|
|
Hep Aynı TeldenKategori: Ayorum Güncel | 1 Yorum | Yazan: Gündoğdu Gencer | 29 Ağustos 2009 05:52:10 Birkaç haber: Ergenekon davasının 3. iddianamesinin ek klasörleri arasında yer alan bir raporda, Fuat Saka'nın Yunan istihbaratı tarafından "Lâz milleti" yaratmak için kullanıldığı öne sürüldü. (Fuat Saka'dan yanıt: "Lâzca türkü söylemek devlet kurmakla eşleştiriliyorsa, o zaman İngilizce söyleyen herkes de, İngiliz devleti kurmaya çalışıyor demektir" - ya da Amerikan devleti diyelim).
Sezen Aksu Tunceli’deki bir şenlikte Kürtçe şarkı söylediği için saflıktan hainliğe kadar çeşitli suçlamaların hedefi oldu. Prof. Dr. Batum, “Zülfü Livaneli ve Sezen Aksu'nun da kafasını karıştırdılar, onları da kandırdılar” dedi. Sezen Aksu’nun babası 82 yaşındaki SamiYıldırım’ın Başbakan Erdoğan’ın hemşerisi, yâni Rizeli olduğu, Gülen’le ilişkisi olduğu, 1979 yılında emekli olunca Gülen’in Özel Yamanlar Koleji’nin müdürü olduğu yazılarak lâf, “bundan ne beklenir?”e getirildi. İdil Biret’in Topkapı Sarayı 1. Avlu’da Whitehall Orkestrası ile verdiği konser öncesi, Vakit gazetesinin “Bir ülke böyle yıkılır - Mukaddes avluda şarap küstahlığı” başlıklı haberinin ardından Alperen Ocakları üyesi bir grup ellerinde Doğu Türkistan bayrağıyla slogan atarak tekbir getirmiş, konser afişlerini yırtıp yakmıştı. Polis saatlerce müdahale etmeden seyretmişti. Cem Mansur yönetimindeki Ulusal Gençlik Orkestrası’nın keman virtüözü Ayla Erduran’la 18 Ağustosta yine Topkapı Sarayı’nda vereceği konserle ilgili olarak Vakit gazetesi Klasik Batı Müziği, ‘kilise müziği’, ‘Hıristiyan müziği’ olduğu için ‘İstanbul’u alıp kiliselere son veren atalarımızın mekânında’ çalınmasının ve dinlenmesinin caiz olmadığını buyurdu. Asıl “gayrimüslim” kaynaklı müziğin Bizans’tan tercüme edilmiş ve havra müziğinden esinlenen Osmanlı müziği ve onun devamı olan “alaturka”, ya da şimdiki özentili adıyla “Türk Sanat Müziği” olduğunu bu cahillerin bilmesini beklemek elbette abestir. Ayrıca Türkiye topraklarında yüzyıllardır çalınıp söylenen halk müziğinin kaynaklarının Türkiye insanlarının etnik çeşitliliğini yansıttığını, Türk, Rum, Ermeni, Kürt, Arap, Laz vs. kökenli olduğunu, alaturka müziğin en büyük ustalarının Ermeniler olduğunu, ya da popular Arabesk müziğin Arap müziğinin kötü bir kopyası olduğunu bilmemeleri de bu kişilere yakışır. Atatürkçü geçinen ırkçılar Mustafa Kemal’in 1930’da “Bunlar hep Bizans’tan kalma şeylerdir. Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir” dediğini de bilmeyebilirler. (“Anadolu halkı” sözüne dikkatinizi çekmek isterim.) Stanford Üniversitesi’nin bir araştırmasına göre, Anadolu’da yaşayan insanların genleri şöyle: J geni (Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Balkan): Yüzde 33.8 R geni (Avrupa): Yüzde 24 E geni (Afrika ve Güney Avrupa): Yüzde 11.4 G geni (İran ve Kafkas): Yüzde 11 I geni (Kuzey ve Doğu Avrupa): Yüzde 5.2 L geni (Hindistan): Yüzde 4.2 N geni (Sibirya ve Finlandiya): Yüzde 3.9 C, Q ve O geni (Orta Asya): Yüzde 3.4 K geni (Pakistan): Yüzde 2.5 A geni (Afrika): Yüzde 1 Bu arada İkinci Dünya Savaşı’nı çıkaran ırkçı Almanların genetik yapısında ise sadece yüzde 25 Cermen genleri bulunduğu ve hatta genlerinin yüzde 10’luk bir kısmının da Yahudi ırkından geldiği de belirlendi. Tabii ki bu araştırma da Türkiye insanının tektip olduğunu ya da olması gerektiğini savunanlarca ABD’nin Türkiye’yi bölme plânının bir parçası olarak değerlendirildi. 1907 doğumlu Adnan Saygun’un, 1906 doğumlu Ulvi Cemal Erkin’in, 1904 doğumlu Cemal Reşit Rey’in, 1906 doğumlu Ferit Alnar’ın, 1908 doğumlu Necil Kâzım Akses’in genç Türkiye Cumhuriyeti tarafından çağdaş Türk müziği öncüleri olarak 18-20 yaşlarındaki gençler olarak teşvik gördüğünü, eğitimi olanakları açıldığını unutmuşuz ne yazık ki. İnsan bu bestecilerin yazdığı müzikleri dinleyip bugün (Fazıl Say, Zülfü Livaneli, Sezen Aksu, Fuat Saka ve başka sayılı saygın müzisyen dışında) müzik adı altında kafamızı şişiren gürültülere tahammül etmek zorunda kalınca “nereden nereye gelmişiz” diye hayıflanmadan edemiyor. Batı müziğinin çoksesliğine karşı yüzlerce bağlama ile tek sesli müzik yaparak “bakın bu da çok sesli, ne kadar saz var” savunmasıyla ortaya çıkanları da bir kenara bırakalım. Çok sesli müziğin özelliği “armoni”dir. Yâni herbiri “ayrı telden çalan” müzik aletlerinin birbiriyle uyum içinde olması ve ses zenginliği yaratmasıdır. Ve bir yandan dinciler, bir yandan ırkçılar, bir yandan militaristler bu ses zenginliğini hazmedemez ve hepimizin hep bir ağızdan hep aynı melodiyi söylememizi isterler. İstemekle kalmaz, dayatırlar. Müzik seçimimiz hayat görüşümüzü yansıtır. Arabesk müziği yeğleyenlerimiz kişi olarak güçsüzlüğümüzü vurgulayan, kaderin, talihin yaşamımızı belirlediğine inanan kişilerdir. Teksesli müziğin savunucuları hepimizin aynı düşünmemizi, aynı biçimde davranmamızı isteyen, çoğulculuğa tahammülü olmayan kişilerdir. Elbette halk türküleriyle, ya da alaturka şarkılarla büyümüş isek çoksesli müziğe alışmamız, bundan zevk almamız kolay olmaz. Ama dar kafesimizden çıkmanın, dar kafamızı açmanın yolu gerek müzikte, gerekse topluma bakışımızda çoksesliliğe geçmemiz, bunun zenginliğinin ayırdına varmamız, bundan zevk alacak düzeye geçmemiz, kısaca insan olarak evrimleşmemizden geçer. Değişik olan herşeyi bir tehdit olarak görmek yaşamı hem kendimiz, hem de başkaları için daraltır, sonunda paranoyaya kadar varır. Yukarıdaki Fuat Saka örneği bunun en güzel örneğidir. Paranoyak kişilerden oluşan bir toplum da sağlıksız, paranoyak bir toplumdur. Baskıcıdır, dayatmacıdır, çünkü aynı telden çalmayanlara tahammülsüzdür. Böyle bir toplum da sağlıksız bireyleri besler. Son analizde eğer önemli olan insanın mutululuğu ise böyle teksesli bir toplum mutsuz bireylerden oluşur ve bireyin mutsuzluğuna yol açan teksesliliği kurumsallaştırır. Gelin hep birlikte ve teker teker Adnan Saygun’u, Beethoven’i, Fazıl Say’ı, Şostakoviç’i dinleyelim.
Yorumlareflatun acaroglu
{ 02 Eylül 2009 13:45:44 }
irkcilik artik, yeni icat edilen nefret suclarina donustu.....
Diğer Sayfalar: 1.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|