A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Bir Taş Hikayesi

Kategori Kategori: Yaşam | Yorumlar 5 Yorum | 07 Ağustos 2009 11:00:34

30 Temmuz 2009 Perşembe, 15:30 suları. Çin'li arkadaşlarımla Eastlands'de Çin Masajı yaptığım saatler. Tam o sırada Fahri arıyor ve bana harika haberi veriyor, ABC Çocuk Yuvası'nın Kuzey Hobart Şubesi beni aramış işe başlamam için. Telefonumu bekliyorlarmış ne zaman başlıyabilirim diye sormak için. Havalara uçuyorum. Bu benim tam dört aydır beklediğim telefonun ta kendisi.

27 Mart'da beni görüşmeye çağırmış ardından da bir kontrat imzalatmışlardı. Onlar beni arayacak ben de hop diye gidip başlayacaktım yuvadaki görevime. İşi o kadar ciddiye almıştım ki Hobart Devlet Kütüphanesini altüst etmiş, bir dolu çocuk şarkıları bulmuş hatta bazılarını udum ile çalmayı bile denemiştim. Sonuç harikaydı. Ud hiç şüphe yok ki gitara oranla çok daha zengin tınılı bir saz. Bu hem yapısından hem de tel sayısından kaynaklanıyor olmalı. En basit parçada bile harikalar yaratabiliyor. Neyse ben böyle hevesle çalışırken baktım ki beni arayan soran yok. Ancak düzenli olarak e-postama ücret bordrom yollanıyor, her iki haftada bir. Alacak yerinde ise şöyle bir içler acısı görünüm var "$ 00.00".

Ben bu işten tam ümidi kesmişken yine Fahri koşuyor imdadıma; salı günü elinde bir gazete ilanı çıka geliyor. Aaa o da ne? ABC Çocuk Yuvası yeni bir ilan vermiş, yine eleman arıyorlar. Şaka gibi. Hemen kapıyorum ilanı ve Yuva'nın Melbourne merkezini arıyorum. "Madem çalışacak kişiye gereksinimiz var da beni niye aramıyorsunuz tam dört aydır?" diye hesap soruyorum. Beni geri arayacaklarını söyleyip kapatıyorlar. Geri aramaları tam iki gün sürüyor ama olsun. Şimdi buralıların yaptığı gibi kollarımı dirsekten kırıp, ellerimi yumruk halinde havaya kaldırıp  iki eski model sifonu aniden çeker gibi yapıp "YES YESSS..." diye bağırmanın tam  zamanı. Aynen öyle yapıyorum zaten. Burası Avustralya olduğu için kimse de öyle tuhaf tuhaf bakmıyor, alış veriş merkezinin tam ortasında da olsam. Hemen ardından verdikleri telefonu arıyorum ve Christine ile konuşuyorum. Bana ne zaman müsait olduğumu soruyor ben de "Siz ne zaman isterseniz ben gelirim ama mümkünse Çarşamba olmasın" diyorum. Çünkü her Çarşamba RSPCA'da Eşek Jimmy, köpek Buddy ve domuz Paris ile randevularım var. Onlardan nasıl yuvaya başlıyorum diye vazgeçebilirim ki... Neyse sonuçta Pazartesi, Salı ve Perşembe günleri olarak çalışma günlerim belirleniyor. Telefonu kapatırken ağzımı kulaklarımın yanından almakta hayli zorlanıyorum. Çok mutluyum çok.

30 Temmuz 2009 Perşembe 16:15. Çin'li arkadaşlarımla Eastlands'de Çin Masajı yaptığım saatler. Tam o sırada sol yanıma bir yumruk yemişçesine irkiliyorum. Offf... Bu ne ağrı. Gaz sancısı mı acaba? Derken bir mide bulantısı ardından. Hemen kendimi tuvalete atıp midemi rahatlatıyorum ama iki büklümüm ve doğrulamıyorum. Çaresiz yere diz çöküyor ve bir süre bekliyorum. Sonra derin nefesler alarak kalkmayı deniyorum, tamam şimdi daha iyiyim, ağrı hala orada ama dayanılmıyacak gibi değil. Gidip ter içinde kalmış pancar  suratımı yıkıyorum. Soğuk su iyi geliyor, ardından işe geri dönüyorum. Evet kesinlikle daha iyiyim. Ancak bu iyi hal on dakika kadar sürüyor yine içimi buran bir ağrı ve ardından mide bulantısı. Koş tuvalete dön işe, bu böyle olmayacak. Çinli arkadaşlarım endişeli, kendi aralarında bir şeyler konuşup yatırıyorlar beni bir masaj masasının üzerine. Üstümü örtüp dinlenmemi söylüyorlar. Ben bu arada Fahri'yi arıyorum araba kullanmaya cesaret edemiyeceğim için gelip beni almasını rica ediyorum.

Bu arada beynim sürekli çalışıyor, ben bu ağrının ne olduğunu biliyorum da kondurmak istemiyorum. Bu yaramaz bir böbrek taşı, "tam da zamanını buldun beni terketmek için" diye sitem ediyorum ona. "Ama haklısın" diye devam ediyorum içimden "burası o kadar soğuk ki değil senin, böbreğimin alıp başını gitmediğine şükretmek gerek." Ve orada sol böbreğime söz veriyorum "En geç bir yıl içinde seni Datça'ya götüreceğim ama  sen de idare et biraz" diyorum. Anlıyor sanki, birden sakinleşiyor. Sonuçta Fahri ile eve dönüyoruz. İyiyim, sol yanımda bir hassasiyet var ama o kadar.

Gece saat 01:00 de herşey çılgınlaşıyor, ağrı nefes aldırmaz oluyor ve hemen Fahri beni kaptığı gibi Hobart Devlet Hastanesinin aciline getiriyor. Bir idrar tahlili istiyorlar. Örneği gördüklerinde ise bana deli gömleğine benzer bir şey giydirip hemen yatırıyorlar. Ardından damardan bir ağrı kesici yapıyorlar ohh rahatladım ya, o kadar iyi hissediyorum ki kendimi. Sonra bir sürü doktor teker teker gelip hep ayni şeyleri soruyor ve not alıyorlar, ya bunların arasında bir iletişim problemi var, ya da benim zeka seviyemi ölçüyorlar diye düşünüyorum. İngilizce aksanlı ya. Sorular şunlar "Ağrı ne zaman başladı? İlaç aldım mı? Hangi ilaçları aldım? Belli bir ilaca alerjim var mı? Kaç yaşındayım?" Şimdi bunlara "Ben Kızılay'daki Gökdelenin temelinin atıldığı günü bilirim" desem anlamıyacaklar onun için 55 diyorum. Tam 55 yaş 3 aylığım. Neyse tansiyonum ölçülüyor, ağızdan bazı ilaçlar veriliyor ve sabah bende ağrıdan eser kalmıyor. Bu taş bildiğim kadarı ile bu kadar kolay pes etmez ama, sanırım konuşmam etkili oldu diye düşünüyorum. Pazartesi işe başlıyacağım ya idare ediyor işte. Aferin ona.

Saat 07:30'da beni yolcu ediyorlar acilden, yine bir problem olursa mutlaka gel diyorlar. Olmaz olmaz, hiç merak etmeyin siz. Fahri ile eve dönüyoruz. Yok yok iyiyim hele pazartesiye kadar turp gibi olurum. Bir güzel dinlendim mi hafta sonu bu iş tamamdır. Gece 23 sıralarında içimdeki ihanet şebekesi yine azıp kudurmaya başlıyor. Herşey başa dönüyor, mide bulantısından  o korkunç ağrıya kadar. Bir ümit küvete sıcak su dolduruyoruz ve ben içine atlıyorum, zınk diye ağrı anında kesiliyor ohh Dünya varmış. Çıkıyorum küvetten yatağa yatıyorum 5 dakika sürüyor rahatlamam, hemen geri dönüyor herşey. Sabaha kadar küvetle yatak arasında mekik dokumaktan bitkin düşmüş bir şekilde küvette uyuyakalıyorum. Ağzıma sular girmeye başlayınca hemen fırlayıp giyiniyorum ve yeniden acilin yolunu tutuyoruz. Yoksa bu böbrek Datça'yı biraz  zor görecek.

Bu kez daha ciddiye alıyorlar işi. Bir scan alıyorlar örnegin, ardından da bir röntgen filmi. Tekerlekli yatağımda giderken aklıma filmlerdeki hastane sahneleri geliyor. Tek gördüğüm tavandaki sıra sıra lambalar. Birbirlerinin peşi sıra kayıp kayıp gidiyorlar. Kameramanı düşünüyorum o an ve çok komik geliyor pozisyonu. Ardından beni 5. kattaki 2 numaralı koğuşa götürüyorlar. Koğuş arkadaşım Jenny isminde Dünya tatlısı bir ihtiyarcık. Hemen dost oluyoruz. Bu arada hemşireler damarlarıma bayılıyorlar. Hepsi de mavi mavi ve onları hiç üzmeden cuk diye oturuyor soktukları iğneler. O zaman anlıyorum bu deli gömleklerinin işlevini. Her yanları çıt çıtlı, iğne nereye batırılacaksa oradaki çıt çıt açılıyor o kadar. İlginç. Neyse ardından 36 saat önce sorulan sorular yineleniyor. Yanıtlarımda bir değişiklik olmuyor doğal olarak. "Ben ta Kızılay’daki gökde... pardon 55" şeklinde. Bir ara alyansımı bantlıyorlar, takma dişim olup olmadığını soruyorlar ki, o an anlıyorum işin ciddiye bindiğini. Evet bunlar kesin beni ameliyat edecekler. Zaten doktorum da biraz sonra gelecekmiş. Aman gelsin de biran önce bitirsin şu işi pazartesi saat 11.00 de ABC de olmalıyım. Çocuklar bekler.

Gece yarısından çok sonra doktorum arz-ı endam ediyor. Almanmış. Adını şimdi tövbe hatırlayamam. Önce durumum hakkında bilgi veriyor. Ürettiğim taş biraz büyükçe imiş ve bunu düşürmem pek olası değilmiş onun için ameliyatla alacaklar. Hemen bir resim çiziyor elindeki kağıda. İşte bu böbrek, bu idrar torbası şu da taş. "Hımm" diyorum. "Peki". Ardından bana ameliyatın ne kadar tehlikesi var ise bir bir sayıp dökmeye başlıyor, genel anastezi risklidir ama yapmalıyız, taşı alamıyabilirim ama denemeliyiz falan. Sonunda da bana bir kağıt uzatıyor imzalamam için, bu dediklerinin tümü o kağıtta yazılı. Yani risk bende. Sevgili doktorumun hiç risk aldığı yok. Gözünü seveyim ülkemdeki doktorların. Örneğin bir beyin cerrahı akrabamız var, onun bana bir beyin ameliyatını anlatışı vardı ki, inanın "ya ben de mi olsam" falan dersiniz onu dinleyince. O kadar kolay yani. Neyse sonuçta  doktorumla ertesi sabah ameliyathanede buluşmak üzere ayrılıyoruz. O evine giderken ben de uykuma geri dönüyorum.

2 Ağustos 2009 Pazar, saat 7.15. Hemşire Theresa şen şakrak giriyor odamıza. Yanında da bir erkek hemşire, beni alıyorlar ve Operation Theatre' a götürmek üzere hazırlamaya başlıyorlar. Aman Tanrım, burada ameliyathaneye tiyatro diyorlar. Bunu ilk kez duyuyorum. Bende bir anlamsız sevinç ki hiç sormayın. Tiyatroya gidiyoruz ciddi ciddi. Başrol eğer benim sol böbreğimdeyse, yardımcı rol böbrek taşıma verilmiş olmalı, yönetmen de Alman doktordan başkası olamaz diye düşünüyorum. Evet şimdi daha rahatım. İşte tiyatroya vardık bile. Tüm spotlar sahne olarak hazırlanmış ameliyat masasının üzerine düşürülmüş. Beni incitmeden kaydırıyorlar oraya. Bir yandan da bilgilendirilmeye devam ediliyorum. Narkozitörüm gencecik bir kız. Bana önce sakinleştirici bir iğne yapıyor, ardından oksijen maskesini yüzüme kapatmadan önce doktorumun geleceğini söylüyor. İğne o kadar sakinleştirici ki gerçekten sahne heyecanı falan hep uçup gidiyor. Sonunda hayal meyal doktorumu görüyorum. Bana "Good luck" diyor. İşte kızıyorum o zaman. Ameliyatı yapacak olan kendisi, utanmadan bana 'iyi şanslar' diyor. Şaka gibi. "Good luck to you Doc" diyorum öfkeyle ve bu benim hatırladığım son şey oluyor.

Gözlerimi açtığımda yatağımdayım. Kollarımda  serumlar burnumda oksijen hortumları. Ama mutluyum. "Umarım iyi bir performans çıkartmışsındır" diyorum sol böbreğime usulca, "Beni mahçup etmedin değil mi?" Onun yerine Hemşire Theresa yanıtlıyor sorumu "Ameliyat çok başarılı geçti taş alındı." Tamam artık bu böbreği Datça'ya götürmek şart oldu diye düşünüyorum.

Hastanede kaldığım iki gün boyunca Theresa'yla arkadaş oluyoruz. Yüzünün gülmediği tek bir an yok. Oysa o kadar ağır işçiler ki buradaki hemşireler. Hastadan hastaya bıkmadan usanmadan koşup duruyorlar. Kimini yıkıyorlar, kiminin yatağını yapıyorlar, kiminin serumunu takıyor kiminin yarasını temizliyorlar. Günde 3 vardiya çalışıyorlar ve Theresa hep gülümsüyor. Gerçekten de inanılmaz bir kadın. Bir çiftlikmiş evleri; üç çocukları, iki köpekleri, iki de atları varmış. Son atları Lucy'i RSPCA'den almışlar. İlk sahipleri, 3 yaşındaki Lucy'i yeterince  hızlı koşamıyor diye bir köpek maması fabrikasına götürdükleri sırada RSPCA tarafından yakalanmışlar. Oradan da  Theresa evlat edinmiş bu Dünya güzeli kısrağı. Artık Lucy Theresa'nın yatak odası penceresinin hemen yanında uyuyormuş geceleri.

Oda arkadaşım Jenny ise sanırım 80 lerinde. Tertemiz yüzlü tatlı mı tatlı minicik bir kadın. Onun da 6 çocuğu varmış. Sağ bacağında kangren teşhisi ile gelmiş hastaneye. Ağrısı var ama her gün biraz daha iyileştiğini söylüyor doktorları. Ben orada iken oğulları ile kızı geldi ziyaretine. Kızı talk pudrası ile bir el losyonu getirmiş, nasıl heyecanlandı anlatamam. Durup durup soruyor bana 'Bunlar iyi kalite değil mi?' diye. Ben ise hayatımda ilk kez gördüğüm markalara bakıp 'Evet çok iyi kalite bayağı pahalı olmalı' diyorum. Bir seviniyor ki görmeniz gerek.

Odamız Tasman Köprüsü manzaralı. Ancak köprüyü görebilmek için yatağın üzerine falan çıkmak gerekiyor. Tamam abarttım biraz, parmak uçalarınızda yükselseniz de olur. Çünkü pencereler oldukça yüksek. Belki de şöyle demeliyim, Tasman Köprüsü bizim oda manzaralı.  

Pazartesi sabahı saat 9:00 da, o gün niye işe başlıyamayacağımı açıklamak için Fahri ABC Çocuk Yuvası'nın yolunu tutuyor. Bir kaç saat sonra da ben arıyorum Christine'i, önce geçmiş olsun diyor ardından da eşimi gönderip sonra da telefon edip kendisini haberdar ettiğim için  teşekkür ediyor. Benim kadroda olduğumu, hazır olduğumda başlayabileceğimi söylüyor.

6 Ağustos 2009 Perşembe günü umarım o çok sevdiğim çocuklarla yine birlikte olabileceğim. Üstelik başarılı bir aktör olduğunu son günlerde hakkıyla kanıtlamış sevgili sol böbreğimle birlikte. Yaşasın.

Şule Sencer Töreci
5 Ağustos 2009
Hobart  
 
 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 2 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

ince { 21 Ağustos 2009 20:05:16 }
geçmiş olsun.
Nılgün { 10 Ağustos 2009 09:51:16 }
Hemşireciğim,
Ankaradan selam,
Ne şanslı bir taşmış, böyle güzel uğurlanmak her böbrek taşına nasip olmaz.
Çok geçmiş olsun, dilerim en kısa zamanda eski formuna dönersin.
Sevgiler, Çok öpüyorum
Melda Omay Özdamar { 07 Ağustos 2009 23:58:50 }
Böbrekli/böbreksiz/taşlı/taşsız
Datça seni bekler sakin ve telsşsız
Gidenler elbet döner diyor bilgece
Hele dolunay gülümserken biraz da muzipçe
Dön gel yuvana
acilen
kaldık buralarda sensiz...
(uyduramadım kafiyeyi idare et, tekrar geçmiş olsun kardeşim)
Ozgul Tuzcu { 07 Ağustos 2009 17:22:41 }
Bir bobrek tasini ancak siz boyle anlatabilirdiniz. Gecmis olsun. O bobrek gercekten Datca'yi haketmis. Sevgiler.
Gündoğdu { 07 Ağustos 2009 12:47:02 }
Sevgili Şule,
Böbrek taşı bahanesiyle de olsa, Hobart''tan da olsa, yazıyla da olsa sesini duymak çok güzel. Geçmiş olsun. Datça''ya giden yol Sydney''den geçer mi acep?
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git