|
|
Hologram ve FelsefeKategori: Felsefe | 0 Yorum | 23 Eylül 2009 13:28:31 Ünlü Mistik Ozan, Alman ANGELUS SILESIUS bir epigramında der ki; "Ben o bildiğim şey değilim, ben de bilmiyorum neyim ? Bir nesne mi, hayır o değil, bir noktacığım ve daireyim." Kendini bilmek ya da tanımak, insanın değişmesi zorunluluğunun doğal bir uzantısıdır. Bu uzantıda, insan evreni anlama konusunda yeni kavramlara kucak açmaktadır. İşte bunlardan biri: HOLOGRAM.
Hologram sözcüğü ilk olarak 1960 ‘lı yıllarda dünya bilim çevrelerinde duyulmaya başladı. 1980 lerde ise ,çeşitli alanlarda kullanımı arttı ve ilgi alanı genişledi. Artık fizik ve kimya’dan, psikoloji ve mistisizim’e dek bilimsel düşüncelerin içinde yer almaya başladı. En kısa tanımıyla Hologram, üç boyutlu bir görüntü kaydetme yöntemidir.” Tam kayıt ” ya da “eksiksiz mesaj” anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi fotoğraf iki boyutlu bir tekniktir. Derinlik yoktur. Uzaklıkları ne olursa olsun,tüm cisimler aynı düzlemde yer alırlar. Hologram’ın fotoğraftan en büyük farkı; Hologram plakasına cisimlerin görüntüsünün değil, o görüntünün elde edilmesi için gerekli bilgilerin kayıt edilmiş olmasıdır. Hologram’ın çevresinde dolanarak veya bakış açımızı değiştirerek, sanki cismin çevresinde dönüyormuş gibi onu çeşitli açılardan görebiliriz. Paralaks adı verilen bu özellik, cismin resminin 3 boyutlu olarak verilebilmesiyle sağlanmaktadır. Böylece iki boyutluluk sınırı aşılmış ve uzaklık, yakınlık gibi derinlik kavramı da kaydedilen resimde yer almıştır. Yani resmin her yanı uzaklık farkı olmaksızın nettir. Hologram’ın en önemli özelliği ise; her noktasının bütün cismin görüntüsünü verebilmesidir. Hologram’ın tek noktasına cismin her tarafından ışık dalgaları gelmekte ve orada kaydedilmektedir. Bu nedenle Hologram plakası ne kadar koparılsa, kırılsa bile, her parça bütünün bilgisini, özelliğini içinde taşır ve gerektiğinde bütünün tam görüntüsünü,netliği azalsa da,tek başına verir. İşte bu özellik, Hologram’ın mistik düşünce ile bağdaştırılmasını sağlar. “Zaman ve mekandan bağımsız olan alan” kavramı, bir çok metafizik teoride, Tanrı’nın tanımını içerir. Ünlü düşünür LEIBNITZ, felsefesinde, penceresiz ve bölünmeyen bir bütünlük olan “ MONAD “ lardan bahseder. Ona göre bu MONAD’lar; Evrenin temelini oluşturur ve Tanrı da bir MONAD’tır. Monad’ lardan meydana gelen bir organizasyon içerisinde bir tek MONAD, tüm MONAD’ların bilgisine sahiptir ve onları temsil edebilir. Tıpkı HOLOGRAM’da olduğu gibi, her bölüm aynı anda bütünü de içinde barındırmaktadır. HOLOGRAM’ın gelişimini sağlayan matematiksel temeller, 1947 yılında bu buluşu ile Nobel Fizik Ödülü kazanan DENNIS GABOR tarafından atılmıştır. Elektron mikroskobunu geliştirmek amacıyla yola çıkan GABOR, Holografi konusundaki çalışmalarını 18.yy da yaşamış olan Fransız bilim adamı JEAN FOURIER’in matematiksel hesaplama yöntemine dayandırmıştı. FOURIER’in buluşu, her türlü yapıyı kendi dalga boylarına indirgemek temeline dayanıyordu. Onun matematiksel formülleri sayesinde, cisimleri dalga boyu modellerine çevirmek, sonra da yine asıl şekillerine dönüştürmek mümkün oluyordu. Bu tıpkı, Televizyon kamerasının yaptığı çekimlerde, cisimleri elektromanyetik frekanslara çevirerek kaydetmesine/göndermesine, bu kaydın da Televizyon cihazı tarafından tekrar çekimi yapılan görüntüye dönüştürülmesine benzemektedir. Bu nedenle cisimleri frekanslarına çevirmek ve sonra tekrar eski haline getirmek işlemine “Fourier Analizi” ya da “Fourier Transformasyonları” adı verilmiştir. Daha sonraları 1960’da Alman Fizikçi MAIMAN, lazer kullanmayı başararak, Hologram tekniğinde yeni bir sayfa açmıştır.1962 de LEITH ve UPATNISEK adlı iki araştırmacı, kaydedilen ışının yanına, ikinci bir ışın dalgası eklemeyi başarmışlar ve böylece gerçek ile yapay görüntüleri birbirinden ayırmak mümkün hale gelmiştir. Önceleri sadece aboratuarlarda kullanılan bir teknik olan HOLOGRAM, günümüzde giderek daha çok tanınmakta ve hayatın içine girmektedir. Hologram plakalarından oluşan Sanat galerileri açılmakta, Tiyatro oyunlarında dekor olarak kullanılmakta, Sinema filmlerinde büyük ve kalabalık sahnelerin çekimimde işe yaramaktadır. Ayrıca Sanat dünyasında arşiv kayıtlarında kullanılmaya başlanmıştır. Asılları müzede dururken, tüm değerli eserlerin dünyanın her yerinde sergilenmeleri Hologram sayesinde mümkün hale gelmektedir. Mimaride, maketleri broşürlere basmak yerine, küçük ve taşınabilir Hologramlar ile müşterilere çekici görüntüler sunulabilir, reklamcılık alanında sonsuz olanaklar ortaya çıkabilir. Kuyumcular değerli mallarını kasada tutarken, vitrine o ürünün Hologramını koyabilirler. Şimdi de Hologram’ı felsefi açıdan değerlendirelim Tüm evreni, Hologram’ın “ana plakası” olarak düşündüğümüzde gördüğümüz ve bildiğimiz düzenin ardında, uzay-zaman boyutunun ötesinde bir “ana kaynak” vardır. Gerek Einstein’ın, gerekse Mistik düşünürlerin ”Birleşik alan Teorisi” olarak tarif ettikleri bu Holografik düzende; ”geçmiş-şimdi-gelecek” bir aradadır ve aynı andadır. Yani her şey “BİR” dir. İşte bu BİR’in tüm özellikleri,farklılaşmış gibi görünen bütünün parçalarının her birinde mevcuttur. Ama, canlı ya da cansız olarak algıladığımız her parçacık, kendi bilinç seviyesine uygun olarak, bilginin algılayabildiği kadarının çözümlemesini yapabilir. Yani herkes, ana bilgiden kendi kapasitesi oranında yararlanabilir. Diğer bir deyişle; "Evren denen bu okyanustan herkes ancak kendi kabının büyüklüğü kadar su alabilir.” “Tanrı insanı kendi suretinden yarattı” sözü mekansız ve zamansız bir gerçeklik alanını, düşünce yolu ile kavrayan mistikler kadar,o alana bilimsel olarak yaklaşan bilim adamlarınca da kabul edilebilir oluyor böylece. Felsefi açıdan HOLOGRAM tekniğinin en can alıcı noktası şudur: Üzerine herhangi bir görüntü kaydedilmiş olan hologram plakası, ne kadar küçük parçalara ayrılırsa ayrılsın, bu küçük parçalara lazer ışını verildiğinde plakaya kayıt edilen görüntünün tamamını yeniden elde edebiliriz. Yani her birim, bütünün bilgisini ve benzerliğini kendi bünyesinde korumakta ve saklamaktadır. İşte bu can alıcı noktanın farkına varmak, bizi oldukça ilgi çekici sonuçlara ulaştırmaktadır. İnsandaki algılama sistemi, frekans analizatörü gibi davranan hücreler tarafından oluşturulur. Bu hücreler birer mini HOLOGRAM gibi hareket ederler. Beyin, bu sayısız mini Hologramın yarattıkları dalga boylarının girişim ve kesişimlerinden oluşan dev bir Hologram’a benzer. Çünkü, beyindeki her hücre, esasında her işlevi yapabilecek yetenekte var olmuştur. Hafıza kayıtları Holografiktir. Daha sonra benzer dalga boylarında gelen frekanslar, beyinde kayıtlı bulunan frekanslarla bir çağrışım yaparlar ve bu yol ile “hatırlama” sağlanır. İnsan beyni de, doğum öncesi ve doğum anında, burçlar dediğimiz sayısız takım yıldızlardan gelen kozmik ışınlarla programlanmış oluyor. Nasıl ki benzer frekanstaki ışınları plakaya gönderdiğimiz zaman, cisim üç boyutlu olarak ortaya çıkıyorsa, Güneş sisteminden gelen ışınlar da, o programlanmış insan beyinlerini etkilemekte ve kişilerden programları doğrultusunda çeşitli fiillerin, davranışların ve düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Vücudumuzun her zerresindeki o kozmik güç, ilim ve irade aynı orijinal yapısıyla mevcut bulunmaktadır. Ve siz, bir şeylerin olmasını istediğiniz zaman, ötelerden bir varlıktan talep etmiyorsunuz, kendi varlığınızdan, ÖZ’ünüzden istiyorsunuz. DAVID BOHM, Evrenin de holografik biçimde davrandığını ileri sürmektedir. Görünen ve yaşayan düzenin ardında, zaman ve uzaydan bağımsız olan bir Evren vardır. Geçmiş, şimdi ve gelecek; bu holografik düzende bir arada bulunmaktadır. İnsandan da öteye “Evren de holografik biçimde organize olmuştur” dediğimizde,buradan çok önemli üç sonuç çıkar : 1 ) Evren ancak tek tek algılamalar sonucunda canlanır. Evren bütünden ayrılıp, tek tek cisimler ve nesneler olarak belirebilmek, bedenlenebilmek, varolmaya başlamak, kısaca “Suret alemi” ne geçebilmek için algılanmak, farklılaştırılmak zorundadır. Nesneler veya bilgiler dünyası, bizlerin algılamaları ile farklılaşmakta, dışlaşmakta, biçim bulup canlanmaktadır. Yani Evren’de bir bütünlük, bir ana plan ve süreklilik söz konusudur. Bizler ancak o çok katlı ana planın dalga boylarıyla bir rezonansa, bir paralelliğe girdiğimiz oranda, o frekansın bilgilerini cisimleştiriyor, buluyor ve kendimize mal edebiliyoruz. Böylelikle Evren’in bazı sırlarını çözebilmekteyiz. Nitekim ünlü batılı bilim adamları da, bu gerçeğin farkına varmış ve bu “farklılaştırılmış süreklilik” kavramına yaklaşmışlardır. Bakın EINSTEIN ne diyor: “Yerçekimi,elektro manyetik güç, enerji, akım, moment ve nötron gibi kavramlar, bunların tümü, her şeyin temelinde bulunduğu sezilen objektif gerçeği açıklayabilmek için insan zihninin kurduğu teorik yapılar, benzetmeler ve sembollerden başka bir şey değildir.” Bir de aynı konuda yüzyıllar önce sezilmiş ve söylenmiş olanlara bakalım: “Her şeyin temelinde bulunmak” olgusunu ŞEYH BEDRETTİN’den dinleyelim: “Mutlak varlık, bütün erdemlerle donatılmış bulunması bakımından TANRI adını aldı.” Sezilen nesnel gerçek oluşu da KRİŞNA açıklasın bize: “Her yerdedir o. Heptir o. Gözle görülemez, akılla bilinemez ve değiştirilemez. Solmazdır, ıslanmazdır o. Yanmaz, yaralanmazdır o. Değişmezdir, tükenmezdir.” Yine çağdaş batı bilimine dönelim: Bilimin ilk yaptığı, doğadaki çok çeşitli maddeleri 90 kadar doğal elemente indirmesiydi. Sonra bu elementler birkaç temel parçacık oldu. Ayrıca dünyadaki çeşitli güçlerin her biri, elektro manyetik gücün değişik görüntüleri (değişik dalga boyu ve frekansta olan elektro manyetik dalgalar ) olarak bilindi. Evren’in özellikleri de birkaç temel nicelik halinde ayrıldı : Uzay, zaman, madde ve enerji. Sonra EINSTEIN; madde ile enerjinin eş değerli olduğunu “Özel İzafiyet Teorisi “ ile gösterdi. Yüzyılımızın tanınmış kuramcılarından biri olan NORTHROP, bu “bölünmezliği” şöyle anlatıyor : “Farklılaştırılmamış süreklilik,doğrudan algılanan tüm farklılaşmaların içinden çıktığı ilk sürekliliktir. Bu bütün farklılaştırılmış olguları kapsamaktadır. O bölünemez ve değiştirilemez olandır.” Farklılaştırılmamış süreklilik kavramı, tasavvuftaki kesrette vahdet (çoklukta birlik) tir. Ayrıca, Konfüçyüs düşüncesindeki ZEN, Taoizm’deki TAO, Budizim’deki NIRVANA, Hinduizm’deki ATMAN, BRAHMAN ya da ÇİT’dir. Mistiklerin “kutsal hiçlik” veya “çok katlı sonsuzluk” diye adlandırdıklarıdır. TASAVVUF tek bir varlığı ve hakikati tüm boyutları ile inceleyen bir felsefedir. Bu felsefenin temeli, düşünceye dayanır. Düşünme neticesinde tespit edilenler ise bizzat yaşanır. Tasavvufi anlatımla evren tek bir ruhtan meydana gelmiştir ve evrende mevcut olan her şey hayatiyetini bu ruhtan alır. Ve bu ruh, aynı zamanda şuurlu bir yapı olması nedeniyle, ilme, iradeye ve kudrete sahiptir. İşte bu evrensel ilim, güç ve irade holografik şekilde Evrenin her katmanındaki her birimin her noktasında mevcuttur. 2 ) Her canlı ,ya da farklılaştırılmış her cisim, bütünün parçalarıdır. Her var edilmiş olan, içinden çıktığı o ana planın ve Bütünlüğün tüm özelliklerini, hatta özünü (değişik biçimler ve oranlarda) içinde taşır. Evren’in ana bilgi yığını, bütün canlılara dağılmış durumdadır. Bu özü içlerinde taşıyan ve saklayan canlılar, o ana bilgi kaynağına yaklaştıkça, özleri daha net olarak belirir. İnsan, hiç bir şeyi yoktan var edemez. Bizler ancak Evren’de var olan o ana bilgi plakasının dalga boylarıyla ilişkiye girer ve o frekansın olanaklarından yararlanarak, gerçekleri keşfedebiliriz. Bu emek ve çalışmanın sonucunda elde ettiğimiz en önemli şey, ana kaynağa daha çok benzemektir. Yani ana HOLOGRAM plakasının çok küçük parçaları olan biz canlılara tutulan ışığın doğurduğu görüntü, ana görüntüye ne kadar “net” olarak benzerse, o parça o kadar “değerlidir” diyebiliriz. Bilim açısından ise EINSTEIN, ”Birleştirilmiş Alan Teorisi”ni ileri sürdü ve ayrı kalan son iki gücün (yerçekimi ile manyetik güç ) birbirinden ayrılamayacağını ortaya çıkardı. Artık tüm Evren “bir temel alan” gibi görünür. Orada her yıldız, her atom ve galaksiler, temelde bulunan uzay-zaman birliğinin içinde bir dalgacık ya da kabarcık gibidir. “Temel Alan” kavramının, Doğu’nun “Değişimler Kitabı”ndaki açıklaması şöyle: “Temel olandan (TAEGUK) olumluluk ve olumsuzluk (YANG ve YIN ) oluşmuştur. Bir YANG ve YİN’in birleşmesi ise, TAO olarak tanımlanır. Ve TAO bir “söz”dür. Bu kavrama ilişkin olarak YUHANNA İNCİLİ’nde “Başlangıçta kelam Allah idi. Her şey onunla oldu ve olmuş olanlardan hiçbir şey onsuz olmadı” denir. ŞEYH BEDRETTİN ise, çağdaş bilimde “temelde bulunan uzay-zaman birliği” olarak adlandırılan gerçeği; ”Evren’de Tanrı’dan başka bir şey yoktur” diye anlatmış 15.yüzyılda. Bilim ekliyor: “Böylece doğa’nın görünüşteki karmaşıklığının yerini, derindeki birlik alır.” Yine ŞEYH BEDRETTİN: ”Farklılık ancak dolayısı iledir ve kavramlardadır. Çokluk, hayallerden başka bir şey değildir. Belirdiği yerlerin, sayıca çok olması ile, Tanrı’nın da çok sayıda olması gerekmez. Her yerde ve her şeyde görünen aslında BİR’dir ve aynı şeydir.” Asıl adı; EBU’L –MUGİS HÜSEYİN BİN MANSUR EL-BEYZAVİ olan , 858 ile 922 yılları arasında yaşamış, görüşleri ve yaşamıyla tartışmalı değerlendirmelere konu olan ünlü mutasavvıf HALLAC’I MANSUR bu birliği, bu bütünlüğü “Ene’l –Hak” (Ben,Hakk’ım) sözleriyle ifade etmiştir. Hallac’a göre, bütün dinler aynı gerçeği dile getirir. Değişik adlarla anılsa bile, tüm dinler bir ağacın dalları gibi temelde birleşir. Amaçları aynıdır ve tümü Tanrı’ya aittir. Var oluşun oluşabilmesi için, öncelikle merkezi,temel ve ana bir enerji kaynağının var olması gerekmektedir. Ancak bu kaynağın enerjisi o kadar yoğun ve üstündür ki,yaratılanlar onu gerçek haliyle algılayamazlar, göremezler, bu gerçek onlara ağır gelir ve “yakar”. Bu nedenle bu “enerji” kendini indirger ve ikiye böler (Dualite…. artı ve eksi kutup), böylelikle de “kavranılır” hale gelir. Ana kaynak, hem kaydın yapılması (yaradılış), hem de daha sonra görüntünün yeniden oluşması (evrenin canlanması) için gereklidir demiştik. Var oluşun sürebilmesi için de, bu enerji kaynağının hiç kesilmeden sürmesi şarttır. Yani Tanrısal el, ortadan kalktığı an, bütün canlılık yok olacaktır. Enerji denizindeki her dışlaşma, yoğunlaşma ve biçim bulma, aynı anda orada mevcut olan bütün bilgi ve şekilleri de kendi bünyesinde barındırmaktaydı. Tanrı, yoğunlaşmanın hangi şekli almasını isterse, ışınını o frekansta ve o açıdan yolluyordu. Yoğunlaşan enerji de, üzerinde tüm bilgiler kayıtlı olmasına rağmen, yani potansiyel olarak düşünülebilen her şekli alması mümkünken, yalnızca kendisine gelen açıya uyum gösteren kodlarını biçime dönüştürüyordu. 3 ) Bütün bilgiler her an her yerdedir Eğer Evren Holografik biçimde organize olmuşsa, uzay-zaman koordinatlarının ötesine geçilmiş olmaktadır. Böyle bir planda; geçmiş, şimdi ve gelecek aynı yerde, aynı anda bulunmaktadır. Ayrıca ana Hologram plakasında yer alan her şey, plakanın bütün zerrelerine kadar yayılmış demektir. Uzay ve zamandan bağımsız olarak her birim, her türlü Evren bilgisini her an alabilir ve içinde hissedebilir, mistik olarak yaşayabilir. Ama bu ana bilgiden yararlanabilmek, kişilerin ruhsal olgunluk derecelerine ve de çok çalışmalarına, kendilerini geliştirmelerine bağlıdır. Yine ŞEYH BEDRETTİN diyor ki; ”Sonsuz olan gönül Evreni, boyuna, çağına göre bir yüz gösterir. İvediye gerek yok. Her yemişin bir çağı vardır, ancak iyice çalışmak, boş oturmamak gerek.” Bu bilgilerin ışığında, bize anlaşılmaz gibi gelen bir çok şeyi de açıklamak mümkün olmaktadır. Örneğin; telepati, önceden bilme, uzağı görme, falcılık ve benzeri olaylar, aslında var olan ve her an kullanıma açık bulunan HOLOGRAM plakasına kayıtlı bilgileri “başka bir gözle” görebilme yeteneğine dayanır. Paranormal fonksiyonlar, Enformasyon’un başka türlü değerlendirilmesinden başka bir şey değildir. Çünki tüm bilgiler, zaman ve uzay’dan bağımsız olarak, ” her an her yerdedir.” Bilim diyor ki: Açığa çıkan bağlantıların ışığında, yerçekimi gücüyle elektromanyetik güç, madde ile enerji, elektrik gücüyle elektrik alan ve uzay ile zaman arasındaki ayırımlar yiter. Bunların tümü EINSTEIN’ın Evren olarak belirttiği, dört boyutlu süreklilikte erirler. Böylece insanoğlunun yaşadığı dünya konusundaki bütün algıları ile gerçek konusundaki soyut çizgileri bir olur, Evren’in derinliğindeki temel birlik açığa çıkar. “Bütün algılar” ile “soyut sezgilerin” bir olması, insanın geldiği ilginç bir aşama olarak dikkati çekiyor. Başlangıcından beri birbirine karşıt gibi duran pozitif bilim ile sosyal bilimler ve akıl ile gönül ilk kez aynı noktada buluşmaktalar. Nitekim tarihe göz attığımızda, bir çok konuda sezginin, bilimin önünde gittiğini görüyoruz. BUDDHA; “Ruh hep önde gidendir, madde onu yakalayıp dünyaya çekmeye çalışır ” demişti. 16.yüzyılda ülkemizde yaşayan bir halk ozanı olan MUHİDDİN ABDAL’da; “Muhiddinem,dervişem / Hak yoluna girmişem / Onsekizbin alemi /Bir zerrede görmüşem” diyor ve bilim burada sözü edilen bilgilere ancak Yüzyıllar sonra varabiliyor. Gerçeğe varmada; felsefe bilimden, şiir ve sezgi de felsefeden önde geliyor. Son zamanlarda bilimin yaptığı aşama ve Evren’in Holografik kavranışı, artık sezginin bilimi, bilimin de sezgiyi dışlamadan hareket etmesine yol açacak gibi görünüyor. İnsana hayatta bir çok şey, anlaşılamaz, garip ve bilinemez gibi gelir. Oysa bu, insanın duygularının ve algılarının zayıflığından doğmaktadır. Ayrıca, yine insanın kendi eseri olan bilimin ve onun getirdiği açıklamaların yetersizliği de buna eklenir. Yoksa,bütün olup bitenler anlamlıdır. Hepsinin bir nedeni ya da gerekliliği vardır. Evren’de dengesizlik, adaletsizlik ve hata yoktur. Önemli olan, bu güzellikleri ve adaleti kavrayabilecek ve de onlara uyum gösterecek olgunluğa erişebilmektir. Tanrı ne isterse, o oluyordu. Taş, Ağaç, Hayvan veya İnsan. “Tüm bunlar neden.?” diye sordular bu can ve biçim kazananlar. Yanıtı şöyle geldi: “Bilinmeyi diledim, onun için yarattım. Hepimiz birdik,ama sizler bunun bilincinde değildiniz. Şimdi hepiniz, sizde mevcut olan bütün potansiyel bilgileri deneyimlemek, yaşamak ve kendinize mal etmek zorundasınız. İşte ondan sonra, birbirinizden kopuk olmanın, yalnızlığın ve ayrılığın acısını içinizde duyacak, deneyimlerinizle giderek bütüne daha çok yaklaşacak ve bu kez bilinçli olarak ve isteyerek, yeniden bir ve bütün olmayı düşüneceksiniz. O an,yüzünüzü bana çevirdiğiniz an olacak ve yeniden (bu kez bilinçli olarak)” bir olma“ yolculuğuna çıkışınız başlayacak. Parçalanma döneminin sonunun geldiğini, bir çok işaret size anlatacak. Dünyayı, evreni ve her şeyi birbirinden ayrı olarak ve makina gibi muntazam işleyen bir düzen içinde algılayıp-anlamaktan, bütünsel gerçeklik kavrayışına doğru yapacağınız sıçrama, yuvaya dönüş yoluna girdiğinizi ve yeniden birleşeceğimiz güne yaklaştığınızı size gösterecek. Önce ayrılın, deneyimleyin. Sonra gerçeği fark edip, yönünüzü değiştirin. Sizin için en önemli gösterge “yolda olmak” ve “yönünüzü bütünselliğe doğru çevirmektir.” HOLOGRAM.. Ya da HOLOS GRAPHOS.. Bütünselliğin Yazılımı… Fizikten Felsefeye uzanan bir yol mu.. Yoksa bir Evren Yasası mı….? Sonad Pelit YARARLANDIĞIM KAYNAKLAR
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|