A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Bir NEV-YORK Rüyası

Kategori Kategori: Yaşam | Yorumlar 1 Yorum | 27 Eylül 2009 02:00:09

Bir yaz günü uyuyakalmışım. Kendimi, rüyamda, önceleri epey vakit geçirmiş olduğum New York şehrinde buldum. Aradan uzun yıllar geçmiş, 2050'li yıllara gelmişiz. Broadway'den aşağı yürüyüp meşhur "Times Meydanı"na vardım. Gözlerim aşina olduğum koskoca Amerikan sigarası, Amerikan arabası reklamlarını arıyordu.

Evet, gene o kocaman, dev bina büyüklüğünde reklamlar vardı. Fakat hayret, gözlerime inanamayıp bir daha baktım. Bir ulu binanın tüm yüzünü kaplamış dev levhada Türkçe olarak (!) “Nefis Rize Çayı. İşte Hakiki Çay” yazıyor, yazının yanında lâle biçimli, ince belli cam bardakta tavşan kanı bir çay resmediliyordu. Sadece en dipte küçücük harflerle İngilizce olarak “Drink-Real Tea” eklenmişti.

Caddede sağıma soluma bakınarak biraz daha ilerledim. Dükkanların isimleri dikkatimi çekti. “Rahat Shoes”, “Dilber Giyim Fashions”, “Sultan Ahmet Leather”, “World Gezim” gibi yarısı Türkçe, yarısı İngilizce isimler çoğunluktaydı. Bir de Türkçe “Merkez” lâfı, iyiden iyiye İngilizce “Center” sözcüğünün yerini almış görünüyordu. Büyük, görkemli bir binanın üstünde yanıp sönen ışıklarla Türkçe olarak “Alışveriş Merkezi” yazılıydı. “Car Merkezi”, “Flower Merkezi”, “Furniture Merkezi”, “Hair Merkezi”, merkezi de merkezi, her yanda almış gidiyordu.

Az ötede bir gazete, dergi bayiine rastladım. Amerikan basın hayatında acaba nasıl gelişmeler olmuş diye bir göz attım. Hatırladığım Amerikan dergileri yerine yepyenileri çıkmıştı. Kağıtları daha da parlak, renkleri daha da canlı idiler, ama garip, galiba hepsi Türk dergileri idiler, çünkü adları Güncel, Hareket, Vurgu, Hanım Kız, Görüntü gibi Türkçe adlardı. Birkaç tanesini karıştırdım. Yooo, bunlar, Amerikan, İngiliz dergileriydi. Ancak içlerinde kullanılan dil çok tuhaftı. Mesela, İngilizce güzelim media lafı dururken pek sık basın-yayın sözü geçiyordu. Bir de Türkçe seçenek lafına anlamlı anlamsız ne çok rastlanıyordu öyle. Pek açık seçik, keskin bir sözcük olmamakla beraber, İngilizce alternative’e ne olmuş sanki. “Anlaşılan Amerika’da Türkçe sözcükler kullanmak moda olmuş” diye düşündüm. Acaba niye? Yoksa kullananlara Anglo-Sakson oldukları için bir aşağılık duygusu mu gelmişti? Nasıl olur? Daha yüz yıl önce büyük bir devlet olan Amerika’ya, onun da kökeninde olan eski imparatorluk İngiltere’sine nasıl aşağılık duygusu gelirdi? Belli ki bu Türkçe sözcüklerle bazı yazarlar kendilerine bir üstünlük havası vermeye çalışıyor, bazıları da pek iyi kavramadıkları konularda, halklarının anlamadığı yabancı Türkçe sözcükler arkasına saklanıyorlardı.

Böyle düşüncelerle dolaşıp dururken yorulmuşum. Üstünde “Jimmy’s Kahvehanesi” yazılı, şemsiyeli masaları sokağa taşmış sakin bir yer gördüm. Girip bir masaya oturdum. Gelen görevli Türk olduğumu öğrenince arsız arsız sırıttı, bir iki kelime Türkçe bildiğini gösterme çabasına girişti. Kola yokmuş, ithal malı soğuk bir Susurluk marka ayran getirdi.

Ayranımı içip dinlenirken yandaki masalar dolmaya başladı. Pek yer kalmamıştı. Tam o sıra, genç, iyi giyinmiş, efendi görünüşlü, belli ki onurunu yitirmemiş biri masama yaklaştı. “Affedersiniz, yer kalmamış, buraya oturabilir miyim?” dedi. “Hay hay, buyurun” dedim. Oturdu. Kahvesi gelirken havadan sudan konuşmaya başladık. İrlanda asıllıymış, anası babası; kendisi okul çağındayken Amerika’ya göç etmişler, okuyup doktor olmuş. Bilimden, tıptan sonra da edebiyattan epey sohbet ettik.

En sevdiği yazar 1970’lerde güzel sahne oyunları yazmış olan İrlandalı Brian Friel’miş. Onun “Tercümeler” adlı bir oyunundan bahsetti. İngilizlerin İrlanda’yı işgal ettikleri zaman yaptıklarını temsil ediyormuş. Özellikle İrlandalıların kendi köklü, İngilizce’den çok daha eski, zengin dilleri Gaelik’i yokedip yerine İngilizce’yi koymakla, İngilizlerin nasıl İrlanda’yı sonsuza dek boyundurukları altında tutmak istediklerini anlatıyormuş.

O ara lafa karıştım. “Özür dilerim ama birşey soracağım. Buraların yabancısıyım. Gelince dikkatimi çekti. Dükkân levhaları, dergi adları falan hep Türkçe olmuş, Amerikan dilinde birçok Türkçe sözcük kullanılıyor. Kırk yıl önce gene gelmiştim, o zaman hiç böyle birşey yoktu. Bu nasıl oldu? Amerika’ya ne olmuş böyle?” dedim.

Biraz durdu, yüzünü hüzünlü bir ifade kapladı. “Ah sorma” dedi, “İrlanda’nın yüzelli yıl önce başına gelen şimdi de Amerika’nın başına gelmeye başladı. Şu farkla ki bu sefer Türkler (Türk olduğumu farketmemişti anlaşılan) aynı işi yaptırıyor. Biliyorsunuz, yirmi birinci yüzyılın başlarında Bağımsız Türk Devletleri Topluluğu dünyada büyük bir iktisadi güç oluşturdular.

Kendi zengin hammadde ve neftyağı kaynaklarına sahip çıktılar. Yetiştirdikleri çalışkan ve atılgan gençlik kendi dil, tarih ve derin Asya kültürüne sarılıp ondan aldıkları manevi güçle bilim ve teknikte de çok ileri gittiler. Çeşitli Asya, Orta-Doğu ve Güney Amerika ülkeleri ile sıkı sınai, ticari ilişkiler, yeni gümrük birlikleri kurdular. Onlar zenginleştikçe Avrupa ve Amerika gerilemeye devam etti. Biliyorsunuz, zaten daha yirminci yüzyılın sonlarına doğru bu Batı ülkeleri iyice bunalıma girmişti. Toplum hayatları, aile ve iş ahlakları, insan ilişkileri kalmamıştı. Zaten hep başkalarının hammadde kaynakları ve tüketim pazarları ile ayakta duruyorlardı.”
“Evet” dedim, “eğitim düzenleri ve gençlikleri de çok bozulmuştu.” Devam etti: “Türk Elleri zenginleştikçe, haysiyetlerine sahip çıktıkça, dünyadaki itibarları arttı. Her ülkede bol bol Türk TV dizileri, Türk filmleri seyredilmeye, her yanda avaz avaz Türk müziği duyulmaya başlandı. Türkler Batı’dan öğrencilere burs vermeye, kendi evrenkentlerinde okutmaya başladılar. Bunu yaparken öğrencilerin Türkçe öğrenmesini şart koşuyorlardı.” “Evet” dedim, “daha önce Japonlar da böyle yapmıştı.”
Yeni İrlandalı dostum, (adı ‘Collin’miş) önündeki Türk kahvesinden bir yudum içti. Bir süre sustuk. “Buraya kadar iyi” dedi, “bundan sonrası acıklı. İrlanda’nın başına gelen bu sefer Amerika’nın başına gelmeye başladı.” “Nasıl olur?” dedim, “Türkler Amerika’yı işgal etmedi ki.” “Aa” dedi, “İşte onun için daha da tehlikelisi oldu.” Merakla yüzüne baktım. Görevliden bir su istedikten sonra anlatmaya devam etti. “Türkler önce Amerika’da azınlıklar için bütün derslerin Türkçe olarak öğretildiği Türk okulları açtılar. Fakat az sonra Amerikalı veliler de çocuklarını bu okullara göndermeye özendiler. Bu pahalı Türk okullarına gidenler âdetâ ayrı bir kültüre sahip, kendilerini imtiyazlı gören bir sınıf oluşturdular. O ara dünyada Japonca, Çince, Türkçe gibi dillerin önemi gittikçe artmaktaydı. Alışılagelmiş Amerikan okullarında (lise olsun, evrenkent olsun) eğitim dili İngilizce olmaya devam ediyordu. Yabancı diller de ayrıca yabancı dil derslerinde, özel yaz kurslarında yeterince öğretilebiliyordu. O günlerde eğitim düzeni başarılı olmaya başlamıştı. Gene de yabancı Türk okullarına rağbet artıyor, özenti körükleniyordu. Derken, tam kırk yıl önce en iyi bir özel Amerikan okuluna, mali durumu tam bozulmuşken, aniden on-on beş Türk, Kazak, Kırgız öğretmen geldi. Okulun o mâlî sıkıntısı arasında nasıl döviz bulduğunu bir-iki kişiden başka kimse merak etmedi. Ertesi yıl okulun eğitim dili (tüm dersler) Türkçe’ye değiştirildi. O zaman için bu çok çarpıcı bir olaydı. İlk kez bir milli Amerikan okulu, bir yabancı Türk misyoner okuluna benzetiliyordu.

Burada, Collin’in sözünü kestim. “Ne olacak? Amerikan çocukları Türkçe’yi böylece daha iyi öğrenmiş olur.” Nerdeyse öfkelendi. “Öyle şey olur mu? Yabancı dil öğretmenin böyle bir yöntemi yoktur. Çocuk aynı anda zaten zor olan fiziği mi öğrensin, Türkçe’yi mi? İkisini de öğrenemez, sadece ezberci olur. Kendi dilinde düşünemeyen, her an dolaylı da olsa kendi dil ve kültürünün değersiz olduğu kendisine telkin edilen çocukta kimlik, benlik, haysiyet duyguları nasıl gelişebilir?” “Doğru diyorsunuz” dedim, “zaten birkaç sömürge hariç böyle bir eğitim düzeni, ya da yabancı dil öğretme yöntemi hiçbir aklı başında ülkede yoktur. Ama, öyle birkaç acayip okuldan ne çıkar? Daha pekçok olağan Amerikan okulları var ya.”
Collin âdetâ, ne kadar anlayışsız bu adam der gibi sabırsız bir havaya bürünmeye başlıyordu. Gene de bir nefes alıp açıklamaya çalıştı. Anlaşılan bu konu, İrlandalı geçmişi ile de bağlantılı olarak onu derinden tedirgin ediyordu. “İş o kadarla kalmadı” dedi, “Amerikan Eğitim Bakanlığı birkaç yıl içinde, sessiz sedasız, eğitim dili Türkçe olan yüzlerce okul açtı. Arkasından birkaç da böyle evrenkent.” “Türkler bu ayrıcalıklı evrenkentlere özellikle yardımlar yaptılar. Sonunda gerçek Amerikan okulları ikinci sınıf durumuna düştüler. Bu sefer onlar da, ‘bizim de eğitim dilimiz Türkçe olsun’ demeye başladılar. İşin kötüsü bu haince kültürel soykırım oyunu Amerika’ya oynanırken, kimseden ses çıkmıyor, herkes Amerika’da baş gösteren iç karışıklıklardan, kısa vadeli maddi çıkarlardan başka birşey düşünemiyordu.”

“Tabii” dedim, “Bu yabancı eğitim hastalığı hızla arttıkça Amerika’daki bilim, teknik, edebiyat seviyesi çok düşmüştür. En kötüsü de, kendine ve kendi toplumuna güveni olmayan, herşeyi Türklere yalvarmaktan bekleyen, temel soruları sormasını, çözüm getirmesini bilmeyen nesillerin yetiştirilmesi olmuştur. Değil mi?”

Collin, hüznü artarak (belli ki ülkesine bağlı, yanılmamışım, onurlu bir insandı) “Evet” dedi, “Sonuç olarak Amerika’nın üretkenliği, üreticiliği, tabii sonra da dünyadaki itibarı kalmadı. Yabancı, Türkçe eğitim dilli okullardan yetişenler genellikle ya gezimcilik rehberi, ya Türk şirketlerine acente oldular. Ufak tefek iş yerleri açanlar da, başlıca marifetleri yüzeysel bir Türkçe bilmekten ibaret olduğu için, o marifetlerini gösterme iştiyakiyle, iş yerlerine yarı Türkçe levhalar astılar.”

“Yazık” dedim, “Amerika bilime, tekniğe, tıbba büyük katkıları bulunmuş bir ülkeydi. Bu hallere mi düşecekti?” Verdiği izahat için kendisine teşekkür ettim. Sonra da biraz olsun, maneviyatını tazelemek için “üzülmeyin” dedim, “sizin gibi bilinçli, ülkesinin, insanlarının geleceğini, haysiyetini düşünen fertleri oldukça, bir toplum yeniden yeşerir. Yılmayın, doğru bildiğiniz yolda devam edin.” Bana insancıl gözlerle baktı.

Vakit epeyi gecikmişti. Kalktım, el sıkışıp ayrıldık. Dışarı çıktığımda sokaklar işlerinden çıkanlarla iyice dolmuştu. Caddeler, kavşaklar beş dakikada ancak bir iki metre ilerleyebilen arabalar, simsiyah dumanlar çıkaran kırık dökük otobüslerle tıkanmıştı. Tozdan, dumandan göz gözü görmüyordu. Boğulacak gibi oluyor, pis havadan nefes alamıyordum. Hatırladığım eski New York’ta da kalabalık olur, ama bu derece düzensizlik olmazdı.

Aklıma yeraltı treni geldi. Bu durumda ancak onunla bir yere gidebilirdim. Yedinci cadde ile otuz dördüncü sokaktaki girişi aradım. Yoktu. Eskiden olduğu köşeye yeni bir araba parkı daha yapılmıştı. Köşede, arabaların arasından karşıya geçme fırsatı bekleyen bir genç gördüm. Bir evrenkent öğrencisine benziyordu. Kızgın bir hali vardı. Yanaşıp yeraltı trenini sordum. “Ne treni be” dedi, “onlar tam kırk yıl önce sökülmüş. Haberiniz yok mu?” “Buralarda yoktum” diye mırıldandım, “yeraltından rahatlıkla gidilir gelinirdi. Niye sökmüşler ki?” “Niye olacak” dedi, “Şu Türklerin danışmanları ‘trenin modası geçti. Araba demokrasidir’ deyip söktürtmüşler. Tabii kendi arabaları burada daha çok satılsın diye! Şimdi işte gördüğünüz gibi arabası olan da perişan, olmayan da.” Ve yanımdan bir hışımla uzaklaştı.

Gördüklerim, işittiklerim beni iyiden iyiye şaşırtmış, bir hayli de üzmüştü. Kendi kendime “Allah Allah” dedim. “Bizim millet böyle fena değildi. Tarihi boyunca gittiği yerlerde insanlık öğretmiş, kimsenin diline, dinine, kültürüne dokunmamış, hep birbirinin gırtlağında olan değişik kavimler arasında bile barışı sağlamıştı. Acaba ne oldu? Törelerinde hangi etkilerle böyle köklü değişikler meydana geldi?” diye düşünürken çırpınarak, ter içinde uyandım.

“Aa, iyi ki rüya imiş” dedim.

Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 1 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

ayse guven { 01 Ekim 2009 11:56:19 }
Türkiye' nin bu günki durumu bu kadar iyi görebilmek için, hepimize böyle hayırlı bir uyku diliyorum.
Gazetelerde zaman zaman yazilarini okudugumuz sayin Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU' na saygilarımızı sunuyoruz.
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git