliği kavramı üzerinde durulmamaktadır. Oysa, bir toplumun, bir kurumun bireylerinde temel bir kişilik öğesi olarak özerklik duygusu yerleşmiş olmalı ki toplum ya da kurum özerk olarak varlığını sürdürebilsin.
"Fikri hür, vicdanı hür" bireylerden oluşan bir toplum özlemiyle Özerklik, beylik tanımıyla kendi kendini yönetebilme durumunda oluş anlamına gelir. Bu tanımda 'kendi' deyince, 'kendi' ile 'kendi olmayan' ayırt edilmekte, arada sınır çizilmektedir. Bu sınır, beni ötekinden ayıran, bana "ben benim, o odur" dedirten sınırdır. Kişileri, toplumları özerklik aramaya iten gücün kaynağı yaşamı sürdürebilme, varlığı koruyabilme gereksinimidir. Sınırlarına saldırıldığında özerk ülke, kurum ya da kişi kendini bir yok edilme, yok olma tehlikesi içinde görecek, özerkliğini korumaya çalışacaktır. Özerkliği koruma güdüsü bireyin kendi varlığını, canını koruma güdüsü ile birliktedir. Burada benlik özerkliğinden söz ettiğimize göre kısaca benlik kavramının da tanımını yapmak gerekir. Ruhçözümsel (psikanalitik) anlamda benlik (ego) deyince bireyde dış dünyayı algılayan, dış dünyanın koşulları ile bireyin iç dünyasındaki dürtüleri, istekleri, yasakları değerlendiren, çevreye uyum yapılmasını sağlayan tüm işlevleri içeren soyut bir ruhsal yapı anlaşılır. Bir başka deyişle benlik, kişinin dış ve iç dünyanın gereklerini ve gerçeklerini tanımamızı, bunlara göre davranmamızı sağlayan işlevlerin tümüdür. Bu işlevler arasında algılama, algılanan uyaranlar arasında bağlar kurma, neden sonuç ilişkilerini belirleme, bellek, gerçeği değerlendirme, uyum için eyleme geçebilme gibi yetiler sayılabilir. Örneğin, gerçeği değerlendirme, neyin bizim dışımızdaki dünyada, neyin bizim düşlemlerimizde, düşüncelerimizde olup bittiğini tanımak, ayırt etmek yetisidir. Bu yetiler ve işlevler, insanda evrimsel (filojenetik) gelişme ile ilgili olan olgunlaşma (maturation) ve öğrenme ile ilgili olan bireyleşme-toplumsallaşma süreçlerinin birbirini etkilemesiyle gelişir. Olgunlaşma (maturation) organizma içinde evrimsel olarak kazanılmış, doğuştan varolan gelişmemiş yetilerin öğrenme olmaksızın kendiliklerinden gelişmelerine ve varabilecekleri düzeye ulaşmalarına denir. Örneğin, daha önce yürüme eğitimi görse de görmese de insan yavrusu ortalama 12-14 aylık iken yürümeye başlar. Yürüyebilme yetisi, evrimsel olarak önceden saptanmış; öğrenmeden bağımsız bir gelişmedir. Bireyleşme-toplumsallaşma ise çevrenin sağladığı öğrenme, eğitim ve yaşam deneyimleri ile bireysel davranışların biçimlenmesi, toplumsal davranış örüntülerinin oluşmasıdır. Örneğin, konuşabilme çocuğun doğal yapısında evrimsel olarak yerleşmiş iç-kökenli (endojen) bir davranış yetisidir. Uygun gelişme çağına erişince normal çocuk normal koşullarda aşama aşama konuşmayı sökecektir. Fakat hangi dili konuşacağını ana-baba ve toplum saptar. Konuşulan dilin türü öğrenme ile belirlenir. Benlik deyince somut bir beden bölgesi ya da yapısı anlaşılmamalıdır. Bu kavramın içinde bireyin kendi varlığının bilincinde olması vardır. Yunus Emre’nin “bilim kendin bilmektir”, “bir ben vardır, bende benden içeru” gibi dizelerindeki “ben” ve “kendi” kavramları çağdaş ruhbilimde benlik olarak tanımlanmakta, incelenmektedir. Benliğin özerkliği deyince ne anlıyoruz? Özerklik kavramını tanımlayabilmek için özerklikten yoksun olmanın ne anlama geldiğini bilmek yerinde olur. Bir ülkenin özerk olmayışı, nasıl sınırlarının bir başka ülkenin sınırları ile karıştığı, o ülkenin sömürgesi olduğu, ona bağımlı olduğu anlamına geliyorsa, benlik özerkliği kavramında da böyle bir durum vardır. Yani benliğin özerkliğini kazanabilmesi için, bağımlı olduğu nesnelerden, kendine egemen olabilecek, sınırlarını zorlayacak bir takım güçlerden, göreceli olarak, bağımsızlaşması gerekecektir. Bu güçler nelerdir? Bu güçler bireyin dış ve iç dünyasında bulunan ve benlik gelişimini etkileyen ilişkilerdir. Hayvanların çoğu, güçlü üçgüdüsel yapıları ile, doğumdan kısa süre sonra kendi yaşamlarını sürdürebilecek duruma gelirler. İçgüdüsel yapısı zayıf, ama gelişme gizilgücü yüksek olan insan yavrusu ise, ona uzun süre bakım verilmedikçe kendi varlığını sürdüremez; bu nedenle yaşamın ilk yıllarında kendine bakım veren kişilere (anne ya da anne yerine geçebilecek kişiler) ileri derecede bağımlıdır. Bu bağımlılık insanda yıllarca sürer. Ancak, ikinci yaşından başlayarak çocuk, kendi isteklerini, kendi seçimlerini algılamaya, bunlarla çocuksu özerklik denemelerine girişebilecek güçleri kazanmaya başlar. Örneğin, 2-3 yaşlarında dışkısını tutabilmek, istediği zaman bırakabilmek gücünü kazanır; kendisini zorlayanlara karşı bu gücü silah olarak kullanabilir. Örneğin, yemek yedirmek için sürekli zorlamalar yapan anneye karşı direnebilir, ağzını kapatabilir. İnsan gelişiminde kendisini özerkleştirebilecek, özerk bir benlik oluşturabilecek yapılar ve güçler evrimsel olarak kendisine sağlanmış bulunmaktadır. Bunlar, yukarıda belirtildiği gibi bireyin doğuştan varolan bilişsel, duygusal, devinimsel yetileridir. Bu yetiler insanoğlunun evrimsel gelişiminde kazanılmışsa da, bunların gelişmesinde, olgunlaşmasında çevrenin, öğrenmenin büyük yeri vardır. Özerk benlik duygusu, bireyin kendi kendisine sınır çizebilmesi, kendi varlığının öbür varlıklardan ayrı olduğunu algılayabilmesi ile başlar. Çocuk daha anne memesinden kesilirken, konuşmaya, yürümeye başlarken, anababa ve benzerleri gibi koruyuculardan, doyuruculardan ayrı bir varlık olduğunu giderek öğrenir. Doğumdan sonraki ikinci yıl içinde çocuk, yavaş yavaş kendi yetilerinin, kendi isteminin, seçim yapabilme gücünün ayrımını algılamaya başlar; giderek kendi benliğinde çevreye uyum için bağımlı olmanın dışında da seçeneklerin bulunduğunu sezme yetisi belirir. Benliğin sınırlarının çizilmesi, bir başka deyişle ayrılaşma ve bireyleşme yıllar boyu sürer. Gençlik çağında yoğunlaşır, özerklik için verilen savaşım güçlenir. İnsanoğlu yetişkin yaşamda kendisine bakım veren çevresinden (anababa ve benzerleri) ne denli bağımsızlaşırsa bağımsızlaşsın, bu bağımsızlaşmanın sağladığı özerklik duygusu sınırlıdır; başkalarına da gereksinim duyar; çocuklukta bağlandığı kişiler, bağlandığı bir çevre, değişik derecelerde, hep vardır. Bir başka deyişle, dış dünyadan özerklik görecelidir. Bunun gibi, insanoğlu çocukluğun ilk yıllarında dürtülerine, gereksinimlerine ileri derecede bağımlıdır. Bebeklik çağında çocuğun davranışları büyük oranda dürtüseldir, yani içsel gereksinimlerine bağlıdır. Örneğin acıkmışsa, bütün organizma bu açlık dürtüsünün etkisi altında tepki gösterir. Zamanla çocuk, beklemeyi, dürtülerini, gereksinimlerini, isteklerini ertelemeyi öğrenir. Bireyin dürtülerini, gereksinimlerini çevredeki duruma göre bekletebilme, erteleyebilme yetisi kişilik gelişiminde en önemli aşamalardan biridir. Dürtülerini, gereksinimlerini uygun yer, uygun zamanda doyurabilmek için bekletemeyen, erteleyemeyen yetişkin insan bağımlı bir çocuk gibi kalmıştır. Benlik geliştikçe iç dürtülerden, gereksinimlerden göreceli özerklik kazanır. Yani çocukluktaki gibi hep dürtülerinin, isteklerinin egemenliği altında değildir. Görülüyor ki, insanoğlu ne tümden çevresinin, ne de tümden kendi içsel yapısının (dürtüler, gereksinimler) kölesidir; bunlardan özerk bir yapı kazanarak hem kendini, hem çevresini denetleyebilir, yönetebilir; hem kendini, hem çevresini az ya da çok değiştirebilir. Kendini ve çevreyi değiştirerek özerk biçimde uyum yapabilme yetisi insana özgüdür. Ama insanın dış dünyaya ve kendi iç yapısına bağımlılığı, bir oranda, her zaman kalır. Benliğinde özerklik duygusunu arayan kişinin kendine yetmesi, kendine bakabilmesi, kişiler arası ilişkilerini dengede tutabilmesi, özetle kendini yönetebilmesi gerekecektir. İnsanda özerklik duyguları 2-3 yaşlarında belirse bile, göreceli bir benlik özerkliğinin kazanılması uzun yıllar alır. Kişinin kendi varlığını korumak, güçlerini, gizilgüçlerini geliştirmek, bunları toplum içinde kullanmak sorumluluğu olmadan özerklikten söz edilemez. Bu sorumluluğun davranışa yansıyan en önemli belirtisi çalışmak, ekonomik bağımsızlığı sağlayabilmektir. Özgür düşünebilmek, özgür davranabilmek, başkalarının özerkliğini tanımak da benlik özerkliğinin başta gelen öğelerindendir. Burada, başka insanlara olandan çok, kişinin kendi kendisine karşı olan sorumluluk duygusunu vurgulamak isterim. Kuşkusuz, başkalarının bulunmadığı bir dünyada özerklik düşünülemez. Bu bakımdan, bireyin kendi benliğine olan sorumluluğu içinde, başkalarına, topluma karşı sorumlulukları da yatmaktadır. İnsanoğlunun, binlerce yıl boyunca özerklik, özgürlük için savaşımı olmuştur. İnsan, en ilk çağlardan beri her şeyden çok, kendi varlığını koruyabilmek, ilerleyebilmek için doğa ile savaşmış; doğa üzerinde egemenlik kurmaya çalışmış, çağlar boyunca, kendi gücü ile doğadan göreli bir özerklik kazanmak için uğraşmıştır. Ama bir yandan da insanın özerkliğini, özgürlüğünü kısıtlayan, aşılması en zor olan engel yine insanın kendisi olmuştur. Aşırı tutucu dinlerde, bu çağdaş ruhbilimsel görüşün tersine, insanın dürtüsel dünyasına karşı sürekli baskı gerektiği inanışı baskındır. Bu nedenle kimi dinler, insanın dürtüleri karşısında çaresiz kalacağını kabul ederek, doğal dürtüsel yaşama karşı baskıcı kurallar koyar. Örneğin, kadının ve erkeğin kendi cinsel dürtülerinin etkisinden korunabilmeleri için kadının örtünmesi gerekmektedir. Bu tür yaklaşımın özünde, insanın kendi içsel dürtülerine karşı güçsüz olduğu, göreceli bir özerklik kazanamayacağı, kendi kendini denetleyemeyeceği, değiştiremeyeceği inancı yatmaktadır (*). ÖZERKLİK ve ÖZGÜVEN DUYGUSU Benliğimize karşı sorumlulukları üstlenebilmemiz için önce kendi varlığımıza, benliğimize değer vermemiz, saygı duymamız, ona güvenebilmemiz gerekir. Özgüven duygusunun temel taşlarının çocuklukta atıldığını biliyoruz. Çocuğa sevgi, saygı, koruma vererek onun özdeğer duygusu ile gelişmesini sağlayan, büyüdükçe onun özerk, bağımsız olma eğilimini tanıyan ve söndürmeyen güvenilir bir ortam (genellikle sağlıklı aile) içinde çocuk, hem çevresine güven duymayı, hem kendine değer vermeyi, güvenmeyi öğrenir. Değer verilmeyen güvensiz benliğin kendine sınır çizme, "ben varım, ben ayrıyım" türünden bir duyguyu bilinçli ya da bilinçdışı olarak besleme, bağımsız ve özgür davranabilme gücü düşüktür. Güvensiz benlik, tersine ‘ben ayrı değilim, ben sizin bir parçanızım, henüz gelişmemişim, ben çocuğum, beni bırakırsanız çaresiz kalırım, bana bakmanız gerekir’ türünden duygular, davranışlar içindedir. Bu duygular bilinçli ya da bilinçdışı nitelikte olabilir. Böylece, güvensiz kişi sürekli olarak kendini koruyacak, kendine bakacak güçlü sandığı varlıklar arar. Daha doğrusu, bağımlı olduğu nesnelerin güçlülüğüne inanır. Yetişkinlik çağında bile, ana-baba, ağa, amir, patron, devlet, en sonda da Tanrı onun güvenceleri olur. Çünkü kendi varlığı, kendi benliği güvenilecek, değer verilecek yapıda değildir. Aslında yapısı güçlü, yetenekli olsa bile, kişi kendisini böyle değerlendirememektedir. Özerklik duygusunun benliğe sindirilebilmesi süreci çocuğun kendine ve çevresindekilere karşı temel güven duygusu geliştirme süreci ile birlikte gider. Özerk benlik duygusunda olduğu gibi, bireyin özgüven duygusu da başka kişilerden, çevreden, doğadan tam bağımsız olamaz. İnsanoğlu, çok eski çağlardan beri, özellikle çaresiz kaldığı ağır doğa koşullarında ya da çok acımasız, katı toplumsal ortamlarda, kendine güven kaynakları aramış; bir yandan araştırıcı, yaratıcı gücü ile yeni teknolojiler, yeni bilgiler, özetle bilimsel ilerlemeyi sağlamış; öbür yandan doğa üstü, doğa dışı güçlere inanarak kendine dinler yaratmış, güven duygusunu bu yollarla da yakalayabilme gereksinimini duymuştur. ÖZERK BENLİK DUYGUSU NASIL KISITLANIR? Benlik özerkliği olumsuz çevre koşullarının (ağır baskıcı, yoksun bırakıcı, engelleyici, aşırı koruyucu aile ve toplum) etkileri ile daraltılabileceği gibi, bireyin doğuştan eksiklikleri ya da kendi içinden gelen karşıt güçler, baskılarla da kısıtlanabilir. Örneğin, ergenlik çağındaki kişi, bir yandan özerk olmaya çalışırken, bir yandan da, hem içten bastıran cinsel dürtüleri, hem çocukluktan kalma, henüz çözülmemiş bilinçdışı saplantıları, eğilimleri yüzünden, benliğinin sınırlarını yeterince kavramakta, kendine ilişkin sorumluluklarını yüklenmekte güçlük çekebilir, ağır bocalamalar yaşayabilir. Doğuştan gelen özürler, eksiklikler de özerk benlik gelişimini engelleyebilir. Özerklik duygusunun sağlam gelişimini önleyen etkenler arasında, çocuğun doğal araştırma, öğrenme ve girişim eğilimlerini kısıtlayan, korkuya dayanan, baskıcı çocuk yetiştirme yöntemlerini de önemle belirtmek gerekir. Bu tür yetiştirme ve eğitimin etkisi ile çocuklar giderek aşırı uysal, bağımlı, kendi yetenek ve güçlerini ortaya koymaya değil, kendinden büyüklerin istediğini yapmaya yönelik kişiler olurlar. Artık benlik özerkliği yitirilmiş, kul benlik gelişmiştir; birey, yetkenin (otoritenin) kullandığı bir uzantıdır. Üstünlük kuran egemen kişi de aslında, böyle bir durumda özerk değildir; çünkü o da kendisine bağımlı olan insanlara sömürücü biçimde bağımlı olmuştur(**). BAĞIMLILIK ORTAMI Toplumsal özerkliğin azalmasını ya da yitirilmesini, tümden bireysel özerklik duygusunun kısıtlanışına bağlamak ve içinden çıkılmaz bir birey-toplum tartışmasına girmek istemem. Ama, bu noktada şöyle bir genelleme yapmak yanlış olmayacaktır diye düşünüyorum: Benlik özerkliği, özgüven duygusu yeterince gelişmemiş kişiliklerin bol olduğu bir toplumda, bağımlı-kılıcı, baskıcı yöneticilerin ortaya çıkması, bu yöneticilerin de daha üstün gördükleri güçlere ve sorumlulara bağlanmaları doğal olacaktır. Böylece kişi, kendine ilişkin sorumlulukları bir üstüne, o da bir daha üstüne aktara aktara, sonunda sorumlulukları devlet, daha üstün devlet, doğa - üstü güçler ve kavramlara yükleyerek ortada sorumlu kimse kalmayacaktır. İşte böyle bir ortamda, sorumluluğu ve suçu sınırsızca başkalarına yükleme eğilimi bir yaşam biçimi olarak benimsenecektir. Özerklikten yoksun kişiler ve kurumlar güçlerini, değer duygularını kendi benliklerinden, kendi etkinliklerinden sağlamak yerine, bağımlı oldukları kişileri ya da kurumları gereğinden çok yücelterek, onlara köle olarak, başkalarını da aşağılayarak kazanmaya çalışırlar. İşte ancak böyle bir ortamda, kendinden olmayanı kendine düşman bilen, özerklik ve özgürlük tanımayan, tutarlı düşünce ve eylemden yoksun, aldatıcı önderler türeyebilir. İşte, ancak bu tür önderlerin buyruğu altında, bazı gençlik kümelerinin aşırı saldırgan, yıkıcı ve tutucu davranışları kul benliğin belirtisi olarak ortaya çıkabilir. İşte, ancak böyle bir ortamda, dinsel inançlar da bir sömürü aracı olarak kullanılabilir; sorumlulukları Tanrıya aktarma geçerli bir yol olabilir. Bireye, topluma, toplum önderlerine düşen bir çok sorumluluklar sınırsızca ve saygısızca Tanrıya yüklenir ve bu yükleyiş de Tanrıya bağlılığın bir belirtisi gibi gösterilmeye çalışılır. Bireylerin benlik sınırlarının silikleştiği bir ortamda, toplumun da benlik sınırları belirsizleşebilir. İşte ancak böyle bir durumda, en önemli benlik öğesi olan dil, başka dillerle karışabilir, başka dillere bağımlı olabilir; ekonomi, politika, savunma v.b. sorumsuzca ve sınırsızca başka toplumlarınkiyle karışabilir, onlara bağımlı duruma sokulabilir. Değişen dünyamızda, benlik özerkliğini ve özgür kimliği arayan insanlar çoğalmaktadır; umut onlardadır, dünyamızı yenileştirecek olanlar onlardır. (*) “Kadın Neden Örtünmelidir?” başlıklı yazıya bakınız. (**) Benlik özerkliğinin eksik oluşu ile ilgili çok ilginç bir Türk filmini, “Takva”yı anmadan geçemiyeceğim. “Takva”nın kahramanı bütün benliği ile kendini dine vermiş, iç dünyasının isteklerine ve dış dünya ile ilişkilere kendini bütün benliği ile kapatmış genç-orta yaş arasında, bekar bir erkektir. Bir tarikata bağlanarak, iç dünyasından gelebilecek istekleri (örneğin cinsel dürtüler, ileriye yönelik düşlemler, dünya zevkleri) tümden bastırmış, özerklikten yoksun kul benlikli bir kişidir. Filmde, böyle bir kişinin bastırılmış dürtülerini açığa çıkarabilecek ortamlara girince nasıl bir bunalım geçirdiği çok ustaca anlatılmaktadır. Bu filmin sinema olarak başarısı da aldığı ödüllerle kanıtlanmıştır
YorumlarPinar Ozkan
{ 05 Ekim 2009 09:37:39 }
Sayın Orhan Oztürk,
Diğer Sayfalar: 1. Bu güzel yazınıza Charles Darwin'in güzel bir sözünü ilave etmek, sizle paylasmak isterim... "' Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur. TAVUK TOPLUM önüne atılan bir avuç yemi gagalarken arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz...."
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|