|
Düşünce özgürlüğü ve şizofreniKategori: Kul / Özerk Benlik | 0 Yorum | Yazan: Prof. Dr. M. Orhan Öztürk | 26 Haziran 2009 09:38:22 1974 yılının ilk aylarında, düşünce suçlularını da kapsaması öngörülen bir af yasası ile ilgili tartışmalar sürerken, medyada ve politikada düşünce özgürlüğünün, düşünce suçunun ne olduğu ya da ne olabileceği konusu tartışılmıştı. Kimi çevrelerde ve sayısı az olmayan politikacılar, yöneticiler arasında düşünce özgürlüğünün çok özel bir biçimde tanımlandığını görmüştük.
Özetle, bu tanımlamaya göre, insan kendi kafasına hapsedilmiş düşüncelerinde özgürdü. Bu konunun hukuk açısından tartışmasını yapmak bana düşmez. Ancak, hukuk kurallarının insan doğasına ve sağlığına aykırı olabileceğini sanmam, hiç değilse, öyle olmasını dilemem. Bir ruh hekimi olarak, insanın kendi kafasındaki düşüncelerde özgür olması konusunu ruh sağlığımız ve ruh sağlığımızın en önemli sapması olan şizofreni açısından incelemek isterim. Şizofreni hastalığı olan bir genç kendi güvensizliğini, ailesi içindeki, insanlar arasındaki çaresizliğini, içinden çıkılmazlığını yenebilmek, ruhsal güçsüzlüğünü giderebilmek için kendi kendine daha çok genç yaşta bir tür düşünce özgürlüğü kavramını bulmuş, geliştirmiş, benimsemişti. Diyordu ki: "Ben düşüncelerimde özgürüm, buna kimse engel olamaz, onunla kimse savaşamaz. Ben düşmanımı bir düşünce ile, sen aya git diye düşünmekle aya gönderiyorum. İstediğim kişiyi o anda yok ediyorum, istediğime can veriyorum. İstediğim anda kötü şeyler, istediğim anda iyi şeyler düşünebiliyorum..." Şizofreni ağır bir ruh hastalığıdır ve çağımızda gelişmiş ya da az gelişmiş bütün ülkelerde en sık görülen ruhsal bozukluklardan biridir. Bu hastalıkta kişi, kendine ve dış dünyaya, insanlara güvenini yitirmiştir. Ona göre insanlarla ilişki kurmak tehlikeli, ürkütücüdür. Bu nedenle ilişki kurmaktan kaçınır, içine kapanır, kendine özgü bir iç dünya yaratır. Sıklıkla, iletişim kurmayabilir; günlerce, aylarca fazla bir şey konuşmayabilir. Düşünür, duyar, algılar; ama bunları kimseye iletmeyebilir. Ona göre iletmek demek ilişki kurmak demektir. Bu da tehlikelidir. Kimi şizofreni hastası düşüncelerini somutlaştırır; kendi düşünceleri ile konuşmaya başlar, kendi kafasındaki düşünceyi gerçek ses olarak işitir, kendi kafasındaki simgeyi gerçek görüntü olarak görür; bu seslerle, bu simgelerle ilişki kurar. Bunlara işitme, görme varsanıları (halüsinasyon) denir. İşte, böyle kendi iç-dünyasında, kendi düşüncelerinde varoluş biçimi şizofrenik düşüncenin önemli özelliklerinden biridir. Şizofreni hastası, bu iç-dünyasını anlatmaya çalıştığı zaman, dinleyenler ya da gözlemleyenler bunu anlayamazlar, saçma görebilirler. Oysa, o, kendi düşüncesi içinde bir özgürlük bulmuş, fakat gerçek dünyadan uzaklaşmıştır. Bu da özgürlüğün temelden yitirilişi, insanın kendi benliğine tutuklanıp kalışıdır. Dışa vurulmayan, sözle, yazıyla ya da devinimle anlatım olanağı bulamayan düşüncenin, insanoğlu için hiç bir yararı olmadığı gibi, ruh sağlığı yönünden çok önemli sakıncaları olduğunu biliyoruz. İnsan, duygularını, düşüncelerini içine attıkça, içinde saklamaya zorlandıkça -ki bu zorlama kendisince ya da dış baskılarla olur- bu düşünceler, duygular çeşitli anormal biçimlerde anlatım ve boşalım yolları bulmaya çalışırlar. Bu nedenle ortaya birçok bunalım belirtileri çıkabilir. Bunlar ruhsal, bedensel hastalıklar olabilir. Örneğin, birçok ruhsal bozukluk, kan basıncı yüksekliği, mide ülseri, astım, baş ağrıları ve daha bir çok psikosomatik diye bilinen hastalık, büyük olasılıkla kalp-damar hastalıkları, bunlar arasındadır. Öfkesini, kinini birazcık dışa vuramayan kişi ağır çaresizlik ve bunalım içinde bütün öfkesini, kinini kendisine yöneltebilir, kendini öldürebilir. Özkıyımların (intiharların) kaynağında genellikle böyle bir düzenek vardır. Birden patlayan, atak, saldırgan davranışlar, başkaldırmalar, aşırı tutumlar en çok düşünce ve duyguların bastırılması, birikmesi sonucu ortaya çıkarlar. Şizofrenide ise, doğuştan ve çevreden gelen etkenlere bağlı olarak kişi insanlara güvenmemeyi, içindeki düşünceleri, duyguları kendisine saklamayı, içine kapanmayı öğrenir. Bunun doyumsuzluğunu, bunalımını azaltabilmek için de kendine özgü bir düşünce ve davranış biçimi geliştirir. "İnsan kendi kafasındaki düşüncesinde özgürdür, fakat bu düşüncelerini dışa vurduğu anda özgürlüğü sınırlanır" görüşü düşüncenin kişilerarası ilişkiler yönünden ele alınması zorunluluğunu açıkça göstermektedir. Kişilerarası ilişkilerde kullanılmayan düşünceleri tanımaya, onları değerlendirmeye, onlarla dünyaya, gerçekler dünyasına uyum yapmağa olanak yoktur. Bir düşünce, doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü, insan kafasından dışarı çıkmadıkça buna düşünce, fikir demek anlamsızdır. Çünkü bunu hiçbir zaman tanımamıza, anlamamıza olanak yoktur. Düşüncesini kendi içinde saklayan kişi çevresiyle, dış dünya ile, insanlarla ilişki kuramayacaktır. Düşünceyi kafadan dışarı çıkarabilme sınırlı olduğu oranda ilişkileri de sınırlı olacaktır, içine kapanık kalacaktır. Hiç kuşkusuz, her tür düşünce dışa vurulamayabilir. Kişinin bilinci ve çeşitli çevresel koşullar bunu engelleyebilir. Ama, kişinin neyin gizli, neyin açık tutulacağını öğrenebilmesi için, gene de, düşüncelerin anlatımı gerekecektir. Kafada saklanan bir düşünceyi anlama olanağımız yoksa, o düşünce, kişilerarası ilişkiler ve toplumsal yaşayış bakımından yok demektir. Yok olan düşünceye özgürlük tanımak çelişkili, anlamsız bir düşünce ürünüdür. Çocuk gelişirken, kişiler1e ilişki kurarak, sorarak, konuşarak, işiterek, görerek, deneyerek öğrenir, uyum güçleri kazanır; sağlıklı benlik geliştirir. Çocuğumuza şöyle bir öğretim yaptığımızı düşünelim: "Oğlum, kendi kafanda her şeyi düşünmede özgürsün. Ama düşüncelerin benimkilere uymuyorsa bunları dışa vuramazsın, bunda özgür değilsin. İstediğin gibi düşünebilirsin oğlum, ama beğenmediklerimi, benim düşüncelerime aykırı olanları söylemeyeceksin, benimkilerden ayrı biçimde davranmayacaksın." Bu öğretinin yanı sıra, bir de, şöyle bir öğreti uygulayalım: "Oğlum, çalışman, ilerlemen, kendini göstermen, girişken, mücadeleci, kişilikli olman gerek. Yaşam güçlüklerle doludur, her şeyi öğrenmelisin, güçlükleri yenmeyi bilmelisin..." Böylece, çocuk bir yandan düşüncelerini açığa vurmayacaksın, bir yandan da sağlam, güçlü, mücadeleci olacaksın biçiminde birbiriyle tümden çelişkili iki komut karşısında, giderek, ne yapacağını bilemez, kendine özgü görüşleri o1mayan, dışarıdan gelen görüşler karşısında şaşıran bir birey olacaktır. Şizofreninin önemli nedenleri arasında, birbirleriyle çelişkili komut ve iletilerle çocuk yetiştirme eğitiminin de yer aldığı ileri sürülmüştür. ORWELL'İN 1984’Ü Bireyin kendi kafasında hapsedilmiş düşüncelerinde özgür olması kavramını ruh sağlığımızın en önemli sorunlarından biri olarak görüyorum. George Orwell'in "1984" adlı romanında insanın kendi kafasındaki düşüncelerde bile özgürlüğünü kısıtlamaya çalışan simgesel bir devlet düzeni anlatılır. Bu ülkede, her bir yana yerleştirilmiş dinleyici ve gözetleyici elektronik araçlar bireyi sürekli olarak göz hapsinde tutmakta, her türlü devinimlerini, eylemlerini denetlemektedir. Herkes birbirinden ve içinde bulunduğu ortamdan, artık kuşkulu olmuştur. İnsanlar, devletin bu gözetimi altında, bütün özerklik duygusunu yitirmiş olmanın bunalımı içindedir. Orwell, bu yapıtında insanoğlunun böyle bir baskı düzenine uyamayacağını, bunu er geç yok edebileceğini anlatmaya çalışır. İleri derecede bastırıcı toplumlarda kişiyi, toplumun, devletin bir otomatı, bir robotu durumuna getirmeye çalışan yönetimlere karşı insan kendine özgü evrimsel güçleri ile savaşmıştır. Ancak, çok ağır koşullarda, büyük çıkmazlar içine girince, bir şizofreni hastası gibi, kendisine içe dönük dar bir düşünme, duyma dünyası da yaratmaya çalışmıştır; bu yetenek insanın doğasında vardır. Buna karşılık, kendi içine kapanıp kalmama, ilişki kurma, birbiriyle konuşma, sevme, sevişme, savaşma, barışma, özerk bir varlık olma, yeni şeyler araştırma ve bulma gibi yetenekleri de vardır insanoğlunun.
YorumlarHenüz Yorum Yazılmamış Yorum Yazın
|
| Tüm Yazarlar |
|