Oğlumla New York'un Brooklyn İskelesi'nden Hürriyet Heykeli'ni seyrediyordum. Neredeyse dokunabileceğim kadar yakından geçen karpuz kıçlı çatanaları görünce coştum. Kabataş-Üsküdar arası dolmuş yapan tekneleri anımsatmıştı.
“Şuna bir el atmak isterdim.”
“Aman ha baba! Kaptanı Laz olabilir! Namusuma el attın diye yakana sarılır sonra!
“Bize caka satar gibi boyuna düdük çalıyor ama!”
“Dertlinin birisidir belki de!”
O gün gördüğüm çatanadan sonra karpuz içimde kütürdemeye başladı.
Ortaokulda ikmale kalınca; babamın bana açtığı karpuz sergisinin, başımda kabak gibi patlamasını hiç unutamam.
Her şeyde Ayçelen’in yüzünü gördüğüm yıllardı.
Elbette top atacaktı karpuz sergisi!
Sevgili Deniz Kızı “çok güzel bir karpuz güzellemesi” dedi.
Bilmiyorum.
N. Z.
KARPUZ
Babam bana karpuz sergisi açtı,
ortaokulda ikmale kaldığım yıl.
Müşteri beklerken;
karpuzlarla konuşur,
okşardım yuvarlaklığını.
Birine sarıldığımda;
küsmesin diğerleri
tek tek kucaklar,
yorgunluktan uyuyakalırdım.
Uzaktan tanırım;
hamını,
bal kırmızı olanı.
Karpuz mevsimi;
Sydney Flemington Market’e
kendilerine seçmem için
beni de götürdü arkadaşlar.
Hayretle baktılar;
fiskelerken,
karpuzlarla konuştuğum için.
Tuhaflaştılar;
tombul tombul,
onları tapışladığımda.
Kabuğu güneş yanığı;
yatmaktan bir yanı topraklı,
olanı seçince,
şaşırmadı Lübnanlı karpuzcu.
Bana yabancı olmayan,
kösnülü bir sesle sordu:
“Bıçak ister misin?”
Kütürdeyerek yarılmasını;
gözleri faltaşı seyretti arkadaşlarım.
Saygıyla dinlediler,
ağız şapırtımızı Lübnanlıyla benim.
Dişlerimizin arasında ezilen,
çekirdeklerin çıtırtısını.
Nihat Ziyalan
Sydney 2009