A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Uğursuz Cuma

Kategori Kategori: Ayorum Güncel | Yorumlar 1 Yorum | Yazar Yazan: Tayfun Şahin | 19 Temmuz 2009 00:32:34

Yaşadığım İstanbul şehri her ne kadar dünyanın dört bir yanından milyonlarca insanı kendine çekse ve cömertçe güzelliklerini sergilese de onlara; ben bu şehrin hiç bir güzelliğini göremiyorum. Hemen her gün önünden geçtiğim 'Yere Batan Sarnıcı'na gitmeyeli 10 yıldan fazla oldu. Topkapı Sarayı'nı birkaç gün önce yapılan 'protesto' haberleri olmasa nerdeyse unuttum.

Kendimi ilk kuşak Almancılar gibi hissediyorum İstanbul’un orta yerinde. Hani filmlerde izlerdik ya; köyünden bin bir umutla Alamanya’ya giden Türkler evleriyle işyerleri arasında yıllar geçirir de yanı başlarında ki güzellikleri görmeden geri dönerler ya, ben de öyle hissediyorum işte.
Ancak benim bir kaç farkım var onlardan. Ben kendi ülkemde misafir gibiyim ve onların sabah uyanınca gidecekleri bir işleri varken benim yok. Galiba size anlatmak istediğim şey de, benim bu durumum.
 
Aslında her şey yolundaydı benim için. Türkiye’nin iyi üniversitelerinden birinden mezun olduktan sonra, bir süre işsiz kalsam da, en büyük şirketlerden birinde işe başlamıştım. O günler kendimi hayal dünyasında gibi hissediyordum, çünkü iş bulmak çok zordu ve ben adı çok büyük bu firmada, maaşı az da olsa, işe başlamayı ‘büyük bir başarı’ olarak görüyordum. Belki etrafımdaki insanlar da bu fikre inanmamı sağladılar, tepkileriyle ve söyledikleriyle. Aynı dönemde ‘kabul’ aldığım adı duyulmamış bir firmayı reddederken ‘aranan eleman’ olduğum hissine kapılıp, itiraf ediyorum, gururlanmıştım kendimle. Dedim ya, maaş çok az da olsa mutluyduk işte. İlk maaşımla aileme ufak hediyeler alınca, daha ayın yarısında param bitmişti, ama olsun, en azından bir işim vardı ve çok çalışırsam yükselebileceğimi söylüyordu herkes. İşin en güzel tarafı da; ‘Plaza’da çalışmaktı galiba. Çalıştıysanız bilirsiniz, plazaların ayrı bir havası vardır camiada. Şehrin en lüks yerlerine kondurulan, dev gibi binalarda çalışırken kendinizi o bina kadar güçlü ve özel hissedersiniz öyle olmasanız da. Hatta komik gelebilir belki ama daha küçük binalarda çalışan ve sizinle aynı maaşı alan arkadaşlarınızdan daha ‘havalı’ olursunuz sırf o yüksek binada çalışıyorsunuz diye. Ya da en azından öyle hissedersiniz kendinizce.
 
İşe başlayınca babam bana çok güzel takımlar almıştı. Biliyorum borçlandı o takımları almak için ama oğlunun kötü elbiselerle o şaşalı plazalara gitmesine gönlü elvermedi besbelli. Belki inanmazsınız fakat her bir takım elbise neredeyse bir maaşım kadardı. Yani maaşımdan biriktirerek almaya kalksam bir yıldan fazla beklemek zorunda kalırdım. Zavallı babam, her zamanki gibi fedakârlık yapıp, mahçup etmemişti beni ele, güne karşı. Doğrusu bu ya, yepyeni elbiseleri giyip, kösele ayakkabıları da geçirince ayaklarıma koşarak giderdim iş yerime. Benim gibi gencecik kızların ve erkeklerin arasında keyif içinde çalışırdım deliler gibi. İş yoğunluğu, uzun çalışma saatleri, düşük ücret, belirsiz kariyer yolu… hiç bir şey umurumuzda değildi. Çünkü bize anlatılan başarı hikâyelerinde ‘çok çalışan’ın ‘en tepeye’ gideceği söyleniyordu. Ve bizler gençliğimizin o kontrolsüz hırsıyla, gönüllü köleler olarak, kendimizi yırtarcasına çalışıyorduk.
 
Arada eğitimlerimiz olurdu bizim. Takım Ruhu, Coaching, Mentoring, Kalite Çemberleri ve daha nice teknik terimlerle anlatırdı ‘yöneticiler’ ya da ‘görevlendirilmiş’ iletişimciler bizlere; takım olarak çalışmayı, yardımlaşmayı ve dayanışmanın yarattığı sinerjiden ‘mükemmele’ ulaşmayı. Mesela ‘Mentor’ bizden daha tecrübeli ve bizim yaptığımız işi daha önce yapmış ‘deneyimli’ çalışanlardan seçilirken, ‘Kalite Çemberleri’ eğitiminde yöneticilerimiz anlatırdı bizlere ‘iş hayatının gerçeklerini(!)’.
 
“Biz bir aileyiz.” demişti müdürümüz bir eğitimde. Ve bir yılbaşı öncesinde çalışmaktan canımızın çıktığı bir gece “Aynı ailenin eşit fertleri olarak üzerimize düşen fedakârlığı yapmalıyız.” Diyerek coşturmuştu bizleri. Bedeni küçük, kelimeleri büyük müdürümüzün sözleriyle, gerçekten ailemiz için çalışıyormuşçasına devam etmiştik uğraşmaya rakamlarla ve evraklarla.
 
Yıllar böyle geçerken, aramızdan bazılarının bizim bilmediğimiz gerekçelerle ‘yükseltildiğine’, başkalarının ansızın daha iyi yerlere tayin edilmelerine şahitlik etsek de hepimiz çalışıyorduk deliler gibi. Ama sonra hiç beklemediğimiz bir Cuma günü, bazılarımızın adları okundu ‘toplantı’ için. Ve isimleri okunan bizler ‘hiç savsaklamadan’ mesai bitimine kadar çalışmıştık her zamanki gibi. Enerjimizin son damlasını da akıtıp toplantı salonunda yerlerimizi aldığımızda, defalarca bizlere ‘aile’ olduğumuzu söyleyen kadın, soğukkanlı bir katil gibi, gözünü bile kırpmadan ‘işimize son verildiğini’ bildirdi.
 
Üzüntü mü yoksa şaşkınlık mı daha ağır basıyordu iç dünyamda, bugün bile karar veremiyorum. İşimi kaybetmek üzücüydü evet, ama ‘ailemizden’ biri olarak gördüğümüz bir yöneticinin bizleri aslında hiç önemsemediğini, bizleri ailenin  ‘üvey evlatları’ olarak gördüğünü hissetmek daha fazla yaraladı beni. İnanabiliyor musunuz, karşımızda duran ve ‘artık işsiz’ olduğumuzu söyleyen kadın için yıllarca çalışmıştık orada. Onun bir tatlı sözüyle ‘emir almış’ asker gibi coşar, o yumuşak sesiyle “hadi evladım” demesini ‘ödül’ gibi dinlerdik bizler. Ve şimdi o tatlı kadın, bir sırtlan kadar uğursuz, avının boğazına çökmüş bir yılan kadar ruhsuz ve bencil, hiç bir duygu ifadesi içermeyen ses tonuyla bizleri yani ‘evlatlarını’ kapının önüne koyuyordu. Galiba beni en çok onun bu ruhsuzluğu üzdü. Oysa parçası olduğumuz ‘ailenin’(!) büyüğü olarak sesinin titremesi, belki bir kaç damla gözyaşı dökmesi ya da ne bileyim, acımızı anladığını hissettirmesi gerekmez miydi? Ya da bir başka yol bulamaz mıydı söylemek için ‘bilanço düzeltme harekâtına kurban edilen bizlere acı gerçeği?’ Canımızın yandığını anlayıp şefkatle dokunamaz mıydı ellerimize?’
 
Aradan geçen yıllar boyunca hep bunları düşündüm. Hala işsizim ve benim gibi milyonların işsizlik haberlerini her okuyuşumda aynı kadının ‘ruhsuz sesi’ yankılanıyor kulaklarımda. Ve bütün işsizler için üzülüyorum, onların gıyabında. Ama en çokta ‘bize anlatılan yalanlara’ inandığım için kızıyorum kendime. Keşke anlayabilseydim onca yalanı yıllarca önce. Keşke o koca binalarda bir bilgisayardan daha değersiz olduğumu fark edebilseydim. Keşke ‘bilanço’da yazılacak bir rakam kadar değerim olmadığını algılasaydım o uğursuz cumadan önce. Keşke yanı başımızda yüzümüze gülen kadının kalbinin nasıl körelmiş, ruhunun nasıl şeytana satılmış olduğunu bilebilseydim. Keşke çalıştığım ‘Plaza’nın benim gibi gençleri tavlamak için bir yem olduğunu anlayabilseydim. Belki o zaman bu kadar üzülmez, insana olan güvenimi bu kadar yitirmezdim.
 
 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 4 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

phoenix { 20 Temmuz 2009 12:39:55 }
Cumalar artık benim için de fazlasıyla uğursuz.Bende böyle bir sonucu Cuma günü öğrendim.Ertesi günde Kpss sınavı var,bari bu zulmü bir hafta sonra yapın diyecek duruma gelmiştim.Ne kadar zayıf olduğumu anladığım anlardan biriydi.Bu ne öğretiyor biliyor musunuz insana?hani derler ya sen bunu yaşamışsın başka insanlar karşı ileride daha anlayışlı olursun;aksine sizde GADDARLAŞIYORSUNUZ.yan bu şer sizi hayra falan götürmüyor,yarın karşılaşacağınız insanlara anlaşışlı olma fikriniz kazandırmıyor artık sizde o çarkın acımasız tecrübeleriyle yetişmiş dişlilerinde biri olmaya mecbur ediliyorsunuz.benim yaşadıklarım sanırım MAHALLE BASKISININ en iyi örneklerindendi.Şimdi aptal olduğumu düşünüyorum.Tepkisiz,menfaatçi insanım diye gezen bireyleri gördükçe kendime çok kızıyorum.Neden ben bunu yapamadım,böyle olamadım diye kendime çok soru yönelttim,çok ağladım,çok zor durumlara düştüm ama en azından hala hayattayım ve daha ne kadar nefes alabileceğim bunu bende bilmiyorum.Bir süre Fetullah denile efendinin kolejinde,bir yıl dersanesinde ve yurdunda kaldım.Sonraları aralarına girmemle ilgili çokça da şifai davet aldım.Yani bugünkü zihniyetin en belirgin egemenlerinden bir grupla istesem çok yakın bağlar kurup iş hayatımıda en üst düzeyde devam ettirebilirdim.Solcu olmadığım halde geçmişte kendini solcu olarak nitelendirenlerin,sendikacı geçinenlerin bile ne kadar büyük dalkavuk takınımdan olduklarını elime iş akdi feshi yazısı tutuşturulduğunda anladım.anladım ki herkes düzen adamı...benim hatam bu ülkedeki en zor ideolojiyi seçmekmiş:KEMALİZMİ'çünkü her dönemde sol hükümetler bile sizi eleştirir,bir türlü kabul edilmezsiniz.sol adı altında kürtçülük,liboşluk,ya da başka devletlerle bağlantılı sosyalist naralar atanlar solcudur ama siz asla solcu da kabul edilmezsiniz.demokratlığınızı asla liberaller kabul etmek istemez ama onlar köşelerinde hainliğin kralı yaparlar ama onlar demokrat siz antidemokratsınızdır.milliyetçilerde sizin milliyetçiliğini kabul etmez...onlara görede sizin milliyetçiliğiniz din dışı ifadelerdir.dindarlarda sizi kabul etmez,siz din düşmanızsınızdır;ama onlar dernekler yoluyla malı götürür ama suçlu yine üç kuruşa mahkum olmuş sizsinizdir.belki konuyla tam bir bağlantı sağlayamadım yazdıklarımda ama bende bunları yaşadım.hep suçluydum.suçumda bana yıllardır öğretilmiş şeyleri ve vatanımı tüm kalbimle sevmekten ibaretti.hatalarım oldu belki ama asla bana çektirilen ızdırabı bir nurcuya,liboşa,akpliye,mhpliye,dalkavuk solcuya,sözde sendikacıya çektirmedi bu zihniyet.peki sonra benim gibilerden ileride devran değişince-beni ayakta tutanda budur-vicdanlı olmamız bekleyeceksiniz!!!ASIL GADDARI SİZ GÖRECEKSİNİZ,EKTİĞİNİZ KİN TOHUMLARININ NE KADAR ULU ÇINARLARA DÖNÜŞTÜĞÜNÜ SİZ GÖRECEKSİNİZ.benim açıkçası şu an elimde yetki olsa bu ülkenin değerlerine aykırı,yasadışı bağlantıları olan ne kadar kamu görevlisi varsa görevlerinden azlederdim.eskinden böyle değildim bunu yapanlar neden sormasın bundan sonaki dönemlerde...sizce hitler doğuştan psikobat mıydı ya da başka birisi...bunu yapan da yine toplum ve birilernin sistemi.tüm insani duygularımı çaldınız ve alıp beni gömdünüz.bundan sonra demokrat,insan,inançlara saygılı,hukukun üstünlüğünü benimseyen vb.kemalistler beklemeyiniz karşınızda.bu bir tehdit midir alasıdır tehditin!!!bunu siz yaptınız.işçi olarak çalışan kardeşlerimede sesleniyorum asla güvenmeyin sendikalara...birçoğu ya yandaştır ya da gerçek sendikacı kimliği sadece maskedir.beni ve benim gibileri marjinalleştiren,hayatını karartan ey sistemin büyükleri:TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?
Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git