|
İlkokul YıllarıKategori: Bir Ressamın Yaşamı | 2 Yorum | Yazan: Cemil Eren | 30 Temmuz 2009 12:56:56 O yıllar her evde bir kuyu vardı; su kuyudan çekilirdi. Kuyu soğutma işine de yarardı; buz dolabımız olmadığı için karpuzu kovanın içine kor kuyuya sallardık. Bir iki saat orda durunca buz gibi olurdu karpuz. Kovayı dikkatli çekmediğimiz zaman veya ipi koparsa düşerdi. Bir gün kuyuya kedi düştü, orda öldü. Bir daha kuyudan su içmedik. Birkaç ay sonra da Bahtiyar babam kuyuyu toprakla doldurdu.
Cumhuriyet İlkokulu Tifo olduğum yıl okula başlayabilecektim ama hastalanınca göndermediler. Ertesi yıl, ortaokul öğrencisi olan Haydar ağabeyim görevlendirildi okula kayıt işlemleri için. Bulanık olarak anımsıyorum, önce nüfus memurluğuna gidip nüfus cüzdanı çıkarttık, sonra da okula kaydımı yaptırdı ağabeyim. Cumhuriyet ilk okulu iki katlı bir konaktı. Alt katta derslikler, üst katta da büyük bir salon vardı. Üç sınıflıydı, üst katta toplantı salonu ve Başöğretmen odası vardı. Merdivenlerden çıkınca hemen soldaydı; oraya girdik ve kaydım yapıldı. Okulun başlama günü söylendi ve okula gittim. O günü görür gibiyim. Tanımadığım bir sürü çocuk. Okulun büyük bir bahçesi vardı, ilkin orada görüyorum kendimi. Sonra zil çalııyor, okul hademesi eline saplı bir zil almış sallayıp duruyor. Koşa koşa dersliklere giriyoruz. Öğretmen Kadir bey. Yerlerimizi gösteriyor. Önce Behire’nin yanına mı oturtmuştu beni, Behire sınıfın en iri ve en güzel kızıydı. Mahcup, sıkıntılı bir çocuktum. Sonra başka sıraya mı oturtulmuştum? Bir gün de öğretmenimiz gelip benim yanıma oturmuştu. Yana çekilmiştim, o daha da kaykılmıştı bana doğru; benimle dalga geçtiğini anlamıştım. Baş öğretmenimiz arada bizi salonda toplar, keman çalarak onuncu yıl marşını öğretirdi. Sanıyorum onuncu yılda başladım ilk okula. Cumhuriyet bayramı çok görkemli kutlanmıştı. Kentin her yerine Taklar kurulup, binalar bayraklarla donatıldı. Kentin ana caddesinden onuncu yıl marşını söyleyerek geçtik: Çıktık açık alınla on yılda her savaştan... diyerek çınlatıyorduk ortalığı. Meydanlarda nutuklar atılıyor, öğrenciler manzumeler okuyordu. Ellerimizde cumhuriyet bayramını kutlama pankartları taşıyorduk. Bütün köylerden de atlılar katılıyordu. Onuncu yılda mıydı, daha sonra mıydı, babam da gelmişti atlar üzerinde köylülerle birlikte; törenden sonra da anamın evine gelmişler ve anam onlara yemek hazırlamıştı. Bazı günler tırnak muayenesi, bit muayenesi yapıldı; bit bulunduğu olurdu çocuklarda. Okulda üzerimde bit bulunmamıştı ama evde çamaşırlarım kontrol edildiğinde bit çıkmıştı. Kaşındığım için gerekmişti çamaşırlarımı yoklamak. Kış günleri evde yıkanamazdık; banyomuz yok. Hava sıcaksa sayvanın altındaki ocakta su ısıtılır, bakır çamaşır leğeninde yıkanırdık. Arada bir hamama giderdik annemlerle. Hasan ve ben küçüğüz. Başlarımız ovalıya ovalıya yıkanırdı, başımızın derisi yüzülür gibi. Keselenmekten hiç hoşlanmazdım; zımpara kağıdı ile kirlerimiz çıkarılırdı sanki. Ya sabunlanmak! Su dökülmeden yanlışlıkla gözlerimi açıyorum; sabun gözlerimi yakıyor. Yıkanma işkencesi bitince hamamda oyunlar başlardı; oğlan çocuklar bir arada oynardık. Düz mermer taşların üzerinde kayar, saçlardan dökülen kılları yuvarlayarak yaptığımız toplarla oynardık. Saatler sürerdi hamam faslı. Bir ara evden getirilen dolmalar, turşular yenir, soğukluktaki şadırvanın başında; hamam yine devam ediyor. Öğleden önce girdiğimiz hamamdan akşam üzeri çıkardık, başlarımızda ağrılarla. Hamam günlerinde hiç şaşmaz, annemin migreni tutardı; o zaman migren adı bilinmez, yarım baş ağrısı denirdi. Başını alnından arkaya doğru, bir kaç kez katlanmış bir yemeni ile sıkıca sarar ve ağrısını dindirmeye çalışırdı. Biraz daha büyüdüğümüzde kadınlar hamama getirilmemize karşı çıkmışlardı. Babasını da getirseydin bari! Kadınlarla hamama gitme işkencesi böylece sona ermiş babamla gece hamamlarına gitmeye başlamıştık. Kadınlarla olduğu gibi saatler sürmez, kısa kesilirdi. Genellikle Eski Hamam’a giderdik. Hamama girince kubbeli büyük bir avlunun ortasında büyük bir şadırvan; etrafında oturup soyunulacak ahşap sedirler, onun dış tarafında da duvara bitişik taştan yapılma sedirler ve bir adette kapalı mekan, oturmak ve soyunmak için; hamamdan çıkınca da havlulara sarmalanıp azıcık kestirilecek yer. Limonlu çaylar da gelince hamamın keyfi başka olurdu. Şimdi bile Merzifon’a her gidişimde Hasan’la veya Kadir ağabeyimle mutlaka bir iki kere hamama giderim. Papaz Mehmet Anam da, annem de köy kökenli oldukları için köyden gelen konuklar eksik olmazdı. Eşekle veya atla gelirlerdi. Bahtiyar babamın evindeki ahır ineğe ait olduğundan, eşekler anamın evindeki ahıra bağlanırdı. Mehmet emminin de ahırı vardı, bir kaç basamak yerin altındaydı, eşekler girmek istemezdi. Ön ayaklarını direnmeye geçirince bir eşek, kimse onu aşağı indiremezdi. Yularından çekilir, gitmez; arkasından itilir, direnir, bir türlü aşağı inmez, en az üç kişinin uğraşması gerekirdi. Saatlerce uğraştıktan sonra adeta sürükleyerek aşağı indirilirdi. Mehmet emmimin ahırı çekici gelirdi; kış günleri orada oynardık. Sıcak olurdu. Ama emmim evde yoksa ancak o zaman girerdik ahıra. Mehmet emmime, Papaz Mehmet derlerdi. Çok sert, acımasız, kavgacı bir adamdı. Sık sık karısını döver, kafasını kırardı. Kıncağız kanlar içinde yere yıkılır, günlerce hasta yatardı. O zaman annem gider Emine yengeye yardımcı olurdu. Çok korkardık ondan. Sokakta göründü mü kaybolurduk. Ondan her zaman uzak olmak iyiydi. Ama zaman zaman karşılaşmak da kaçınılmazdı. Satı anama ve kardeşlerine borcu vardı; bazen Bahtiyar babam veya Satı anam ödesin diye beni ona gönderirlerdi. Daha ben sözümü tamamlamadan kükrer, “Ne parasıymış, ben para mı kesiyorum.” diye kovardı. Kimseyle kavga etmeyen Bahtiyar babamla bile bir kere sokakta bağrışmışlardı. Papaz, babalarından kalan koca ev, tarlalar, bağlar ne varsa hepsine el koymuştu. Kardeşlerine, anasına para vermeyi teklif etmiş fakat bu sözünü yerine getirmeyi bile hiç bir zaman düşünmemiş, hatta ana baba bir kardeşi Hüsamettin’i de uzaklaştırmıştı. Kardeşlerinden, bir de Nigar emem vardı; ama o Alaca’nın Büyük Camil köyünden Abidin beyle evlenip gitmişti zaten. Abidin bey deveciydi; köyün zenginlerindendi. Nigar emem çok seyrek gelirdi Merzifon’a. Geldiği zaman çok sevinirdik. Bir kaç gün kalır giderdi. Hüsamettin Amca Ailenin en şanssız adamıydı Hüsamettin amcam. Bizim evden birkaç ev aşağıda otururdu. Önce bir Tatar kızıyla evlenmiş, ondan Binnaz doğmuş. Binnaz’ın annesi ölünce de başka bir kadınla evlenmiş; ondan da Süheyla adında bir kızı olmuştu. İkinci karısı son derece edepsizdi; takma adı Deli Karınca idi, asıl adını anımsamıyorum bile. Amcamla veya komşularla sık sık kavga ederdi, başkalarıyla da ilişkisi olduğundan kuşkulanırlardı. Kızı da hırçın ve kavgacıydı. Amcamı severdim ama karısı ve kızı dolayısıyla evine pek gitmezdim. Nasıl oldu anımsamıyorum ama bir gün geldi, amcam o kadından ayrıldı, Merzifon’u terk edip Amasya’ya yerleşti. Orada başka bir kadınla evlendiğini duyduk. Arabacılık yapıyordu, zaman zaman Merzifon’a gelirdi. Çarşıdan Kadir ağabeyimle birlikte onnu yolcu ettiğimizi anımsıyorum; tek atlı arabasını, atına bir kamçı ile dokunarak hareket ettirip gözden uzaklaşmasını.... Hüsamettin amcamla ilgili çok anım yok. Bir tanesi anamın evinde; yukarı odaya çıkan merdivenin üst başında, “Çarşamba’yı sel aldı, bir yar sevdim el aldı” türküsünü söyleyişini hala duyar gibi olurum. Sigaradan paslanmış tenor sesine, üzünçlü yaşamına uygun yanık bir türkü idi söylediği. O türküyü ne zaman duysam, usuma gelse Hüsamettin emmimin kederli yüzü belirir gözlerimin önünde. Ailede onun kadar bana dokunan kimse olmadı sanıyorum. Subay olduğum yıl Ankara’ya da gelip Nigar ememin oğlu Hüseyin abinin evinde kısa bir süre kalmıştı. O sıralar sigara içmeye heveslenmiştim, ara sıra tüttürüyordum; amcamın yanında da içmiştim. Gördüğümüz terbiyede büyüklerin yanında sigara ve içki içilmezdi, ben ikisini de yapmıştım. Amcam ve Hüseyin abi birlikte rakı içmiştik; rakının da acemisi idim ve çabucak sarhoş olmuştum. Hala üzülürüm; bağışlayamam kendimi, gençlik küstahlığıydı yaptığım. Daha sonraki yıllarda yeni karısı ve ondan olan kızıyla Merzifon’a gelip yerleşmişti. Kadir ağabeyim, onları tamirhanesinin avlusunda bulunan bir odalı eve yerleştirmişti. Büyük atölyeye bekçilik yapıyordu. O evde kaç yıl kaldılar, bilemiyorum; ama Merzifon’a bir gelişimde mangal kömüründen zehirlenip öldüklerini öğrenmiştim. Harman Yeri Mehmet amcam evin arka tarafındaki tarlalardan birinde her yıl harman yeri kurar, düvenle, buğdayları saplarından ayırırdı. İki at koşulu düven on metre yarı çaplı bir daire üzerinde koşturulurdu. Ya kendisi yada harmancısı düvene atlar, ayakta, atlara vurur kamçıyı, deli gibi koştururdu. Düvenin arkasına çocukların binmesine sesini çıkarmazdı; ağırlık olunca taneler daha çabuk ayrılırdı. Akşam üzeri düven sürmeye son verilir, hafif bir rüzgar çıkınca ezilmiş olan tane ve saman yabalarla havalara savrularak birbirinden ayrılırdı; som savurmaktı onun adı. Taneler yakına düşer, saman biraz daha ötede birikirdi. Biz çocuklar da dağınık samanların bir araya toparlanmasına yardım ederdik. Hava kararıncaya dek sürerdi som savrulması. Emmimin iki kızı, iki de oğlu vardı; en büyükleri Menşure benden büyük, onun küçüğü Pakize benimle yaşıttı. Üçüncü çocuk Nadir’le aramızda belki üç yaş fark vardı. Kayın biraderinin oğlu Hüseyin de benim yaşıma yakındı. Hüseyin, Nadir ve ben düvene binenler arasındaydık. Kızların da oralarda olduğunu ve harmanın işlerine yadım ettiklerini anımsıyorum. Harman yerinin süpürülmesi ve zeminin temizlenmesi de ağır işlerdendi. Sıra harman yerini süpürmeye geldiğinde hava kararmış olur, biz çocuklar evin yolunu tutardık. Harman kurulunca bir de kelik yapılması şarttı; harmancı gece orda yatar ve harmanı beklerdi. Kelik’te daima ağaçtan oyulmuş bir testi içinde su bulunurdu; su çabucacık ısınır ve insanın hararetini almazdı. Yakında su kaynağı olmadığından su evden getirilirdi. Harman mevsiminde üzümler de yenecek olgunluğa eriştiğinden harmancı geceleri bağlardan üzüm aşırır yerdi.
Yorumlarnihat ziyalan
{ 31 Temmuz 2009 06:42:59 }
HEYECANLANDIRAN YAZILAR
BÖYLESİ YAZILAR BENİ HEP ÇOCUKLUĞUMA GÖTÜRÜR. HELE CEMİL BABANINKİ GİBİ SAMİMİ OLANI. ELİNE SAĞLIK USTA. DOSTLUKLA. Nihat Ziyala EDİP CEYHAN
{ 30 Temmuz 2009 15:31:57 }
Evin önündeki kuyunun suyunu içmek isterdim. Okul yıllarını anlatmaya başladığınızda önce Yaşar Ne yaşar Ne yaşamaz gibi olacak zannetim ama allahtan olmadı. Sizin çocukluğunuz benim öğrencilerimin şimdiki hayatına benziyor arada ki tek fark siz 10. yılda onlar 86. yılda aynı şeyleri yaşıyor.
Diğer Sayfalar: 1. Hamama ben hiç gitmedim Cemil Abi birgün benide götürür müsün, limonlu çay da isterim :) Çok samimi bir yazıydı çok beğendim (haddim olmayarak) teşekkürler.
Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|