A Yorum
  Acilis Sayfasi Yap Sik Kullanilanlara Ekle  

   
A yorum Kurum
iletisim
login
yayin ilkeleri...



yazi dizileri

Yazı karekteri : (+) Büyük | (-) Küçük

Berzah'da (Ara Yerde)

Kategori Kategori: Felsefe | Yorumlar 3 Yorum | Yazar Yazan: Mustafa Alagöz | 30 Haziran 2009 00:14:25

Duygular düşünceler gibi ifade edilemez. Bu bir önermedir, eğer böyle ise ikisi arasında niteliksel bir fark olması gerekir. İki şey arasındaki farkı görmek aslında onlar arasındaki ilişki kurmak demektir. İlişki bir yansımadır; bir işlev, bir etki, bir üçüncü hal olarak ortaya çıkma durumudur.

Her ifade aslında bir düşüncenin ortaya konmasıdır, ‘duygular da kendilerini ortaya koymak için bir ifade yolu bulduklarına göre onlarda bir düşünce değil mi’ diye bir soru akıllarda uyanabilir; doğrudur, duygular da düşüncedir. Ancak yaşamımızda bu iki dünyamız arasında hem oluşumu hem de etkisi açısından oldukça büyük farklılıklar vardır. Duygular denetlenemeyen, yönlendirilemeyen, irade ile oluşturulup sonlandırılamayan düşüncelerdir. İradi çaba sonucu başımıza gelirler, başımıza geldikleri için onlar tarafından ele geçiriliriz, yaşam enerjimizi yönlendirmekte bizi aciz bırakırlar. Bizim yetilerimizi kullanarak kendilerini gerçekleştirirler.

Duygularda bütün varlığımızı duyumsarız; sadece zihin değil, akıl yürütme, karar verme, yargıda bulunma gibi denetimli edimlerimizi aşan daha büyük bir güç bizim üzerimizden  kendini gerçekleştirir. Duygularda sözünü ettiğimiz bu süreçlerin tümü devrededir, etkindir; fakat irade bizde değildir. Anılarımız, korkularımız, umutlarımız, deneyimlerimiz, alışkanlıklarımız, koşullanmışlıklarımız… tümü aynı anda etkin hale gelirler. Dışsal bir uyarı veya içsel bir çağrışımla bu güçler bir biçimde harekete geçip kendi aralarında bir bütünlüğe erişerek somut, gözlenebilir, anlaşılabilir bir biçime bürünürler. Sevinç, hüzün, anlamsızlık, hırs, öfke şehvet… vd. gibi. İçsel bir yaşam deneyimi olduğu için sadece kişiye özeldir. Anlaşılabilir oldukları için düşünsel olarak ifade edilebilirler, kişiye özel olduğu içinde herkes tarafından anlaşılmazlar; ancak aynı içsel deneyimi yaşamış insanlar tarafından anlaşılırlar.

Bir düşünceyi bir başkasına anlatabilirsiniz ve bunun karşıdaki insan tarafından normal koşullarda anlaşılmaması mümkün değildir. Düşünceler gözlemlerden türetilir. Ve gözlemlenen şey her bilince eşit uzaklıkta durduğu için istendiği zaman ve koşullarda tekrar tekrar incelenebilir. Nesne o haliyle her zaman oradadır, belirli nitelikleri vardır ve belirli yasalılık altında varlığını sürdürür. Dolayısıyla nesnelere yönelik söylemler sonuçta formüllerle, belirli kalıplarla ve yargılarla ortaya konur. Farklı insanların düşünceleri aynı nesne üzerine düşer ve orada buluşabilir; empatiye gerek yoktur

Duygular için ise tersi geçerlidir, eğer aynı içsel deneyimi yaşamamışsanız bunun başkası tarafından anlaşılması çok zordur. Örneğin; kadın doğum uzmanı erkek bir doktor düşünün, bir de uygarlıkla hiç karşılaşmamış doğum yapan bir kadın. Doktor doğum sürecini baştan sona tüm ayrıntısıyla bilir, ama hamilelik sürecinin fizyolojik ve psikolojik etkilerini, doğum sancısını o kadın gibi asla bilemeyecektir. Yalnızlık deneyimi olmayan biri bunun nasıl bir acı olduğunu anlayamaz, sadece haberdar olabilir. Duyguların anlaşılması duygudaşlık gerektirir, benzer içsel deneyim. Burada empati sözcüğü kullanmak tam doyum vermiyor, çünkü empatide de iradi bir çaba, zihinsel bir yolu zorlama vardır.

Duygular nesne kaynaklı değil, yaşantılanmış olana dayandığı için daha bütünseldir. İnsanın insani tüm özelliklerinin süreçte yer aldığı bir deneyimdir. Onun için yaşamımızda duyguların yeri daha derin ve daha doyurucudur.  Düşünceler yanılabilir ama duygularda yanılgı yoktur.  Onlar daha bütünsel, daha sahici ve daha derinlikli olduğu için bizi bütün varlığımızla sarsar, sarıp sarmalar. Duygusal arayışımız, duygusal doyumumuz, duygusal yaratımlarımız varoluşumuzla bir olduğumuz, asli varlığımızın lezzetini duyumsadığımız deneyimlerimizdir.
 
Düşünceler nesneler arasında yolculuk yapar, dışa dönüktür. Ve elde ettiği her şey (bilgi) bilincin dışında var olan bir niteliktir. Bunu sonsuzca çoğaltabiliriz ama böylece kendimizi büyütmüş olmuyoruz. Biriktirilen her ne ise, isterse bilgi olsun eğer bir anlayış, şefkat, insanın kendini bulması ve anlaması amacı dışında kullanılıyorsa bir baskı aracına dönüşüyor. İşin ilginç yanı bu birikime sahip olana ve onu bir üstünlük aracı olarak kullanana da hayrı dokunmuyor, sahipleneni yalnızlığın karanlığına ve sevgisizliğin kuru çukuruna yuvarlıyor. Sonuçta öfkeli, hoşgörüsüz ve saldırgan haller insan benliğini ele geçiriyor.

Duygular daha doyurucu ve bütünsel, ama sonuçta o da bir düşüncedir. Başka bir söylemle duygular düşüncenin kapsamı içindedirler.  Bununla iki şey anlatılmak isteniyor; Duygular da düşüncelerin önüne getirilip nitelikleri hakkında bilgi edinilebilir; ikincisi ise eğer düşünce yoksa duygu da olmuyor. Düşünce ağaç ve onun meyvesi, duygu ise bu meyvenin tadı; düşünce bir çiçek, duygu ise onun kokusu ve görünüşü... Düşünce bir sanat eserindeki imgelerin kullanılması ve simgesel gücü, duygu ise bunun uyandırdığı etki ve anlam gibi…  Ve son olarak, bilinen bir duygu her yaşandığında biriciktir, tazedir ve bir daha aynı hal asla yaşanmaz. Onun için dirimsel, esinlendirici, umut verici ve dönüştürücüdür. Düşünceler bir kere belirlendikten sonra tazeliğini kaybeder; elbette işe yarar yani kullanılabilir, ama her düşünce bayattır, çünkü eskidir ve tekrardır.  Fakat duyguda bayatlık olmaz, olamaz. Tekrar pahasına olsa da şunu bir daha söylemek gerekir; düşünce yoksa duygu da yoktur.

***

“Ey kardeş! Sen ancak bir düşünceden ibaretsin. Ondan başka neyin varsa kemiktir, kıldır.” Mevlana; Mesnevi, Cilt 2/275)

Dikkat edilirse ruha yönelik söylemler akla yönelik söylemlerden daha yaygın ve etkin oluyorlar. Günlük yaşamdan bunu gözlemlemek çok kolay; örneğin bir şiir, resim, roman ya da bilgece sözler  ve bunların sahipleri, bir filozoftan veya bilim adamından daha çok anılır ve bilinirler. Yaşamımızı kolaylaştıran teknikleri, bilgileri ortaya koyan insanları diğerleri denli anmayız. Belki birincileri günlük yaşamımızda her an kullandığımız için zaten anmış oluyoruz.  Bu durum biz insanlar için konfor arayışıyla beraber, bundan daha da fazla anlam arayışında oluşumuzdandır. Maddi sıkıntı içinde yaşamak elbette kolay katlanır bir şey değil, ancak anlamsız bir yaşama katlanmak pek o kadar kolay olmuyor.

Eski dille söylersek müşahadeden –deneyimden (deney değil)- doğan söylemler hakikattir. Bilginin ve duygunun iç içe geçtiği, içinde hiç şüphe barındırmayan bilgece sözlerdir. Bu tarz söylemlerde karşıdaki insanı ikna etmek, onu bir şeye inandırmak kaygısı, doğru olduğunu tanıtlama iddiası bulunmaz. Birer mantıksal çıkarsama değil, zihinsel süreçlerin yürütülmesi ile varılan sonuçlanmış yargılarda değil… Sadece ‘aynı deneyimi yaşarsanız bunlar sizinde başınıza gelir’ türünden bir uyarı, benliğimize yönelik sevecen bir kışkırtmadır.

Geçtiğimiz günlerde iki roman okudum; A. Ümit’in “Bab-ı Esrar”ı ve Elif Şafak’ın “Aşk” adlı romanı. Bunların edebi nitelikleri konusunda herhangi bir şey söylemek istemiyorum. Ama bu toplumun tarihinde evrensel boyutta bir zenginliğin edebiyata da konu olması kişisel olarak beni sevindirdi. Her ikisi de Mevlana-Şems ilişkisi hakkında farklı kurgularla farklı içerikler ortaya koymuşlar. Şu kadarını söylemekle yetinmek gerek; Bab-ı Esrar konuyu daha çok zahiren ele alıyor. Mevlana-Şems ilişkisinden hareketle bireysel ve toplumsal yaşantımızda insanın karanlık yanlarına, onun özünde barındırdığı diğer özellikleri yanında yıkıcı, vahşi, bencil ve acımasız yanına yönelik derin sorgulamalar yapıyor.

“Aşk” ise Aynı ilişkiyi daha Batıni (içsel) boyutta ele alıyor. İnsanın kendi bireysel yaşamından hareketle içinin derinliklerine dalış ve kendini dönüştürmenin yolculuğu sergileniyor.

Dinsel metinler biraz öykü biraz mitolojik anlatımlardır. Onların derdi bir nesne veya kişi hakkında bilgi vermek, bilimsel tezler ileri sürmek değildir. Hatta pek çok söylemleri bilimin gerçekleri ile çelişir görünür. Bu metinler somut, belirli özneyle veya tarihisel insanla değil, tanrının bir sureti varsayımından hareketle insanın zamanüstü özüyle ilgilenirler. Onun için anlatımlar yoğun simgesellik içerirler.

Mistik yaşam, dinsel söylemler ve duygusal deneyimlerimiz kendilerini ifade etmek konusunda bir noktada buluşurlar; hepside simgesel anlatıma gereksinim duyarlar. Çünkü deneyimler bir plan-programa, netleşmiş hedeflere bağlı değildir.  Bunlar geleneksel yoldan da yaşanmazlar. Çünkü gelenek bilinen bir yolun izlenmesidir, önceden kabul edilmiş kuralların otoritesine bağlı kalmaktır. İçsel deneyimlerde böylesi bir süreç yaşanmaz, eğer yaşanırsa içsel olmaz; içsel olmadığı hiçbir dönüştürücü etkisinin olmamasında kendini gösterir.

Her şey aslına uygun olarak yapılırsa daha sahici oluyor, sahicilik ise inandırıcı, samimi, güven verici ve dönüştürücü oluyor. Simgesel anlatımların kendine özgü bir lezzeti var. Fakat anlatım daha etkili olsun diye yapay olarak kullanılması onu iğreti kılar. Anlatılan yaşantı kendi doğasına uygun düşen dili de çağırıyor zaten.

***
 
Son zamanlarda hem Türkiye’de hem de dünyada mistik yaşam ve kadim bilgeliğe yönelik ilginin arttığı görülüyor. İnsanlığın her alanda  (Eknomik, bilimsel, akılsal, sanatsal) bir tarihi olduğu gibi, birde bireyleşme tarihi var. Bu durum kendi karşıtıyla birlikte gelişiyor. Bir yandan kadim dünyaya ilgi artarken, bu yönde arayışlar yoğunlaşırken diğer yandan sonu belirsiz, ilkesiz ve değersiz bir bireyleşme süreci de yaşanıyor. İstatistik verme şansım yok ama sadece gözleme dayanarak şunu söylemek mümkün; İnsanlık hiçbir zaman şimdi olduğu kadar terapist ve terapiste başvuran rahatsız insan görmedi.

Modernist yaşam pornografiktir; daha çok çeşit, daha çok ayrıntı, daha çok görüntü, daha fazla hız, daha fazla dışsal uyaran… Ama bunların hepsi de duyuların talebidir: Biyolojik kurgumuzun gereksinimlerinin karşılanmasına yarayan araçlar. Arzuları kışkırtmak ve bunları giderecek araçları da ortalığa salmak günümüz yaşamının en belirgin özelliklerinden biri haline geldi. Hedef çoğaltmak ya da hedef büyütmek, daha yükseğe tırmanmak, daha fazlasına sahip olmak, kendini daha dokunulmaz kılmak bilinçlerde ego şişmesine ve kibre yol açıyor. Bu durum kendine uygun ruhsal haller de yaratıyor: Yalnızlaşan; doyumsuz, tedirgin, öfkeli, umutsuz ve depresif insan sayısı giderek çoğalıyor.

Modernizm bir anlayıştır; onun ürünü insan da kendine özgü; her şeyi aynı değerde –daha doğrusu değersizleştirme- görme, her şeyiyle kendini dokunulmaz zannetme (Kibir), alaycılık, vefasızlık, kendini beğenmişlik günümüz insanını sarıp sarmalayan sanal özelliklerdir. Bilerek veya bilmeyerek kendimizi sıra dışı bir ölümlü olarak algılama, ayrıksı ve çok özel olduğumuz zannı çoğumuzun içinde taşıdığı kendimize yönelik hayranlık duygusu…

“Sevgi insanı kurtaracak” sözünü duyduğum zaman bana çok pasif, edilgen ve hiçbir şey çözmeyen yumuşakça bir çağrı olarak değerlendirirdim. Bu konuda şimdilik daha fazla bir şey söylemek istemiyorum, ancak şunu dile getirmek gerekiyor: insanda en aktif iki güç var; bilgi ve sevgi: Bu ikisinin birliğinden bilgelik doğuyor, gerçek insan gerçek insani değerler. Sorumluluk duygusu insan benliğinin biçim almasının merkezinde duruyor. Sorumluluk insanı ereğe yöneltiyor, emek sarf etmeye teşvik ediyor. Emek vefa doğuruyor, ve bir yerde vefa duygusu yoksa orada sevginin yeşermesi mümkün olmuyor. İşte bunlar tinsel değerlerdir ki insan olmanın potansiyellerini açığa çıkarır. Günümüz insanın çok ilahlı, iç dünyası parçalı. Kimi filozoflar buna “Mutsuz Bilinç” diyorlar. Ama bu insanın kaderidir, iki karşıt varoluşsal kaynağı bir bedende toplayan tek varlık: Beden ve Bilinç (Ten ve tin) Bu durun onun hem hidayetinin hem de sefaletini kaynağıdır.

İnsan varlığının bu parçalı halini dile getiren iki alıntıyla sözümü burada kesmek istiyorum:

“Hiç kimse iki efendiye kulak edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem tanrıya hem de paraya kulluk edemezsiniz.” (İncil, Matta;6/24)

(Acı ve tatlı) iki denizi salıverdi birbirine kavuşuyorlar. Fakat aralarında bir Berzah vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar. (Kuran-ı Kerim; Rahman, 19-20)

Simge yüklü, varoluşumuza dair, üzerine çokça  tefekkür edebileceğimiz Kelamlar.
 
 

Facebook'ta paylaş   |   Twitter'da paylaş


 | Puan: 10 / 1 Oy | Yazdırılabilir SayfaYazdır

Yorumlar

Hulusi AKKANAT { 13 Temmuz 2009 21:43:48 }

Keşke duyguların cehenneminde en azundan bir düzen olsaydı; cezalar ve mekânlar en azından bilinebilseydi, bir şey bir şeyin yerini tutabilseydi, bir şey bir şeyin üstünde durabilseydi, gelgelelim duyguların cehenneminde her şey belirsiz, bu cehennemin sınırları yok, yolları ise yalnızca görünüşte yol, her şey her boyutuyla değişim sürecinde, fakat buna rağmen ortada kaos yok; birileriyle dolu olan, hep yenilerinin getirildiği, ama eskilerden kimsenin asla salıverilmediği bir cehennem.
Düşüncelerim hep inanç konusuna yöneliyor. Onun ne kadar çok her şey olduğunu ve üzerine ne kadar az şey bildiğimi hissediyorum. Beni ilgilendiren, kavram olarak inanç, yoksa belli bir içerik değil. Ama ona, yani yaşamımın odak noktası niteliğindeki o büyük bilmeceye ve çözümüne yaklaşamadığımı şiddetle hissettiğimde, belli bir inanca uzanıyorum ve onunla oynuyorum; bunu yaparken ne kadar zevk alacağım, kendimden ne kadar emin olacağım ve bilmecemin olası bir çözümüne ne kadar güvendiğim ise belli değil.
Belki de yalnızlıkta her şey çekilebilirdi. Ama insan yalnızlığından dışarıya doğru konuşuyor, ve başkaları da onu duyuyorlar. Duymadıklarında, daha yüksek sesle konuşuluyor. Yine de duymadıklarında, o zaman bağrılıyor. Bu durumda ortada yalnılıktan çok, ter ter tepinen bir kendi-içinlik oluyor.
İnsan, suçlama olarak nefret ettiğini kendini bilmek olarak sever.
Ey dalgıç, yorulmak nedir bilmeksizin kendini başkalarının kargaşalarına atmaktasın. Hâlâ öğrenebilir misin onlardan? Onlara yardım edebilir misin? Başkaları, senin kendi kargaşalarının mührü olmaktan daha öte bir şey mi?

Sevgili Mustafa; 'Berzah(Ara yerde)' bana gevezelik etme olanağı verdi, sürç-i lisan etmişsem affola..Güzel gönlüne sağlık diyorum..
saygı ve sevgilerimle...
nevin { 01 Temmuz 2009 16:34:25 }
Sevgi ve bilgi...

İkisi de sende var.. Fazlasiyla..

Paylaşmakla çoğalan bir sevgi ve bilgi.

Çok sağol sen..










deniz kizi { 01 Temmuz 2009 06:49:05 }
sevgili mustafa, yazinla dun okudugum Yunus Emre deyisi cakisti. sevgilerimle..... deniz

***

Bize didar gerek, dünya gerekmez,
Bize mânâ gerek, dâvâ gerekmez.

Bize Kadir gecesidir bu gece,
Ko erte olmasın seher gerekmez.

Bize aşk şerbetinden sun a saki,
Bize uçmaklarda Kevser gerekmez.

Badyalar dolu dolu içelim biz,
Biz esrik olmazız humar gerekmez.

Yunus esridi de düştü sokakta.
Çağırır Taptuk' una âr gerekmez.

Diğer Sayfalar: 1.

 

Yorum Yazın



KalınİtalikAltçizgiliLink  
Simge Ekle

    

    

    

    







'Büyük Osmanlı Soygunu': 10 maddede Eric Adams davası…
İSTİHAB HADDİ
Türbülans vakaları iklim değişikliği etkisi mi?
Dünyanın gözü kulağı Ortadoğuda: İran-İsrail gerilimi tırmanıyor.
İsrail, Gazze'de yardım konvoyunu hedef aldı: Biri Avustralyalı 7 kişi öldürüldü

TRUMPİST BİR DÜNYADA ERTESİ GÜN
Seküler Yahudiler rahatsız: "İsrail, İran olacak"
Avusturya seçimleri: Aşırı sağ sandıktan birinci çıktı.
Avustralya binlerce vatandaşına Lübnan'ı terk etmelerini tavsiye etti.
New York Belediye Başkanı Türkiye'den rüşvet mi aldı?

Türkiye işçiler için bir cehennem
İkinci Trump dönemi: Küresel ekonomi nasıl etkilenecek?
AB, çoğunluk sağlanamamasına rağmen Çinli elektrikli araçlara ek gümrük vergisini onayladı.
Türkiye'de ekonomi politikaları konkordato ve iflasları patlattı.
Türkiye'de açlık sınırı 20 bin TL'ye dayandı

Türkiye'de Covid-19 salgını yaşam süresini azalttı.
Uzmanlar uyardı: "Uzun yaşayanlardan tavsiye almayın"
Fahri Kiamil
İki annenin başlattığı akıllı telefon karşıtı hareket çığ gibi büyüdü
Afganistan'da onlarca arkeolojik alan buldozerle yıkılarak yağmaya açıldı.

"İNEK BAYRAMI" ekitap
Dünya tarihini şekillendiren 6 içecek türü
Taş Kağıt Makas Oyunu (Jan Ken Pon)
"DUHOK KONUŞUYOR" ekitap
ENTERNASYONAL

Tokyo’dan Hasanlar’a, Kudüs’te bir mahkemeden bizim buralara…
“KADERİMİZ DIŞARDAN YAZILAMAZ - DIŞARI KADERİ BELİRLEYEMEZ…”
Niyetime İlham
KİBİRLİ GÜÇ ZEHİR - ERDEMLİ BİLİM PANZEHİR
KARARLILIK - KİŞİSEL ALTYAPI

Yarasaların azalmasıyla bebek ölümlerinin ilişkili olduğu ortaya çıktı.
AB İklim İzleme Servisi: 2024 yazı kaydedilen en sıcak yaz oldu.
Akdeniz'deki yaşam yok oluşun eşiğine gelmiş.
Su üzerindeki iklim değişikliği baskısı Türkiye'yi su fakiri olmaya sürüklüyor.
Türkiye ve Yunanistan'daki kültürel miras alanlarının en az üçte biri yükselen deniz seviyesinin tehdidi altında.

Türkiye, kişisel verileri en çok sızdırılan 19.ülke
Apple otomobili ABD'de üretime bir adım daha yaklaştı.
Yaşgünün Kutlu Olsun James Webb Uzay Teleskobu
Su ve deterjan olmadan çalışan bir çamaşır makinesi
Akıl okuyabilen robot tasarladılar

İncil'de sözü edilen mistik ağaç 1000 yıllık tohumla yeniden yetiştirildi.
Karıncaların 66 milyon yıldır tarım yaptığı ortaya çıktı.
Antik Mısır'daki popüler masa oyununun şaşırtıcı kökenleri ortaya çıktı.
At binmenin kökenine dair ezber bozuldu.
Stephen Hawking'in ünlü paradoksu çözülmüş olabilir: Kara delikler aslında yok mu?

2023 yılında Türkye’de çocukların cinsel istismarı hakkında 40.000'den fazla dosya açıldı.
Çalışanların geliri son 20 yılda azaldı.
Türkiye’den göç eden Türklerin sayısında 5 yılda %243 artış
BM: Dünya nüfusu 2084'ten itibaren gerileyecek
Dünya nüfusunun ruh sağlığı giderek bozuluyor

Madeleine Riffaud est partie
GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER
JOYCE BLAU, 18 Mart 1932-24 Ekim 2024
HIZLANAN TARİH
DERTLİ-MİR-DÖNE

Nereden Geldi Nereye Gidiyor
Atamın Sözleri
Cumhuriyet 101 Yaşında
Kadın ve Erkek
MAZRUF

Mimar Sinan: Bir Dehanın Yükselişi ve Osmanlı Mimarisinin Zirvesi
İskandinav Göçleri ve Vikinglerin Avrupa Üzerindeki Etkisi
Hümanizm Nedir?
Osmanlı’da kahve kültürü, Osmanlı’da kahve isimleri..
Amerika’da Ayrımcı Politikalar ve Siyahi Mücadele Tarihi


kose yazarlari En Cok Okunanlar
Son 30 günde en çok okunanlar
En Cok Okunanlar










Basa git